Alper Bakıcı: "Bizdeki cadılar masallarda küplere binerler"
Halkbilimi, toplumun gelenekleri, inançları, masalları ve diğer kültürel ifadeleriyle ilgilenir. Bu nedenle, halk bilimi çalışmaları, geçmişimizin anlaşılmasına ve gelecek nesillere aktarılmasına katkıda bulunur. Bu röportajda, Halkbilimci Araştırmacı Ressam Alper Bakıcı halkbilimin önemini ve çalışma alanlarını aydınlatırken, bu alanda yapılan araştırmaların toplumumuz üzerindeki etkisini de ele aldık. Aynı zamanda, geleneklerimizin ve hikayelerimizin nasıl gelecek nesillere aktarıla bileceği konusunda ipuçları aldık ve kültürel mirasımızın korunmasına nasıl katkıda bulunabileceğimizi keşfedeceğiz. İyi okumalar...
Halkbilimi nedir? Halkbilimi araştırmaları hangi konuları kapsar? Ayrıca, halkbilimi neden önemlidir ve neyi amaçlar?
Halkbilimi çalışmaları öz itibariyle geçmişe karşı nostaljik duyguları besleyen ve millî kimliğin oluşmaz sürecinde fertler tarafından ilgi gören bir bilim disiplinidir. 19. Yüzyılla birlikte millî kimliklerin tanınmasında önemli rol oynamıştır. Halkbilimi kelimesinin İngilizce karşıtlığı “folklor” olup, folk: halk, lore: bilim halkın hikmetli bilgisi anlamına gelmektedir. Folklor terimi William John Thoms tarafından 1846 yılında Athenaeum dergisinde popüler antikite kelimesine karşılık olarak kullanılmıştır. Bunun yanısıra 1782 yılında F. Ekkard tarafından Gezgin dergisinde Almanca karşıtlığı olan “Wolkskunde” kelimesi kullanılmış fakat “folklor” kelimesi bilim dünyasında kabul görmüştür. Türkiye’de ise ZiyaGökalp tarafından “Halkiyât” olarak telaffuz edilmiştir.
Halkbilimi araştırmaları Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi’nde(2003) belirtildiği şekliyle 5 maddede incelenmektedir. Bunlar: Sözlü kültür ürünleri, Görsel sanatlar, El sanatları, Doğa ve evren ile ilgili uygulamalar, Ritüel törenler ve festivallerdir.
Halkbilimi insanlara kimlîk ve aidiyet duygusu verir. Kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına katkıda bulunur. SÖZLÜ TARİH, tarihin kabul edilmiş mitlerini ve baskın yargılarını yeniden değerlendirme, tarihin toplumsal anlamını kökten dönüştürme aracıdır. İnsanlara tarihlerini kendi sözleriyle geriverirken, geleceği kurmak içinde yol gösterir. Halkbilimi mitleri, kahramanlık destanlarını, kutsallık atfeden mekânları ve birçok sözlü ürünü incelemesi sebebiyle özellikle 19. yüzyıl ile birlikte millî kimliklerin tanımlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.
