Hoşbulduk;
Bugün yeni bir gazetede bismillah dedik, yazılarımızı yazmaya başladık. Rabbim utandırmasın.
Gazetemizin, ülkemizin milli birlik ve beraberliği için yararlı hizmetler yapması temennisiyle tüm çalışma arkadaşlarıma da başarılar dilerim.
20 yıldır değişik gazetelerde köşe yazarlığı yaptım, altı binden fazla köşe yazımda siyasetten uzak kırıcı olmayan bir üslup kullanmaya özen gösterdim. burada da aynı üslupla Tarihi konuları güncel olaylarla karşılaştırarak yazmaya devam edeceğim.
Bugünkü yazıma İsviçre’nin bir dağ köyünde yolun hemen kıyısına bir dolap konulmuş. dolabın içinde bir köylünün satışa sunduğu süt ürünleri varmış. Diyerek başlamak istiyorum
Yoldan geçenler araçlarını durdurup, dolabı açıyor üzerinde fiyatlar yazan peynir ya da tereyağını alıyor ve parayı dolabın içinde bulunan kutuya bırakıyorlarmış.
Ne satıcı ürünlerin çalınacağı endişesi taşıyor ne de alıcı dolaptan bir şey aşırmayı düşünüyor.
Bu uygulamayı duyunca bizim Osmanlıdaki sadaka taşlarını hatırladım,
İnsanlar ürünleri alıyor ve parayı bırakıp gidiyorlar. Osmanlıda ihtiyacı olan ihtiyacı kadar parayı alıyor gidiyor.
Günümüzde ülkemizde kimin eli kimin cebinde belli değilken, tüm güzel meziyetlerimizi, unutmuşken, acaba elin adamı dağların eteğinde bu sistemi nasıl oturtmuş olabilir?
Peki, ahlaki değerlerimizin bir parçası olan bu davranışları bizler nasıl kaybettik? Yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı nasıl ve hangi gerekçelerle sıradanlaştırdık.
Adalet ve hakkaniyet İslam’ın olmazsa olmazıyken ne acıdır ki, sokağa çıkarken kapılarımızı kilitlemekle kalmıyor, içeride bulunan değerli eşyaları korumaya alıyor, kapıya güvenlik kameraları takıyor ve alınabilecek bütün önlemleri alıyoruz. Fakat hırsız her yöntemi deniyor ve haneye girip, evi talan edip gidiyor.
Çocukluğumda mahallemizin dert ortağı olan bir büyüğümüz vardı. Mahallemizde ekonomik sıkıntısı olana tereddüt etmeden borç para verirdi, Ya ödemezse diye soranlara “Allah sevgisi taşıyan bir kişi, borcunun üzerine yatmaz, kul hakkı yemez” derdi.
Peki bugün; kimse kimseye referans bile olamıyor.
Günümüzde ne yazık ki kendilerini muhafazakâr dindar olarak gören kişiler bulundukları makam ve mevkii nefislerine göre kullanarak kul hakkını meşru görmeye başladılar. Dini istismar eden bu kişiler dindarlar hakkında bir önyargının oluşmasına da neden oldular.
Devletin bir güvenlik sistemi vardır ki, toplumun sükûneti bu sistemin işleyişiyle gerçekleşir. Ancak aslolan bu sistemin, bu düzeneğin, bu vicdani duyarlılığın fertlerin yüreklerinde kurulabilmesidir.
Eğer aile, eğitim kurumları ve devlet adalet sistemini fertlerin yüreklerine kurabilirlerse o toplumda ne yolsuzluk olur, ne adaletsizlik olur, ne de zulüm olur.
O toplum sevgi ve şefkat toplumuna dönüşür. İsviçre’nin bir dağ köyünde bir şahsın ürünlerini sergilemesi ve insanların hakkaniyet gereği ürünleri alıp ücreti kutuya bırakmaları elbette Batı’da yaşayan bütün insanların hakkaniyet ölçülerine tamamen uyduklarını göstermez.
Ancak bu olay o toplumlarda bir arada yaşama ve haklara riayet etme noktasında bir sistemin oluşturulduğunu gösteriyor.
Burada yaşayan bazı fertler en azından bunu bir sorumluluk olarak benimsemiş durumdalar.
Peki, haram-helal bilinci taşıyan ve ahirete iman eden bizler acaba bu sistemi bugün neden hâlâ kuramadık?
Unutmayalım eğer kıldığımız namaz tutum ve davranışlarımıza yansımıyorsa ebedi âlemde kurtuluşa ulaşma şansımız olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.