Teknolojiyle Aramızdaki İnce Çizgi
Bazen düşünüyorum da elimizdeki telefonlar artık bir uzvumuz gibi. Sabah uyanır uyanmaz elimiz ona gidiyor, gece uyumadan önce son kez ekranına bakmadan rahat edemiyoruz. Bir yandan büyük bir kolaylık, bir yandan da görünmez zincirler. İşte teknolojiyle kurduğumuz ilişkinin en çarpıcı tarafı da bu: Hem dostumuz hem de esaretimiz.
İnkâr edemem, teknoloji sayesinde hayat çok daha kolay. Geçmişte saatler sürecek bir araştırma, bugün birkaç tık uzağımızda. Sevdiklerimizle aramızda kilometreler olsa bile, tek bir görüntülü arama mesafesindeyiz.
Hatta sağlık alanındaki gelişmeler, hayat kurtarıyor; yapay zekâ, kanser gibi hastalıkların erken teşhisinde doktorlara destek oluyor. Yani teknoloji, insanlık adına mucizeler sunuyor.
Ama bir de işin gölgede kalan tarafı var. Kalabalık bir kafeye oturun, etrafınıza bakın. Herkesin gözü ekranda. Sohbetler yarım, bakışmalar eksik. İnsan, insana dokunmayı unutuyor.
Sosyal medyada sahte mutluluklarla yarışırken, gerçek hayatlarımızı ihmal ediyoruz. Çocuklar oyun oynamayı değil, ekran kaydırmayı öğreniyor. Ve en kötüsü, hepimiz giderek daha yalnızlaşıyoruz.
Benim için teknoloji, bir araç olmalı; hayatımı kolaylaştırmalı ama beni ele geçirmemeli. Ne yazık ki çoğu zaman bu çizgiyi aşmaya başladığımızı hissediyorum. Belki de asıl mesele, teknolojiyi ne kadar kullanacağımız değil, onun bizi ne kadar kullanmasına izin vereceğimiz.
Kısacası teknoloji, elimizde tuttuğumuz bir anahtar. Kapıyı araladığında içeriye ışık da girebilir, gölge de. Karar tamamen bize ait.