Milletleşme sürecinin iyi anlaşılması Avrupa'da halk bilimin doğuşunu hazırlayan etmenlerin anlaşılması ile eş değerdedir. II. Mehmed'in (Fatih) 1453 yılında İstanbul'u, I. Selim'in (Yavuz) 1517 yılında Mısır'ı topraklarına katması İpek ve Baharat yolunun tamamının, Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçmesini sağlamıştır. Bu gelişmeler Avrupa'yı yeni ticaret yolları bulmaya sevk etmiştir. Coğrafi keşifler olarak adlandırılan bu süreçte Avrupa, Afrika ve Amerika'da "ilkel" olarak adlandırdıkları insanlar ile karşılaşmış bu insanları tanımaya, daha sonra bu insanlarda gördükleri doğal hayatı kendilerinde aramaya yönelmişlerdir. Rönesans döneminde Hümanizm ile birlikte Avrupa'da öteki olarak konumlandırılan kültürlere ve insanlar anesnel bir gözle bakabilen aydın kitlesi oluşmuştur. Bu aydınlar ümmete dayalı kültürel ve siyasi düşüncenin yerine, ulusa dayalı düşüncelerin terminolojisini oluşturmaya başlamışlardır. Bu dönemde Amerikan yerlileri merkeze alınarak erdemli insanın arayışına girişilmiştir. Avrupa kendi geçmişini araştırmak için “Soylu Vahşi” ruhu olarak tanımladığı bu süreçte, halk olarak tanımladığı köylere yönelmiştir. Avrupa’da her ulusun kendi ulusal ruhunu aradığı Aydınlanma döneminde, Fransa'nın ortaya koyduğu kültürel egemenlik, diğer uluslar açısından bir tehdit olarak algılanmıştır. J.Macpherson 1760 yılında İskoçya yaylalarından derlediği şiir kitabını, 13. yüzyılda yaşadığını iddia ettiği Ossian adındaki bir şaireithaf etmiştir. İngiltere’de klasik edebiyata başkaldıran ve “Ossiancılık” adı verilen bu akım daha sonra İsviçre ve Almanya gibi kuzeyülkelerini de etkilemiştir. Aydınlanma dönemine kadar Avrupa'da tek epik destan Homer Anlatılarıdır. Bu süreçte en eski milletler, en eski mitlere sahiptir anlayışından yola çıkılarak; Finlandiya'da "Kalevala" Rusya'da "İgor" Almanya'da ise "Nibelungen" destanları derlenmiştir.
Halk terimi 19. yüzyılda genel nüfus içerisinde aşağı tabakayı ifade etmekteydi, köylü kavramı ile eşdeğer görülmekteydi. Bu değerlendirme şehirli orta sınıf tarafından yapılmıştır. Etnosentrik önyargıların burada ön planda olduğunu söylenebiliriz. Çok uluslu imparatorluklardan ulus devlete geçiş sürecinde halk kültürü ortak bağı simgelemesi açısından önemli görülmüş, incelemeye değer bulunmuştur. Almanya’da Herder halk şarkısı kavramını Alman diline sokmuştur. Herder’e göre her milletin dili ve edebiyatı millî bir karaktere bağlanmalıdır. Herder sanatın halk bilgisinden yararlanması gerektiğini savunmuş ve bu sayede klasik Alman edebiyatının temelleri atılmıştır.
Türkiye’de halkbilim çalışmalarına duyulan ilginin yine 19. yüzyılda başladığını görmekteyiz. Tanzimat dönemindeki yenileşme hareketleri hep batılılaşma olarak ele alınmış, edebiyat alanında yapılanların bir yenileşme mi yoksa geriye, öze dönüşü mü simgelediği çokça üzerinde durulmamıştır.İmparatorluğun yıkılma sürecinde, imparatorluğu ayakta tutmak için farklı siyasi reçeteler sunulmuştur. Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük birbirinden farklı düşünceleri taşımakla birlikte, hepsinin genel özelliği imparatorluğun modernleşme sürecine etki etmesidir.
Özellikle Balkan Savaşları sonrası yaşanan psikolojik durum göz önüne alınarak ulusa dayalı millî söylemler ön plana çıkmıştır. 1839 Tanzimat Fermanı sonrası halk kültürüne yönelen Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa halk bilimi çalışmaları açısından önemli aydınlardır. İlerleyen yıllarda Ahmet Vefik Paşa, Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp’te halkbilimi disiplinine önemlikaykılar sağlamıştır. Halkbilimin millî kimliğin oluşma sürecinde aydın çevreler tarafından işlendiğini, erken Cumhuriyet döneminde de devam ettiği görülmektedir.Bugün gelinen noktada ise uluslaşma sürecinden çok daha farklı bir şekilde küreselleşen dünyada, kültür endüstrisi yoluyla kültürün tanıtımının yapıldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Sanatsal çalışmalarınızın merkezini Halkbilim çalışmaları oluşturmakta. Özellikle halkbilim açısından ilham aldığınız konular nelerdir?
