Cemaatler ve Toplumsal Yozlaşma: Dini Kurumların Sınavı
Türkiye’de dini cemaatler, vakıflar ve dernekler tarih boyunca toplumun manevi yapısında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler, bu kurumların varlığının toplumsal ahlak üzerinde beklenen etkiyi göstermediğini düşündürüyor.
Ne yazık ki yüzlerce dini cemaatin, vakfın ve derneğin faaliyet göstermesine rağmen toplumda ahlaki çöküntü her geçen gün daha da görünür hale geliyor. Aile yapısındaki zayıflama, bireyler arası güvenin azalması, toplumsal dayanışma ruhunun giderek kaybolması bu çöküntünün somut yansımaları olarak karşımıza çıkıyor.
Şehirde komşuluk ilişkilerinin yok denecek kadar azalması, köylerde dahi geleneksel yardımlaşma kültürünün sarsılması, aslında sadece ekonomik veya sosyal değil, aynı zamanda dini yozlaşmanın da bir sonucu. Cemaatlerin dini değerleri yeniden üretmek yerine siyasi ve maddi çıkar hesaplarına saplanması, genç nesillerin dine olan bakışını olumsuz etkiliyor.
Toplumun dinden uzaklaşması sadece bireysel bir tercih değil; aynı zamanda dini kurumların güven kaybı yaşamasıyla da ilgili. Cemaatler, vakıflar ve dernekler, dini sorumluluklarını yerine getirmek yerine kendi iç çekişmelerine ve çıkar ilişkilerine odaklandığında, inanç dünyası da ciddi bir darbe alıyor. Bu da dini sorunların çözülmemesi, aksine derinleşerek toplumu daha büyük bir krizle karşı karşıya bırakması anlamına geliyor.
Bugün asıl ihtiyaç olan şey, dini cemaatlerin yeniden asli görevlerine dönmesi, ahlaki değerleri toplumun her kesimine ulaştırabilmesi ve örnek bir yaşam biçimi sergileyebilmesidir. Aksi halde yüzlerce kurumun varlığı sadece tabeladan ibaret olacak, toplumdaki manevi çöküşü engellemek bir yana hızlandıracaktır.
Cemaatler Neden Yol Gösteremiyor?
Türkiye’de dini cemaatlerin sayısı artıyor, tabelaları çoğalıyor ama ne yazık ki toplumun ahlaki yapısı aynı oranda güçlenmiyor. Hatta tam tersine, yozlaşma ve deformasyon her geçen gün daha da belirgin hale geliyor. Bunun en temel sebeplerinden biri, cemaatlerin asli görevlerini unutup dinin özünden uzaklaşmasıdır.
Bugün birçok cemaat, dini bir amaçtan çok kendi maddi çıkarlarını ön plana çıkarıyor. Din, bir araç haline getirilip cemaat liderlerinin ya da bağlı oldukları yapının güçlenmesi için kullanılıyor. “Ehli sünnet” adı altında hareket ettiklerini söyleseler de, aslında bidat ve batıl uygulamaları yaygınlaştırıyor, bunları da dinin bir parçasıymış gibi topluma sunuyorlar.
Üstelik bazı grupların yurtdışı bağlantıları da bulunuyor. Yakın geçmişte yaşadığımız tecrübeler, malum yapının ülkeyi nasıl büyük bir tehlikenin eşiğine getirdiğini gösterdi. Ancak bu tehlike geçmişte kalmış değil; bugün ondan daha sinsi ve daha organize yeni oluşumlar etkili bir şekilde sahneye çıkıyor.
Laik düzende cemaatlerin etkinliğini tartışmak ise çoğu zaman boş bir gevezelikten öteye geçmiyor. Zira sistemin kendisi, güçlü ve sahih bir dini kurumun oluşmasını engelliyor. Bugün hutbeler ve vaazlar bile gündeme göre şekillendiriliyor. Din, bir hayat nizamı olmaktan çıkarılıp sadece pratik bir ritüele indirgeniyor; adeta otomatik olarak yerine getirilen bir alışkanlık haline geliyor.
Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu bellidir: Sahih ve güvenilir kaynaklardan beslenen, hiçbir siyasi gruba veya çıkar odaklı oluşuma bağlı olmayan, sadece Allah rızası için doğruyu söyleyen âlimleri ve hocaları takip etmek. Toplum olarak iyiliği emredip kötülüğü engellemek, yanlış karşısında sessiz kalmamak en büyük sorumluluğumuzdur. Çünkü biz sustukça, kötülük yayılmaya, iyilik ise azalmakta devam edecektir.
"Kur'anı Kerimi Abdüssamet gibi okursan şöhret olursun Seyid Kutub gibi okursan canından olursun."