KONYA HABER
Konya
Açık
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
41,0790 %0,51
47,8756 %0,57
4.453,67 % 0,39
Ara
OLMASI GEREKEN: ÖZERK VE İHTİSASLAŞAN ÜNİVERSİTELER

OLMASI GEREKEN: ÖZERK VE İHTİSASLAŞAN ÜNİVERSİTELER

YAYINLAMA:

Bu haftaki yazımda üniversitelerimizi ele almak istedim. Resmî tanımda üniversiteler, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar yapan, araştırma sonuçlarını yayınlayan; fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri birim ve bölümlerden oluşan, bilimsel özerkliği ve kamu tüzel kişiliği bulunan öğretim kurumlarıdır.

YÖK’ün verilerine göre bugün ülkemizdeki üniversite sayısı 209’a ulaştı. Bu üniversitelerimizin 131’i devlet, 78’i ise özel-vakıf üniversitelerdir. YÖK verilerine göre 2024-2025 öğretim yılında üniversitede okuyan öğrenci sayısı ise 7 milyon 81 bin. Bu rakam, Türkiye’yi Avrupa’nın ikinci büyük üniversite eğitimi veren ülkesi yapıyor. Genel tabloya baktığımızda veriler çok güzel görünüyor. Peki eğitim kalitesi ne durumda?

QS 2025 Dünya Üniversiteleri Sıralamasında 2 Türk üniversitesi ilk 300’e, 4 Türk üniversitesi ilk 400’e, 6 Türk üniversitesi ilk 500’e, 11 Türk üniversitesi ilk 1000’e girdi. Sıralamada en iyi dereceyi alan üniversitemiz ise ancak 300’lerde 400’lerde kendine yer bulabiliyor. QS, bu veriler için “Türkiye’nin en başarılı yılı” dese de bu kadar üniversitesi olan bir ülke için kalite verileri çok daha iyi olmalıydı. Tabi bu sıralamalar yapılırken objektif kriterler mi kullanılıyor yoksa piyasa derecelendirme kurumlarının yaptığı gibi burada da Türkiye’ye karşı haksızlık mı ediliyor, orasını net olarak söyleyebilmek güç ama dünya üniversitelerinin kalite sıralamaları yapılırken daha tarafsız davranıldığına inanıyorum.

O zaman neden daha çok üniversitemiz eğitim kalitesi olarak ilk 1000’e giremiyor? İlk 100’de neden üniversitelerimiz yok? Bu soruların birden fazla cevabı var. Bir akademisyen olarak bazı tespitlerimi burada sıralamak istedim:

1. Gelişmiş ülkelerdeki saygın, isim yapmış üniversiteler belirli bir alandan ihtisaslaşan üniversiteleridir. Kimi tıp alanında, kimi teknoloji gelişimi veya mühendislik alnında, kimi ise sosyal bilimler alanında yoğunlaşan, bu alanda marka olan üniversiteler. Türkiye’deki üniversitelerimizin en gelişmişlerinde bile hemen hemen her alanda eğitim, öğretim ve araştırma yapılmaktadır. Teknik üniversitelerimizin pek çoğunda sosyal bilimler alanında fakülteler, bölümler mevcut. Bu durum, o üniversitenin toplam kalitesini olumsuz etkilemekte ve derecelendirmelerde onları geriye düşürmektedir. Bu menfi durumu müspet hâle dönüştürmek için YÖK’ün üniversitelerimizi belirli alanlarda ihtisaslaştırması elzemdir. YÖK’ün ihtisaslaştırma faaliyetleri olduğundan haberdarız ama yeterli gayret ve kararlılık maalesef siyasal kaygılara feda edilmektedir.

2. Her alanda olduğu gibi üniversite eğitim kalitesi listesi konusunda da Batılı ülkelerin bir tekeli mevcuttur. Türkiye’deki bazı üniversitelerimizin kimi alanlarda dünya markalarıyla yarıştığını bilmemize rağmen, A klas listede onlara hiç yer verilmez. Bu durumu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir örnek vermek daha doğru olacak: Malumunuz, Türkiye’de veya dünyada herhangi bir yazarın eserini parlatmak için basın yayın organları etkilidir. Ülkemizde Orhan Pamuk gibi eserleri zor okunan bir yazar pek âlâ Nobel ödülü alabilmekte, eserleri çoksatar olabilmektedir. Orhan Pamuk kötü yazardır, demiyorum. Öte yandan, iyi bir okur olduğumu, okuyan insanların fikrilerini bildiğimi iddia ediyorum ve biliyorum ki Orhan Pamuk’un eserlerini bitirebilen okur sayısı çok az olmasına rağmen eserlerinin satılma rakamları -basının reklam gücü sayesinde- çok yüksek düzeydedir. Bizim iyi üniversitelerimizin çok iyi olan bölümlerinin kaderi, Orhan Pamuk karşısında, bireysel kalitesinden başka desteği olmayan herhangi bir yazar gibidir.