Sözlü kültür içerisinde yer alan masallar ve hikâyeler çalışmalarımın ilgi alanlarının başında gelmektedir. Özellikle masallarda yer alan olağanüstü tipler olan devler, dev anaları, karakoncoloslar ilgimi çeken konu başlıklarıdır. Bu arketipler kolektif hafızada uzun zaman yer edinerek günümüze gelmiştir ve semboller yoluyla önemli bilgiler vermektedirler. Carl Gustav Jung ve Freud’un Psikanaliz kuramı bağlamında bu çalışmaları inceliyorum ve illüstrasyonlarını yapıyorum. Masallara ilave olarak Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nden bahsetmek isterim. Evliyâ Çelebi, masallarla birlikte özellikle üzerinde durduğum önemli konu başlıklarından. Yalnızca Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’ni inceleyerek ne yapmak istediğimi anlayabilirsiniz. Evliyâ Çelebi bu olağanüstülükleri Seyahatnâmesinde “Acayip-ül Garaip” olarak anlatmıştır.
Peki bu çalışmalar sonucunda edindiğiniz en ilginç veya şaşırtıcı bilgi veya hikâye var ise anlatır mısınız?
Her çalışmam benim için değerlidir. Ama yukarıda da ifade ettiğim şekildeEvliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nin benim için özel bir yeri vardır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesinde modern okuru şaşırtacak ilginç hikâyeler bulunmaktadır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi üzerine yapılan çalışmaların ağırlık merkezi Evliyâ Çelebi’nin elli bir yıllık seyahat anlatılarını topladığı Seyahatnâmesi üzerinden şekil alan hikâyeleridir. Başta coğrafya, mimari, topoğrafya ve tarih disiplinlerini içine alan bu araştırmalar özetle, Seyahatnâmenin edebi değerinden ziyade, yazarının gezip görmüş olduğu yerleri tasvir eden bir gezi yazısı özelliği üzerinde durmaktadır. Evliyâ Çelebi’nin folklora dayalı acayip ve garip anlatıları ise çok fazla üzerinde durulan konular olmamıştır. Masallar ve hikâyelerde yer alan olağanüstü tipler olan devler, dev anaları ve karakoncoloslara ait anlatıların hepsi Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde mevcuttur. Evliyâ Çelebi, seyahatnâmenin yedinci cildinde Çerkez gezisi sırasında Hatukay Çerkezi ülkesinde olduğunu söylediği, üç yüz haneli Pedsi köyünde, gökyüzü cadılarının savaşına şahit olduğunu yazar. Çerkezler, Evliyâ’ya yılda bir kere koncolos gecelerinde, Çerkez ve Ahbaz oburlarının gökyüzünde ceng-i azmettiklerini ve dışarı çıkıp seyretmesi gerektiği tavsiyesinde bulunurlar. Bu hikâye benim ilgimi çekmişti ve resmettim.
Bir başka ilgi çekici bulduğum hikâye Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde yer alan İstanbul’un kuruluş epiği ve İstanbul tılsımlarının hikâye edilişi üzerineydi. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nin birinci cildini İstanbul’a ayırmıştır. Burada İstanbul’un kuruluşuna ve tılsımlarına dair hikâyeler paylaşır. Bu hikayeler gerçek ile kurmaca bağlamı arasında okuyucuya anlatılır. İstanbul’un kurucuları sırasıyla Hz. Süleyman, Süleyman oğlu Melik Racim, Madyan oğlu Yanko, İskender-i Zülkarneyn, Pozantin Kral, Kayser-i Rum, Vezendon Kral, Kral Yağfur ve Kostantin olarak sıralanır.
