GECEYİ TUTAN ADAM
Şehir uyuyordu.
Işıklar sönmüş, koridorlar boşalmış, devlet binası gecenin koynuna çekilmişti.
Sadece bir oda aydınlıktı.
En üst kattaki o odada, masanın başında bir adam oturuyordu.
Dosyalar önünde, mühür elinin altında, telefon sessizde…
Bu adam ne sıradan bir memurdu ne de adı tabelada yazanlardan.
O, devletin görünmeyen aklıydı.
İstihbarattı.
Gizliydi.
Dokunulmaz sanılırdı.
Hayatı boyunca hep şunu söylemişti.
“Bu işler dışarıdan bakıldığı gibi değil.”
O gece de aynı cümle dudaklarından döküldü.
Masadaki dosyada tek bir talimat vardı.
“Zaruri. Devletin bekası.”
Altına atılacak imza, bir başkasını harama sürüklüyordu.
Belki bir iftira…
Belki bir gizli operasyon…
Belki bir günahın kapısını açan bir “görev”.
Adam durdu.
Pencereye yürüdü.
Şehre baktı.
“Ben yapmazsam başkası yapar” dedi.
“Bu koltuklar böyle korunur” dedi.
“Devlet için” dedi.
Kalbi rahatlamadı.
O anda aklına yıllar önce dedesinden duyduğu bir hikaye geldi.
Bir Osmanlı kadısının sözü:
“Hüküm deftere yazılır, ama vebal kalbe yazılır.”
Adam güldü.
“Biz başka bir çağdayız” dedi.
Ve imzayı attı.
Aradan yıllar geçti.
Adam yükseldi.
Yetkisi arttı.
Adı gizli kaldı ama etkisi büyüdü.
Emir verdi.
Talimat aldı.
Dosyalar kapandı.
Bir gün…
Bir gece…
Bir kalp…
Hastane odasında tek başınaydı.
Bu sefer önünde dosya yoktu.
Ne mühür vardı ne telefon.
Sadece sessizlik…
Ve bir ses…
“Devlet için miydi?”
Adam irkildi.
“Evet” dedi.
“Devlet için.”
Ses tekrar geldi:
“Ben sana devleti mi sordum, haramı sordum.”
O an anladı.
Ne koltuk vardı yanında.
Ne rütbe.
Ne gizlilik.
Sadece yaptığı vardı.
Bir başkasına attırdığı imza…
Bir başkasına yaptırdığı iş…
Bir başkasının sırtına yüklediği günah…
Hepsi dönmüş, kapısına dayanmıştı.
“Ben emrettim” dedi.
Ses cevap verdi:
“Emredenle yapan aynı terazide tartılır.”
“Ben görevliyim” dedi.
Ses cevap verdi:
“Görev, günahı temizlemez.”
“Devletin bekası” dedi.
Ses cevap verdi:
“Devlet, senin günahınla ayakta kalmaz.”
Adam sustu.
Çünkü anladı ki:
Devletin en gizli odasında atılan imza,
mezarın en karanlık köşesinde yankılanıyordu.
Bu hikaye bir istihbaratçının hikayesi değildir sadece.
Bu hikaye bir amirindir.
Bir memurundur.
Bir yargıcındır.
Bir bürokratındır.
Kısaca “Bana verilen emri uyguladım” diyen herkesindir.
Çünkü hakikat nettir:
Devlet günahı emrederse,
günah devletin olur sanma.
Günah, yapanın da olur.
Kimse kimsenin arkasına saklanamaz.
Kimse imzayı yukarıya yıkamaz.
Kimse “sistem böyle” diyerek kurtulamaz.
Devlet emanettir.
Yetki emanettir.
Güç emanettir.
Ve emanet, ihanetle taşınmaz.
Unutmayın,
Makamdan düşülür.
Rütbe sökülür.
Dosyalar kapanır.
Ama vebal,
insanın yakasına yapışır.
Ve bırakmaz.