Ercan Er: "Seyircinin beynine ve midesine bir yumruk gibi inmek istiyordum"

Ercan Er: "Seyircinin beynine ve midesine bir yumruk gibi inmek istiyordum"

Bu hafta gerilim-korku türünde 'Necroman' adlı 12 dakikalık kısa filmi ile, yurt içi ve yurt dışında 23 ödül kazanarak dikkatleri üzerine çeken başarılı Yönetmen Ercan Er ile filmlerini, Türkiye' deki film sektörünü ve yeni projelerini konuştuk. Mesleğine olan sevgisine, senaryo konularında ki farklı tarzına bakınca Ercan Er ismini sıklıkla duyacağımıza inanıyorum.

RÖPORTAJ: HANDE İPEKGİL

Hayatınızın film izleyerek ve sinemayla alakalı kitaplar okuyarak geçtiğini söylüyorsunuz. İstanbul Gelişim Üniversitesi’nde Radyo, Sinema ve Televizyon bölümünde eğitiminizi de almışsınız. Sinemaya olan ilginize bakılırsa oyuncu olmak isteyebilirdiniz. Siz neden yönetmenliği seçtiniz?

-Çocukluğumdan beri en sevdiğim şey sinemaydı. Bir gün fırsat gelirse kendimi, fikirlerimi, bakışımı yansıtabileceğim en iyi sanat dalı sinemaydı. Bunu yapmam içinde tek başıma karar verebileceğim bir konumda olmam lazımdı. Özgür olmam gerekiyordu. Bunu yapabileceğim en iyi konum yönetmenlikti. Bir yönetmen, kendisinden daha yetenekli insanları alıp, onların arasındaki etkileşimi kurup, şöyle bir hikâyeyi hayata geçireceğiz deyip, o şekilde kanalize edip, kendi fikirlerini ve yapmak istediklerini hayata geçirebilir. Fakat oyunculukta özgür değilsiniz. Sizden istenileni vermek zorundasınız. Bunun için yönetmen olmayı seçtim.

Ercan Er: "Seyircinin beynine ve midesine bir yumruk gibi inmek istiyordum"

 

Size ilham veren, örnek aldığınız Türk, yabancı yönetmenler var mı?

-Eğer bir gün film çekebilirsem, en sert, en asap bozucu, en kanlı, aynı zamanda ‘’arthouse’’ filmler yapmak istiyordum. Seyircinin midesine ve beynine bir yumruk gibi inmek istiyordum. Yani ‘’Fransız Aşırılığı’’ yapmak istiyordum. İlk olarak tartışmasız en iyi korku yönetmeni olarak gördüğüm Dario Argento diyebilirim. Bunun yanında, John Carpenter, Wes Craven, Tobe Hooper, Polanski, Del Toro, James Wan, Hitchcock, Kubrick, Gaspar Noe, Brian De Palma, Nicolas Roeg, Alexandre Aja, Xavier Gens, Pascal Laugier, Clive Barker, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Yılmaz Güney, Reha Erdem diyebilirim. Aslında sadece korku filmi yönetmenlerinden ’de etkilenmiyorsunuz. Farklı türden yönetmenlerden ’de etkileniyorsunuz. Necroman filmimde, Milcho Manchhevski’nin yönettiği Before The Rain (Yağmurdan Önce) gerek senaryo işleyişi, atmosferi özellikle müzikleri olsun çok etkilenmiştim. Aynı zamanda, Tom Tykwer’in yönettiği Perfume (Parfüm) filminden ’de inanılmaz etkilenmiştim. Bunun dışında sadece filmlerden veya yönetmenlerden ‘de etkilenmiyorsunuz. Sinema dışında hayatın içinden olaylardan ’da etkileniyorsunuz. Mesela bir metal müzik dinlerken hayallere dalıp, inanılmaz fikirlere kapılabiliyorsunuz.

 

Türk korku filmleri genellikle cin temalı olarak izleyicinin karşısına çıkıyor. Sizin senaryolarınıza baktığımda da okültizm den etkiler görüyorum. Bu seçimin sebebi nedir, senaryolarınızı neye göre belirliyorsunuz?

-Okültizm ile alakalı ne zaman karşıma bir şey çıksa çok ilgimi çekmiştir. Saatlerce arkadaşlarımla bu konu hakkında konuştuğum geceler olmuştur. Yaklaşık 6-7 yıldır ’da sürekli bu konu hakkında araştırmalar yaparım. En son yaklaşık 1 ay önce Sabine Doering- Manteuffel’in Okültizm kitabını okudum. Çok yüzeysel ritüelleri ve farklı olguları anlatan bir kitap. Kitabın en etkileyici yeri de girişindeki, Okültizm ‘’ Aptal adamların metafiziğinden’’ başka bir şey değildir cümlesiydi. Benim senaryolarımda ne var derseniz, buna hayatın içinden yanıtını verebilirim. Aslında özellikle okülist sistem veya başka bir şeyin içinden ilham alarak yazmıyorum.