İstanbul’un tılsımları ile ilgili 17 kara 6 deniz hikâyesi paylaşan Evliyâ Çelebi on altıncı tılsımda “bir devlet gele, ayakta olan pespaye adamlara söz değip baş ola ve sarıklı adamlar sureti var” ifadesini kullanıyor. Ben bunu II. Mehmet (Fatih) olarak yorumlayıp İstanbul’un kuruluşuna ilişkin bir epik panorama çalışması yapmıştım.
Evliyâ Çelebi üslubu ve hikâyelerindeki kurmaca özelliği sebebiyle modern okur tarafından eleştirilir, ama Evliyâ’nın anlattığı hikâyeler sohbet meclisinin ağırlıkta olduğu bir sözlü ortam için değer gören hikâyelerdir. O dönem belgesel nitelikteki bilgi ile folklor iç içedir. Coğrafi ve mimari bilginin folklor anlatılarından tamamen ayrılmadığı, bilginin iç içe geçtiği bir dönemden bahsediyoruz. 17. yüzyılda bu anlatıların işlenmesi son derece doğaldır. Yazar bu anlatıları gerçek ve kurmaca bağlamında harmanlar, eğlendirici yönü ile birlikte de okuyucuya sunmaktadır.
Günümüzde halk bilimine nasıl bakılmaktadır?
Halkbilimi bugün milletleşme sürecine yapmış olduğu katkının çok daha ötesinde, kitle iletişim dilinin yaygın olarak kullanıldığı küresel dünyada farklı bir dil ile sunulmakta ve kültürün tanıtımına yardımcı olmaktadır. Kitle iletişim araçlarının yaygın olarak kullanıldığı günümüzde, küreselleşme ve popülizm insanlara çok yönlü tercihler sunmakla birlikte, bu tercihlerözitibariyle tek tipleştirmeyi de beraberinde getirmektedir.
Mesela bu konuya Grimm masallarından örnek verebiliriz. Almanya'da klasik edebiyatın temelleri, J. G. Herder tarafından atılmıştır. Herder, İsviçretarihçiliğini "Das Folk" terimindenyola çıkarak formüle etmiş “Halka Doğru”ilkesindenhareketleaydınlara yol göstermiştir. Halk şarkısı kavramını Alman diline sokan Herder, Shakespeare'inkuzey ruhunu ele alan hikâyelerindenetkilenmiştir. Herder'in açtığı yolda ilerleyen Grimm kardeşler (Jacob, Wilhelm Grimm) 1814 yılında "Kinder und Hausmärchen" adını verdikleri masalları derleyerek yayımlamışlardır. Kinder und Hausmärchen ismi ile derledikleri masallar bugün çocuk edebiyatı içerisinde değerlendirilmektedir. Grimm Kardeşler’in derledikleri masalların kültürün endüstri yoluyla görünürlüğünün arttırılması, hemen her alanda bu masallara bir yaşam alanı oluşturmuştur. Hepimiz Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi, Fareli Köyün Kavalcısı, Bremen Mızıkacısı masallarını biliriz. Bu masalların bir şekilde endüstri tarafından üretimi ile karşılaşmışızdır. Belki masalı okuyarak, çizgi filmini izleyerek, sinema gösterimine giderek, belki de bir oyuncak mağazasında bu masallara ait oyuncakları görerek bir şekilde hafızamızda yer edinmişlerdir.
