KISA HAYATIN KISSASI: “HAMALIN URGANI”
“Bir han gibi ya bu cihan, misafir olarak geldi insan.” Bu temel kaideye binaen gireceği bir avuç kara toprağın içerisine sadece beyaz kefeniyle konulmaktadır. Renklerin dahi kifayetsiz kaldığı bu son yolculukta, malın ve mülkün sadece alemlerin Rabbi Allah’a ait olduğu bu alegorik törenle her faniye ibraz edilmiştir.
***
Devrin birinde ufkun bir ucundan diğer ucuna kadarki topraklara ram olan bir hükümdar varmış. Bu sultanın saltanatında nice malı, mülkü ve neferi varmış. Lakin ecelin alametleri zuhur edince, bu faninin her bir zerresine korku hâkim olmuş. Sultan da olsa gireceği bir karış toprak olan bu fani ölüm ve suale tabi tutulma kaygısını def edebilmek için emrindeki neferlerine şu cümleleri sarf etmiş;
-Hüküm sürdüğüm bu toprakların evladı olan avamımdan bir kulum hak vaki olduğunda benimle kabirde bir gece geçirirse saltanatımın yarısı onundur, bunu cümle diyara bildirin, emrimdir!
Bunu duyan saray mensupları derhal ülkenin her bir karışını arşınlayacak tellalları vazifeli tayin ediyor. Bu tellallar cümle avama bildiriyor bu emri lakin kimse kabirde bir geceye cesaret edemiyor. Ta ki bu diyarda yegâne malı bir hamal urganı olan adamın duymasına kadar. Adamın kaybedecek tek şeyi canı olduğu için, ya zengin olursam düşüncesiyle atılıyor hükümdarın huzuruna. Aralarında mutabakata vardıktan sonra, hamalın zengin olmasındaki tek mâni vaktin gelmesiydi. Zaman ya bu su misali geçip gitmiş, sekeratın ardından hayat defteri son bulmuş hükümdarın. Defin işlemleri yapıldıktan sonra, meftunun kabrinin yanına bir kabir daha açılmış ve hamal içine yerleştirilmiş. Ardından herkes çekip gitmiş ertesi sabaha kadar. Bir müddet sonra sorguya gelen vazifeli melekler bakmış ki biri ölü biri sağ iki adem var toprağın altında, ölü zaten bizim elimizde, biz önce nefes alanı sorguya çekelim demişler. Temel suallerin ardından, gelmiş hamalın bu dünyadaki malının teferruatına. Hamal tek varlığı olan urganının hesabını sabaha kadar ecel terleriyle vermeye çalışmış. Onun imdadına ertesi sabah saray mensupları yetişmiş. Hamalı mezardan çıkardıktan sonra herkes şen şakrak bir vaziyette bağırmaya başlamış, lakin hamal yüksek bir nida ile herkesin neşesini bölmüş.
-Bana alevi göğü eritecek kadar yüksek bir ateş yakın ve kılı kırk yaracak kadar keskin bir kılıç getirin, demiş.
Bunu duyan neferler hem şaşkın hem de vazifeye layık olduklarını göstermek için tez bir şekilde emri yerine getirmişler. Meydana dev bir ateş yakılmış, hamalın eline de suyu dahi ikiye ayıracak bir kılıç verilmiş. Hamal önce tek mülkü olan urganı toz haline getirmiş kılıçla, ardından o parçaları savurmuş ateşin bağrına. Ve meydana doluşan ahaliye şu sözleri sarf etmiş;
- Ben, tek dayanağım olan şu urganın hesabını sabaha kadar veremedim, artık şu nasır dolu ellerimle yükleneceğim taşıyacağım malları. Alın şu yalan dünyanın saltanatını, çalın fani hayatlarınıza!
***
" Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkıyla kadirdir. " (MAİDE 120)
(Sadakallahülazim)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.