 

İlk filminiz 'Zuzula' dan sonra ikinci 'Necroman’, Southeast Regional Fest'te 'En İyi Korku Filmi', Creepy Tree Fest'te 'Ürkütücü Set Tasarımı', Monsterflix Awards'ta 'En İyi Yönetmen' ile 'En İyi Oyuncu' ve Santiago Horror Film Fest'te 'Resmi Seçki Alan Film' ödüllerinin de aralarında olduğu 23 ödül kazandı. Öncelikle tebrik ederim. 12 dakikalık filminiz yapım aşamasını, süreçte yaşananları kısacası başarıya giden yolu bize anlatır mısınız?

-Zuzula benim bir şeyler yapmaya başlamam lazım deyip o şekilde yaptığım bir filmdi. Necroman ise orta düzeyde bir bütçe bulmadan asla başlamayacağım dediğim bir işti. Aynı okuldan mezun olduğum benden yaşça büyük Aykut Gökmen Çalışkan’ın bir gün inandığın bir proje var mı? demesiyle her şey başladı. Aslında filmin aldığı ödüller benim gözümde başarı değil. Dünyanın en iyi ilk 50 festivali arasında gösterilen Portland Horror Film Festivaline seçilmemizden daha büyük olay benim bu filmi bitirmem ve aslında yalnızım artık dediğim anda inanılmaz insanlar tanımış olmamdı. Film çekim aşamasında anlaştığım şirketin sete gelmemesi, ilk gün setimin iptal olması, anlaştığım oyuncuların set günü çekime gelmemesi, set çalışanlarını oyuncu olarak oynatmamız, Beykoz’da gün boyu bağırsak aramamız, şu an Türkiye’nin en önemli medyası olarak görülen bir kurumun filmin post prodüksiyonu için 3 ay beni bekletip en sonunda 1 ay daha beklemeniz lazım deyip filmi onlardan almam, filmin çekimleri sırasında artık terk edilip tek başıma kalmam… Tüm bu yaşananlardan sonra benim için en önemli ödül bu filmin bitmesiydi. Aslında her şey buradan sonra başladı. Film için anlaştığım şirket sete gelmeyince o gün kazayla belki de filmimin bitmesinde, ödüller almasında en önemli etkiye sahip olan Cihan Gedik (Görüntü Yönetmeni) ile tanıştım. Sette bana yaptığı inanılmaz yardımlar, filmimi küçümsemeyip inanılmaz şekilde kendini vermesi ve en sonunda da ünlü medya şirketinin beni 3 ay bekletmesinden sonra bence sektörün en harikası olan Creative Prodüksiyon’un sahibi Engin Cebiroğlu’yla beni tanıştırması oldu. Filmimin renk, müzik, görsel efekt, kurgu her türlü post prodüksiyon aşamasını sanki kendi filmi gibi benimseyip sahiplendi. Açıkçası festivaller den pek umudum yoktu. Sadece iki tane prestijli festivale gönderdim. Bir gün evde otururken dünyanın en seçkin festivallerinden biri olarak gösterilen Santiago Horror Film Festivaline filmimin seçildiği mailini aldım. Buna inanamayıp mailimi birkaç defa yenilediğimi hatırlıyorum. Bu haberden sonra ‘’Festival Circle’’ dediğimiz o yılın festival çemberinde filmim dolaştı. Birçok festival filmimi görmek için bana mailler attı. Birçok iyi ve prestijli festivale filmimi bu sayede gönderebildim. Türkiye de filmimin haberleri yapılmaya başlandı. Çözümlemeler yapılmaya başlandı. Yurt dışında birçok sitede filmimin çözümlemesi yapıldı. Amerika’da en çok okunan ‘’HorrorBuzz’’ dergisinde çözümlemesi yapıldı. Bunun gibi hala inanamadığım birçok haberler aldım.

 

Sizce filmin bu kadar ödül almasında en etkili olan şey neydi?