Bu konuda bir başka örnek daha vermek isterim. Cadılar birçok mitolojide özellikle de Batı mitolojisinde olağanüstü güçleri olan yaratıklar olarak işlenmektedir. Cadılık Avrupa’da Orta Çağ ile özdeşleşmektedir. Cadılar toplumdan dışlanan olağanüstü yaratıklar olarak süpürgeye binerler siyah kıyafetler giyer ve ‘sombrero’ya benzeyen şapkalar takarlar. Hepimizin bu cadı figürleri hakkında kafasında oluşturduğu bir betimleme vardır. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde de obur cadılar ile karşılaşmaktayız. Bizdeki cadılar masallarda küplere binerler. Küplere binmek deyimi çok öfkelenmek anlamında kullanılır. Tarihimizde Tırnova Cadı Olayı olarak bilinen bir vaka vardır. Bugün Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Tırnova’ da 1833 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kapatıldığı bir dönemde Tırnova Kadısı Ahmet Şükrü Efendi tarafından İstanbul’a gönderilen bir cadı avı mektubu bulunmaktadır. Bu mektup Takvîm-i Vekâyi’nin 69. sayısında yayımlanmıştır. Belki yukarıda verdiğim örnek Yeniçeri Ocağı’nın kapatıldığı bir dönemde Yeniçerilere karşı bir olumsuzlanma örneği olarak folklor üzerinden işlenmiş olabilir. Ama bu acayip ve garip olaylara inanalım ya da inanmayalım folklorda bir şekilde işlenmiştir. Bu örneklerden yola çıkarak şunu ifade edebiliriz ki; kültüre ve onun yeni bağlamlarda güncellemesine katkı sağlayan, değer veren toplumlar kendi kültürel değerlerinin üretimini devam ettirerek kitlelere ulaştırmışlardır.
Kültürel değerlerimizin modern dünyada bir esin kaynağı olması açısından yeni bağlamlarda güncellenmesi hem sözlü ürünlerin görünürlüğünü arttırmaya hem de kültürel ifadelerin çeşitlenmesine katkıda bulunabilir. Kültür aktarımımızı yeni üretim biçimlerine aktarabilmek yoluyla uluslararası toplumda görünürlüğün artacağını düşünüyorum. Bizim kültürel malzememiz çok güçlü mesajlar içermektedir. Sürdürülebilir barışın devamı için, özellikle kültür aktarımının yeni üretim biçimine aktarılabilmesi gereklidir. Avrupa’da skolastik düşüncenin eleştirildiği, hümanizmin ön plana çıktığı bir dönemden çok daha önce Türk hümanizmi Ahmet Yesevi, Mevlâna ve Yunus Emre’de şekil bulmuştur. Öncelikle kendi kültürümüze bir bütün gözüyle bakmamız gereklidir. Tekniği batının, özü itibariyle bizim olan kültürün, teknik enstrümanlarının iyi kullanılmasıyla daha iyi aktarılacağına inanıyorum. Sadece resim yoluyla değil, plastik sanatların tüm alanlarını kullanarak bunu yapabiliriz. Yunus Emre’nin bir operası, Dede Korkut’un bir senfonisi, masalların bir sinema gösterimi, Evliyâ Çelebi’nin bir çizgi romanı neden olmasın?
Küreselleşmenin halk bilimi ile olan ilişkisi nedir?
