Acı Bizimle Konuşur, Biz de Onunla
Türkiye’de bir düğünde gözyaşı görmek kimseyi şaşırtmaz. Oynarken ağlayan, gülerken içlenen bir toplumuz biz. Çünkü bazı duygular sadece bir yüz ifadesiyle yaşanmaz; bazen hem neşeyi hem hüznü aynı anda taşır insan.
Şarkılarımızda bu karmaşık duyguların izini sürmek mümkün. Sözleri aşka dair gibi görünse de, aslında daha derin bir yerden konuşurlar bizimle. Çünkü bu topraklarda acı, kişisel olmaktan çıkıp ortak bir dile dönüşür.
Tarihimiz boyunca büyük kırılmalar yaşadık. Savaşlar, göçler, yoksulluklar... Her biri toplumsal hafızamıza kazındı. Bu yüzden acıyı sadece yaşamadık; aynı zamanda tanıdık, isim verdik, ezbere bildik. Bu duygunun müziğe dönüşmesi de kaçınılmazdı.
Arabesk tam da burada doğdu: İnsanların kendini yabancı hissettiği bir ortamda, bir çeşit duygusal sığınak olarak. Ne tam buraya ait hissedebildik, ne başka bir yere. Kalakaldığımız o ara yerde bir müzik yükseldi. Duyguların dile geldiği, haykırışların melodileştiği bir müzik.
Kültürel olarak da acıyla kurduğumuz ilişki başka. Bizde hüzün, saklanacak bir şey değil. Aksine, ifade edilmesi gereken bir derinlik. Aşk hikayelerimizde çoğu zaman mutlu son yoktur. Filmlerimizde kavuşmak değil, özlemek daha kıymetlidir. Çünkü bizce sevmenin kendisi yeterince güçlü bir hikayedir; sonunda ne olduğu o kadar da önemli değildir.
Bugün değişmiş gibi görünse de, aslında pek çok şey yerli yerinde duruyor. Müzikler farklılaştı, türler çeşitlendi ama duygunun özü aynı kaldı. Yalnızlık, umutsuzluk, hayal kırıklığı… Hala şarkılarda kendine yer buluyor.
Belki biz acıyı sevmiyoruz. Ama onu anlıyoruz. Onu taşıyoruz. Ve bazen, yük hafiflesin diye bir melodinin içine bırakıyoruz. Çünkü bazı duygular konuşarak değil, şarkı söyleyerek anlaşılır.