Anlamak için yazıyorum
Bir ağaç hayal edin. Erik ağacı! Dallarından birinin üzerine kurulmuşsunuz. Dal usul usul çatırdamaya başlarsa ne yaparsınız?
Genç kalem Fatih Türker “Erik Ağacı” isimli ilk romanında genç sinema öğrencisinin film çekme tutkusunu, ilk duygularını, aşkını, umudunu ve kederini resmediyor.
Edebiyat, fikir ve sanat dünyamaza renk katan değerlerimiz ile sohbet tadında röportajlar yapmaya devam ediyoruz. Bu haftaki konuğumuz genç yazar dostumuz Fatih Türker…
Keyifli okumalar dileyerek röportajımıza başlıyoruz.
-Merhabalar Fatih, öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
-Gerede doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençliğim Sapanca'da geçti. Selçuk Üniversitesi Sinema Televizyon bölümünde başlayan üniversite hayatım Üsküdar Üniversitesi'ne yatay geçiş yapmamla devam etti. Buradan mezun oldum. Muhabirlik ve spikerlik yaptım, bir dönem halkla ilişkiler olarak çalıştım. Şuan finans danışmanlığı yapıyorum. Edebiyata ve hayata meraklıyım.
-Sizi Üntv'deki muhabir, spiker Fatih olarak tanıdım ben. Mesleğini aşkla yapan nadir insanlardan biriydin benim gözümde. Kitapla olan bağın televizyonda da kendini gösterdi. Hem yaptığın programlar, kitap fuarlarında çalıştığın dönemler... O zamanlardan bahsedebilir misin biraz?
-Teşekkür ederim güzel sözlerin için. Konya'ya ve Selçuk Üniversitesine çok şey borçluyum. Selman Selim Hocam'la haber merkezinde ilk karşılaştığımız zaman elimde duran kitabı görünce, ‘Okumayı bırakma’ diye öğütlemişti. Kendimi en yalnız hissettiğim zamanlar yoldaşım oldu kitap. Okurken de işimde bolca ön plana çıkardım. Kitabı yalnızca okumak değil üzerine düşünmek, yazmak ve konuşmak da önceliğim. Dediğin gibi üniversite eğitimi sırasında bir taraftan da Üniversite Televizyon'unda çalışıyordum. Okulla birlikte yorucu ama müthiş zevkli bir tempoydu. Bolca insan tanıdım bu vesileyle, şehir gezdim. Her insandan, gördüğüm yerlerden heybeme birikim yaptım. Sonra televizyonda Kağıttan Hayatlar adlı bir program yaptık. Yazarları konuk alıyorduk. Kitaplarla ilgili fikirlerim o dönem daha da olgunlaştı. ‘Meğer kitap, üzerine sorular sorulunca kıymeti artan bir şeymiş.’ dedim kendi kendime. Hasılı, sinema eğitimi yazım dünyama çokça katkı yaptı.
-Yazarlık fikri ne zaman oluştu? İlk yazmaya başladığın zaman ne düşündün?
-Çocukluk hayalimdi, diyemem. Son zamanlar aklımda şekillendi. Bir an galiba. Acaba, olur mu? diye soruyorsun. Sonra karalamaya başlıyorsun. Kalem, kağıtla aram iyi değil son zamanlarda. Benim için son model daktilo, bilgisayarla yazıyorum. (Burada gülüyor.) Günlük tuttum kendimi bildim bileli. Hala da tutuyorum. Bellek yanıltıcı olabiliyor. Günlük iyi bir ölçü. Bazen bazı düşüncelerimiz zamanla değişiyor. O düşüncelerin ilk halini görmek, nereye geldiğini fark etmek için günlük değerli. Sonra etrafımda şahit olduğum küçük olayları yazmaya başladım. Öykü yazdım daha çok. Hatta lisede ödül almıştım bir defa. Sonra heveslendim. Üniversiteye başlamadan roman yazmaya koyuldum. Böyle.
-Geçtiğimiz yıl "Erik Ağacı" ile tanıştık. Özellikle genç okurların tarafından ilgi ve takdirle adım attın kitap dünyasına. Oldukça heyecan verici bir süreç aslında. Elinde somut bir eserinin olması, raflarda sıra sıra kendi ismini görmek oldukça gurur verici. Kitabın oluşum sürecinden bahseder misin, "Erik Ağacı" hangi evrelerden geçti?