Halkbiliminin küreselleşme ile olan ilişkisi Thedor Adorno tarafından ortaya konan "Kültür Endüstrisi" kavramı merkeze alınarak irdelenebilir. Thedor Adorno tarafından 1947 yılında "Aydınlanmanın Diyalektiği" isimli çalışmasında kullanılan “Kültür Endüstrisi” kavramı, modern kapitaliz yoluyla oluşan sorunlara, özellikle kültür ve onun geliştirdiği zihniyet konusuna psikolojik bir kavrayış getirmeye çalışmaktadır. Adorno, kültür endüstrisi kavramını: Endüstrinin doğrudan doğruya üretim sürecine değil, kültürel malın standartlaştırılması ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleştirilmesini anlatmak olarak açıklamaktadır. Kültür endüstrisinin içinde yer alan kültürel oluşum, toplumların katmalarından çıkan ve o toplumun kendi özvarlıklarını taşıyan değerlerden farklı olarak, dayatmacı bir şekilde, o toplumda endüstriyel süreçler sonucunda oluşturulmuş ve seri bir şekilde standart olarak üretilmiş ürünlerle kitlelere ulaştırılmış ve yeni bir kültürel sürecin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
"Kültür Endüstrisi" kavramı merkeze alınarak halkbilim çalışmaları irdelendiğinde kültüre ve onun yeni bağlamlarda güncellenmesine katkı sağlayan toplumların kültürel değerlerinin üretimini devam ettirerek kitlelere ulaştırdıkları görülmektedir. Bu konuda verilecek en çarpıcı örnek Homer anlatıları ve yukarıda da ifade ettiğimiz Grimm kardeşlerin Kinder und Hausmärchen isimli masal külliyatı olabilir. Antik Yunan döneminin tek epik destanı olan Homer anlatıları, Batıkültüründe Hıristiyanlık inancının kutsal kitabı İncil'den sonra en çok saygı duyulan eser olmuştur. Homer anlatıları ile Dede Korkut Kitabı arasında benzerlikler bulunmakla birlikte Homer anlatılarınıngörünürlüğü çok daha fazladır.1815 yılında Denkwürdigkeiten von Asien adlı çalışması ile Dede Korkut Hikâyelerinibilim dünyasına tanıtan F.von Diez, Tepegöz anlatısınıAlmancayaçevirmiş ve Tepegöz ile Polphemos tiplerini karşılaştırmıştır. İki eser arasında benzerlikler ve farklılıklar olmakla birlikte hangi eserin diğer eseri etkilediği düşüncesi uzun yıllar bilim dünyasında tartışma konusu olmuştur. Von Diez, Tepegöz anlatısının daha geniş kapsamlı olması sebebiyle Homeros’un Polphemos tipini doğrudan aldığına hükmetmiştir.
Örneğin Homeros’un Odysseia anlatılarında yer alan Polphemos arketipi, Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü destan ’da yer alan Tepegöz ile benzerlik ve farklılıklar göstermektedir. Polphemos üzerine karşılaştırmalı edebiyat, görselsanatlar, müzik, opera ve bale alanlarında çeşitli disiplinlerarası çalışmaların yapılırken, Tepegöz hakkında yapılan çalışmaların sınırlı kaldığı görülmektedir. Grimm kardeşlerinderledikleri Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi, Fareli Köyün Kavalcısı, Bremen Mızıkacısı masalları endüstri yoluyla yeniden güncellenmiş ve illüstrasyon, sinema, çizgi film yoluyla işlenmiştir. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalının karşılığı Nardaniye Hanım Masalı, Külkedisi masalının karşılığı ise Küllü Fatma masalıdır fakat bu konuda da yapılan çalışmalar sınırlıkalmıştır.
Türkiye’de halk biliminin geleneksel kültürlerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması açısından önemi nedir?