-Necroma’nın stilistlik yapısından dolayı olduğunu düşünüyorum. Necroman da kişisel zihin hapishanesi atmosferi sunarak korku alegorisi yaratmaya çalıştım. Biraz kendi başına buyruk bir film. Anlatımıyla biraz fark yaratmaya çalıştım. Korku türünü yerel bir hikâye üzerinden evrensel dokunuşlarla anlatmaya çalıştım. Sanatıyla, atmosferiyle, ışıklarıyla, müzikleriyle ‘’arthouse’’ bir film yapmaya çalıştım. Filmin tarzı kesin budur diyemiyorsunuz. Bir kısmında, korku filmlerine göre ağır giden İspanyol korku sineması diyorsunuz, başka bir kısmında Fransız Aşırılık sinemasına selam çakmış diyorsunuz, dönüp bir bütün olarak baktığınızda ise ‘’hollywood’’ sineması diyorsunuz. Bence bu kadar ödülü almasının en büyük sebebi bunlar.

Ercan Er: "Seyircinin beynine ve midesine bir yumruk gibi inmek istiyordum"

 

 

Oyuncularınızı neye göre seçiyorsunuz?

-Filmlerimde oyunculara ya sosyal medya üzerinden ulaşıyorum ya da tanıdıklar aracılığıyla ulaşıyorum. İlk olarak projemi anlatıp kendisi içinde uygunsa ufak bir ‘’audition’’ çekmesini istiyorum. Tüm bunların uygun olması halinde bir görüşme ayarlıyorum. Görüşmede enerjimize, senaryoya olan heyecanına ve en önemlisi anlatmak istediğim konuya ne kadar hâkim ne kadar istekli olup olmadığına bakarak seçimlerimi yapıyorum.

 

Türkiye' deki dizi ve filmlere baktığımızda komedi ve drama türlerinin daha çok sevildiğini gözlemliyorum. Korku filmlerini tercih eden bir yönetmen olarak siz ne düşünüyorsunuz? Hatta şunu da sorayım, bu durumdan dolayı çekinip istediğim ilgiliyi bulamazsam diye düşündüğünüz anlar oluyor mu?

-Aslında bunun kültürel olduğunu düşünüyorum. Bununla alakalı ‘’Öteki Sinema’’ sitesinde bir tartışmayı takip etmiştim. Oradan çıkardığım sonuç, biz zaten yeterince korku dolu bir hayat yaşıyoruz. Sinemaya bunu atmaya gidiyoruz. Orada da gerilmek istemiyoruz olmuştu. Birde herkes kendini izlemek istiyor. Bu nedenle komedi, drama ve romantik filmlerini kendine daha yakın görüyor. İnsanlar kendinden bir şeyler buluyor. Dikkat ederseniz genelde zengin kız fakir oğlan, iki kadın arasında gidip gelen adam veya küçük yaşlarda evlendirilen bir kızın dramı… İnsanlar tamamen bu temalarda kendilerini buluyor. Bunu tamamen ‘’bollywood’’ sinemasına benzetiyorum. Başroldeki karakterin tavrı, tarzı her şeyden önemli. Belki buna sosyologların ve psikologların cevap vermesi daha iyi olabilir. Ben hiçbir zaman bunu düşünerek ilerlemedim. Her zaman bir gün film yaparsam ne olursa olsun kendimi yansıtacağım, gişe kaygısı olmadan tamamen kendime özel bir film yapacağım diye düşündüm. Her şeye rağmen yine de Türkiye’de ciddi bir korku film seyircisinin olduğunu düşünüyorum. Suna da inanıyorum; eğer siz gerçekten kaliteli iyi bir iş yaparsanız, yaptığınız tür ne olursa olsun, zaten isteseniz de istemesiz de gerekli ilgiyi görürsünüz. Özellikle Türkiye’de sinema söz konusuysa…

 

 

 

 

Peki yerli korku sinemasının gidişatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