3. Üniversitelerimizin özerkliği maalesef istenilen düzeyde değildir. Özerklikten kastedilen şey hem maddi anlamda hem de yönetimsel açıdandır. Türkiye’de herhangi bir rektör, YÖK’e veya devlet oligarşisine rağmen bir atılım içerisine giremez. Kendisine tahsis edilen paralarla ancak eğitimi, öğretimi yapabilmekte; araştırmalara istediği gibi bir bütçe ayıramamaktadır. Buna ne kanunlar ne de kafalar müsaade etmektedir. Üniversiteler bir an önce kendi kaderine bırakılmalı, devletimiz sadece onların zor anlarında maddi destek vermelidir. Devlet, üniversitelerimizi sadece ülke bütünlüğü, eğitim kalitesi, harcamaların doğru yapılıp yapılmadığı … gibi konularda etkin, sıkı bir denetleyici konumuna geçmelidir. Bahsettiğim özerklik konusunda daha rahat hareket edebilme durumunda olacak her üniversitemiz sıralamada çok daha iyi yerlere gelir, buna adım gibi eminim.

4. Türkiye’deki üniversitelerin pek çoğu henüz çok gençtir. Zamana ihtiyaçları var. Hem eğitim öğretim elemanları hem de fiziki şartlar, eğitim gereçleri, laboratuvarlar, kütüphaneler gibi olmazsa olmazlar açısından… Ayrıca her ile bir üniversite açmak yanlış bir politikadır. Üniversite öğrencisinin sosyal, bilimsel, kültürel kapasitesi yüksek şehirlerde okuması gerekir.

5. 1990’lı yıllarda Almanya’nın ve benzer pek çok ülkenin yaptığı gibi, eğitimin gelişmesi açısından adeta bir set gibi duran bazı öğretim görevlileri zorunlu emekli edilmelidir. Bu, yeni yetişen ve çağın gereklerine ayak uyduran yeni bilim insanlarının önünü açacak, bilimsel ilerlemeye güç katacaktır. Başka bir deyişle, gelişime kapalı bilim mafyası üniversitelerimizden temizlenmelidir. Bu yapılırken asla politik davranılmamalı, bilimsel veriler ve yönetimsel işleyiş temel alınmalıdır. Hiçbir üniversite öğretim üyesine “devlette yerim sağlam” garantisi verilmemelidir. Onların bilimsel ve yönetimsel performansları kaderleri olmalıdır. Akademisyenliğin hakkını veren hocaların mali durumları teşviklerle düzeltilmeli, çalışmalarına destek için daha fazla araştırma bütçesi ayrılmalıdır.

Birilerinin “bu kadar üniversite çok fazla” söylemine katılmıyorum. 90 milyona yaklaşan nüfusa sahip bir ülkede bu sayı normaldir. “İşsiz üniversitelileri ne yapacağız, az öğrenci okutalım” söylemine de katılmıyorum. Okuyan her insan bir kazançtır, sorun okumayan nesildedir.

Yukarıda bazılarını sıraladığım öneriler genişletilerek uygulanırsa Türkiye’de yüksek öğretimin kalitesi artar. Kapatılan değil geliştirilen, her alana yer veren değil ihtisaslaşan, bölgesel dinamiklere göre fakülteler açılan bir yapılanma bizi çağın gerçeklerine, gelişmişliğine ulaştırır. Ben bu nesle de bu nesli yetiştirenlere de inanan biriyim. Zamanla her şey çok daha iyi olacak; inançla ve çok çalışalım yeter.

Yorumlar
Z
Ziyaretçi 5 saat önce
Hocam yüreğine kalemine sağlık! Kolay gele
BEĞENME
0
CEVAPLA