Yukarıda vermis olduğumuz bilgiler dahilinde halk bilimi bugün uluslaşma sürecine yapmış olduğu katkının çok daha ötesinde, kitle iletişim dilinin yaygın olarak kullanıldığı küresel dünyada tanıtılmaktadır. Bu konuda 2003 yılında imzalanan Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesini ve 2005 yılında imzalanan Kültürel İfadelerin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesini kültürel koruma ve gelecek nesillere aktarımı konusunda ele alabiliriz. 1946 yılında İkinci Dünya Savaşınınbırakmış olduğu olumsuz atmosferi ortadan kaldırmak ve insanlığa barış vurgusu yapmak için kurulan UNESCO, özellikle kültür üzerine çalışmalar yapmaktadır. Türkiye UNESCO’ya en erkenüye olan 10. Devlettir. 1972 yılında imzalanan “Dünya Kültürel ve Doğal MirasınKorunmasıSözleşmesi’ne 1982 yılında taraf olmuştur. 2003 yılında UNESCO’da imzalanan “Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi” ve 2005 yılında imzalanan “Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması Sözleşmesi” halkbilimin anlaşılması açısından son derece önemlidir. SOKÜM sözleşmesine göre: “Somut Olmayan Kültürel Miras; toplulukları, grupların ve kimi durumlarda bireylerin kültürel miraslarının birparçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar,bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekanlardır.” Türkiye’nin Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesinde bugün 20 mirası bulunmaktadır. Bunlar:
Meddahlık Geleneği (2008), Mevlevi Sema Törenleri (2008), Ȃşık Geleneği (2009), Karagöz (2009), Nevruz (2009), Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana, Sıra Gecesi) (2010), Alevi Bektaşi Ritüeli, Semah (2010), Kırkpınar Yağlı Güreş Festivalleri, (2010), Geleneksel Tören Keşkeği (2011), Mesir Macunu Festivali (2012), Türk Kahvesi (2013), Ebru (2014), İnce Ekmek Yapımı, Lavaş (2016), Çini Sanatı (2016), Hıdırelez, Bahar Bayramı (2017), Dede Korkut Anlatıları (2018), Türk Okçuluğu (2019), Minyatür Sanatı (2020), Zekâ ve Strateji Oyunu, Mangala (2020), Türk-İslam Sanatında Güzel Yazı, Hüsn-i Hat (2021) şeklindedir. SOKÜM Sözleşmesi geleneğin yalnız korunmasını değil, gelecek nesillere aktarılmasını ve yeni bağlamlarla da ulusalkalıta katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Yani gelenek yalnızca belgelenerek, arşivlenerek ya da müzelenerek korunmaz, yaşatılarak da korunur.
“Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması Sözleşmesi’ne göre ise Kültürel çeşitliliğin insanlığın ortakmirası olduğunun ve herkesin yararı için değer verilmesi ve korunması gerektiğinin bilincinde olarak korunması gerektiğinin altını çizmektedir.
Çalıştığınız alanda sizi etkileyen, size ilham olan sanat eserleri ya da sanatçılar oldu mu?
Halkbilimi millî kimliğin oluşma sürecinde aydın çevreler tarafından işlenmiş, bu düşünce erken Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önceliğinde henüz Sakarya Savaşı devam ederken 1921 yılında Ankara ve çevresindeki eski eserler Akkale adı verilen Ankara kalesinde toplanmaya başlanmış, daha sonrasında yapımı tamamlanacak Etnografya Müzesine taşınmışlardır. Ziya Gökalp’in Millî Müze kurma fikri, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kuruluş süreçleri, dönemin politik atmosferinde tartışılan Türk tarih tezi, Güneş dil teorisi erken Cumhuriyet döneminin kültürel hayatını etkileyen önemli gelişmelerdir.
Bu dönemde sanat camiasında D Grubu, Toplumsal Gerçekçiler, Yeniler Grubu, Onlar Grubu gibi farklı sanat grubu temsilcileri, halk bilimini önceleyen yerel, geleneksel, ulusal, millî gibi birbirini tamamlayan ve bununla birlikte bir kavram karmaşasına da sebebiyet veren temaları merkeze alarak çalışmalar yapmışlardır. Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Nurullah Berk, Abidin Dino, Malik Aksel, Turgut Zaim adını sayacağımız önemli sanatçılardır. Bu sanatçılarımız ulus inşa sürecinde halkbilimi konularını çalışmalarına aktarmışlardır.