-Erik Ağacı Ağustos 2020'de çıktı. Kısa sürede insanlara ulaştı. Sonra bana mesaj atanlar oldu. Yazdıklarımı bugüne kadar değer verdiğim bir kaç kişi okumuştu. Tanımadığım insanların okuması fikri hala heyecanlandırıyor beni. Pandemi dönemine denk geldiği için pek fuar görmedi kitap, ona rağmen çok güzel geri dönüşler aldım. Hayalden daha uzak geliyordu başlarda. Elime alana kadar kendimi inandırmakla meşguldüm. Başından sonuna kadar üç yıl sürdü yazmak. Sıkça ara verdim. İlham, totem gibi şeylere inanmıyorum. Bence bir yazarın hayatında, "otur evde romanını yaz." diyen biri olmalı. Bu konuda biraz kısmetliydim. Ailem, arkadaşlarım, dostlarım hep destek oldu. Üniversite sınavına hazırlanırken başladım. Başlarken müthiş akıcıydı yazmak, sonraları yorucu bir hal aldı. Yüzmeye benziyor. Bir hışım havuza dalarsın da sonlara doğru nefes nefese kalırsın ya, o misal.
-Kitabın içeriğinden bahsedelim biraz da. Karakterleri nasıl oluşturdun? Kendinden hangi kısımları yansıttın?
-Bu soruyu sıkça düşünüyorum. Benden pek bir şey yok sanıyordum yazarken. Çıktığında fark ettim. Epey yer varmış. Hatta ev arkadaşım Mustafa'yla Konya'da yaşadığımız garip bir olayı da yazdım bir bölümde. Tabi kendinden bağımsız olmuyor kitap. İnsan bilmediği bir durumu, duyguyu yazabilir mi? Kararsızım bu konuda. Ben esasen anlamak için yazıyorum. En başta kendimi anlamak için. Karakterleri de oluştururken onları anlamaya çalışarak başlıyorum. Hak veriyorum yer yer, kızıyorum, bağırıyorum. En nihayetinde kimisine haksızlık ettiğimi, kimisini de fazlasıyla kayırdığımı anlıyorum. Kitabın bazı bölümlerinde çok gülüyorum. Hala açıp okuduğum yerler var. Kendimi tekrar tekrar okuduğum yerlere gülerken buluyorum. Evdekiler de garipsiyor, tabi. Soruna gelecek olursam, ne benden başka bir şey bu hikaye ne de tam olarak ben. Karar okurun.
-Düşündüğün yeni projeler var mı? (yazdığın başka hikayeler var mı?
-Altı aydan beri çalışıyorum. İş hayatı yazmaya pek fırsat bırakmıyor. Ama günlükten kopmamaya gayret ediyorum. Orası tek sığınağım. Aklımda hikayeler dönüp duruyor. Teyzem geçenlerde bir poşet kivi getirdi. Daha olmamıştı bazıları. "Elmaların içine koyarsan yumuşar." dedi. Hemen bir hikaye canlandı zihnimde. Diğer taraftan da ne kadar yaşamın içinde olursam o kadar yazmaya şevkim artıyor.
-Son olarak, bir kitap yazmak isteyen yazar adaylarına neler söylemek istersin?
-Ben nasıl bir yol izliyorum, bunlardan bahsedebilirim. Bir defa bolca okumak. Okumadan da yazılır demek kocaman bir safsata. En başında bir metnin sana tesirini bilmen lazım. Daha sonra bolca yazmak. Günde bir sayfa yazmak. Ne yazdığının önemi yok. Sevgi Soysal Yenişehir'de Bir Öğle Vakti romanını yazarken o günleri günlüğünde, her gün sekiz sayfa yazacağım dedim kendime, diyerek anlatıyor. O disiplin çok önemli. Son zamanlarda okuduğum öykülerin sonlarını kendim yazarak bir çalışma yapıyorum. Bunu da çok düşünüyorum okuduğum kitaplar üzerinden. "Acaba ben olsam nasıl yazardım?" diye soruyorum sürekli.
Röportaj: Aslı Sena Çevikbaş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.