-Bizim yerli korku sinemasını Hint sinemasına benzetiyorum. Atmosferden çok başka olaylar ön planda olduğu için. Makyajlar, tavırlar, hissiyat hiç olmadığı için. Biçimden çok içeriğin ön planda olduğunu görüyorum. Bana genelde içinde cin olmayan hayatın içinden olabilecek bir korku film yaptın diyorlar. Fark yarattın diye iltifatlar çok aldım. Bence olay cin filmi olup olmaması değil. Filmin konusu ne olursa olsun nasıl baktığın önemli. Biçim önemli. Şöyle geçmişe baktığımız zaman, son dönemde izlediğim harika cin filmi olan, Under The Shadow herkese tavsiye ediyorum. Filmi izleyince bizim ülkede 20 senedir yapılamayan cin filmleri aslında nasıl harika yapılabilir diyorsunuz. Aynı zamanda The Others, İnsidious, The Exorcist, The Witch… Bunlarda cin film. Fakat atmosferin, biçimin, işleyişin, ‘’arthouse’’ ön planda olduğu filmler. Hepsi farklı kültürlerden filmler. Her toplumun, kültürün kendi paranolmal olayı var. Olayın tamamen bundan ibaret olduğunu düşünüyorum. Tamamen nasıl anlattığınla alakalı. Korku sineması bence protest sanatın en üst kademesidir. Mesela The Texas Chainsaw 1974 bunun inanılmaz bir örneğidir. Ülkemizde hatırı sayılır sinema eleştirmenleri korku filmlerine pek yanaşmaz. Fakat The Texas Chainsaw 1974 ‘’arthouse’’ ve aşırılık sayılacak mükemmel bir filmdir. Hatta filmde oynayan oyuncuların hiçbiri profesyonel oyuncu değildir.  Yoksa cin, zombi, katil olup olmadığı önemli değil.

 

Yurt dışında birçok film festivali düzenleniyor. Türkiye’deki festivaller sizce yeterli mi?

-Buna sayı olarak bakacak olursak, İstanbul Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali, Adana Altın Koza Film Festivali ve bunun gibi festivaller oldukça yeterli. Fakat buralarda da korku türüne pek sıcak bakılmıyor. Bu sene İstanbul Film Festivalinde birkaç tane korku filmi görünce biraz umutlandım.

Kısa filmler aracılığıyla kendinizi, tarzınızı gösterebildiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa sektörel anlamda daha iyi yerlere gelebilmek ve daha popüler olmak için uzun metraj film şart mı?

-Evet gösterdiğimi düşünüyorum. Kısa film 100 metre koşusu gibidir. Uzun metraj ise maraton koşusu gibidir. Kısa filmde çok kısıtlı süreniz oluyor. Birçok şeyi bu kısa alana sığdırmak zorundasınız. Uzun metrajda olduğu gibi yüksek bütçelere ve prodüksiyonlara sahip olamıyorsunuz. Böylelikle kendi tarzınızı göstermek kısada daha zor oluyor. Tüm bunlara rağmen kısada kendinizi yine de gösterebilirsiniz. Bu daha değerli oluyor. Eğer yeteneğinizi kısa metrajda gösterebiliyorsanız, uzun metrajdan göstermek daha kolay oluyor. Bugün birçok kült film çeken yönetmelerin en az 3-4 tane kısa filmleri olduğunu görebilirsiniz. Siz 100 metre koşusunda iyi iş çıkardığınız zaman zaten maraton koşusuna davet ediliyorsunuz.

 

Siz de uzun metraj filminizin çalışmalarına başladınız. Yeni projenizden biraz bahseder misiniz?

-Şu anda iki proje hazırlığım var. İlki Reborn adında bir kısa film. Reborn ‘’Paranoid Şizofreni’’ olan bir polisin kendi geçmişiyle hesaplaşmaları, sanrıları ve korkularıyla yüzleşmesini konu ediyor. Üzerinde aylarca titizlikle devam ettim. Birçok psikiyatri ve psikologlardan bilgiler aldım. Halada almaya devam ediyorum. Şu an cast aşamasındayım. Yakın zamanda çekimlere başlayacağım. İkinci projem ise ilk uzun metrajım olacak. 4 aydır senaryosu üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Pagan inancıyla alakalı bir film olacak. Çok güzel gidiyoruz.

 

Oyuncularınız belli mi? Ya da çalışmak istediğiniz, aklınızda olan isimler var mı?

-Aklımda kesinlikle şu olacak dediğim bir oyuncu yok. Zaten uzun metrajlı projede daha senaryo aşamasındayım. Reborn filmimde çok güvendiğim ve heyecanlandığım psikiyatri sahnesi için Timuçin Esen ile çalışmayı çok istiyorum.

 

Son olarak 5 yıl sonra mesleğinizle ilgili kendinizi nerede görüyorsunuz?

-Bu soru 2012 yılında dershanede kurucusu tarafından bana, sen 10 yıl sonra kendini nerede görüyorsun? diye sorulmuştu. Bende, muhtemelen 3 kısa film çekmiş olup ilk uzun metrajlı filmimi de yapmış olacağım demiştim. Bunu sanki başardım gibi… Şu an ise 5 yıl değil de bu aralar, kafamda belirlediğim en iyi film festivallerinde Reborn filmimi gezdirip daha sonra, Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale kitabını sinemaya aktarmak.

Keyifli söyleşi için teşekkür ederim.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.