Halkbilimi artık uluslaşmasürecine yapmış olduğu katkının çok daha ötesinde dijitaldünyada çok daha farklı bir dil ile işlendiği için yapılan sanatsal çalışmalardafarklılık göstermektedir.Öncelikle ben kendi stilimi kendim oluşturmak gayreti içerisindeyim. Bir akımı ya da bir sanatçıyı rehber edinmedim, ama etkilendiğim sanatçılarda olmuştur. Bunlar Malik Aksel ve Turgut Zaim başta olmak üzere, İlban Ertem ve Suat Yalaz’dır. İlban Ertem. İhsan Oktay Anar’ın kaleme aldığı İlban Ertem’in daha sonra çizgi romana aktardığı Puslu Kıtalar Atlası romanı başlı başına etkilendiğim bir çalışmadır. Ertem’in kitabı resimleme süreci üzerine bir yazısını okumuştum. Kitaptan etkilendiğini, adeta yaşadığını aktarıyor ve kitabı resimlemek istediğinden bahsediyordu. Benim de metinlerarasılık kavramı ve sözlü ürünleri resmetmek hakkındaki görüşlerim biraz İlban Ertem hocayla benzeşiyor gibi. Son olarak Suat Yalaz’ın Karaoğlan ve Tarkan çizgi romanları beni etkileyen çalışmalar olmuştur.
Son olarak, Halk BilimininTürkiye’deki geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Küreselleşen dünyada Kültür Endüstrisi kavramı üzerinden sanatın bir meta haline dönüşme serüvenine vurgu yaptık ve bir çıkarımda bulunmaya çalıştık. İrdelemiş olduğum konunun ana özeti, kültürel mirasımız modern dünyada bir esin kaynağı olması açısından yeni bağlamlarda güncellenmesi ve uluslararası alanda görünürlüğünün arttırılması yönündedir. Ana düşünce ise; milli değerlere saygılı olup, bu değerleri kültür yoluyla işlenmesinin modern toplumun yerine getirmesi gereken bir ödev olması yönündedir. Özitibariyle milli değerlere saygılı olup bu değerleri kültür yoluyla işlemek ve bir o kadar da evrensel değerlere saygılı olmak modern toplumun yerine getirmesi gereken bir ödevdir. Bu yolla insanlığın ortak mirasına farklı bir bağlamda bakabilir ve uygar bir dünyadafarklılıklara saygı duyabilirizkanaatindeyim.
Son dönemde Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç kavramı üzerine akademik okumalar gerçekleştiriyorum. Kamu diplomasisinin kavramsallaştırılması 1965 yılında Edmund Gullion tarafından yapılmıştır. Gullion’a göre kamu diplomasisi, uluslararası ilişkilerin geleneksel, klasik diplomasi dışındaki alanlarını kapsamaktadır. Kamu diplomasisi, diğer ülkelerin ihtiyaçlarını, kültürlerini, halklarını anlama; mesajların aktarılması, hatalı algılamaların düzeltilmesi, ortak amaçlar için uygun zeminlerin tespit edilmesi hedefleri ile ortaya konulan ilişki geliştirme yöntemidir. Bir başka ifadeyle, devlet ve devlet dışı aktörler tarafından diğer ülkelerin halkları ile kurulan pozitif ilişkiler bütünüdür.
Yumuşak güç kavramı, ilk kez 1990 yılında Joseph Nye tarafından “Bound to Lead” adlı kitabında kullanılmıştır. Nye, kitabında ülkelerin güçlerini sert ve yumuşak güç olarak ikiye ayırmaktadır. Yumuşak güç kaynakları sayesinde ülkeler, dünya siyasetinde arzu ettiği neticelere ulaşmayı ve savunduğu değerleri benimsetmeyi amaçlamaktadır. Bir ülkenin yumuşak gücü üç temel kaynağa dayanmaktadır. Kültür, Siyasi İlişkiler ve Dış Politika…
Halkbilimin millî kimliğin oluşma sürecindeki etkisinden ve kitle iletişimin yaygınlaştığı küresel dünyadan bahsettik bence yukarıda verdiğim bilgiler dahilinde 21. yüzyıl kamu diplomasisi açısından bir milliyetçilik yüzyılı olacak gibi. Bu yüzyılın yumuşak gücü halkbilim olabilir ve küresel dünyada kültürün millî bir söylem olarak işlenmesine çok daha fazla katkı sağlayabilir.
sağlayabilir.
Kaynak:BBN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.