Hiçbir diyet başarısı kafada bitmediği sürece yönetilemez
Yemek yediğinizin farkında olmuyor ve kendinizi bir türlü yemekten alıkoyamıyorsanız, yemek yemeyi bir kaçış ya da mutluluk duygusu olarak algılıyorsanız, kilolarınız her geçen gün artıyorsa, kendinizi sıklıkla buzdolabının önünde buluyorsanız ya da tam tersi açlık hissini yaşayamıyor ve dolayısıyla kilo alamayıp ideal kilonuza ulaşamıyorsanız bu haftaki röportajımız sizler için olacak. Çünkü bugün sizleri Türkiye'nin tek PDR ve Klinik Psikoloji Bilim Uzmanı olan Diyetisyen Funda Tuzgöl ile tanıştıracağım. Çok değerli bilgi ve deneyimlerini bizimle paylaştığı için öncelikle kendisine çok teşekkür ederim.
Funda Hanım sizinle pek çok televizyon ve radyo programı yaptık. Bizi takip edenler sizi zaten tanıyor fakat ilk kez sizi tanıyacaklar için kendinizden biraz bahseder misiniz? Aslında ben de en çok şu sorunun cevabını merak ediyorum, hiç sormamıştım. Neden diyetisyen oldunuz?
-Hande Hanım merhaba. Bu güzel sohbet bana da çok iyi gelecek. Bu beklenmedik soru ile beni 26 yıl önceye götürdünüz. Çeyrek asır geçmiş. Bir kez daha dünyaya gelsem yine diyetisyen olurum diyen ben bile isteyerek seçmedim bu bölümü.
İlk iki sene sadece mimarlık yazdım. Anneciğimin beni silkelemesi ile şimdiki gençler belki bilmez, en geç sınavdan bir gece önce doldurmak zorunda olduğumuz tercihlerimin 17.si (yani sondan birinci tercihim) Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nü kazandım. Ama “Diyetisyenlik” kazandım deyince, “estetisyenlik mi?” dendiği yıllardan bahsediyorum. Canım Ayşe Baysal Hocam kendisi bölümümüzün kurucusu. O’ nu rahmetle anıyorum. O bir Köy Enstitüsü kızı. Bence o bir dahi. 1960’larda bu bölümü kurmasa, kim bilir ne kadar geri kalırdık?
Şimdi ise bir buçuk yılda bir kendini yenileyen dinamik bir bilim dalını, sevgili meslektaşlarımla tüm Türkiye’de icra ediyor ve tüm halka öğretmeye ve de uygulatmaya çalışıyoruz. Beni yetiştiren namı diğer “mercimekçi teyze” Prof. Dr. Ayşe Baysal Hocam başta olmak üzere ve birbirinden değerli hocalarımı sevgiyle burada dile getirmek isterim. İyi ki de diyetisyen olmuşum; yemek yapmayı çok seviyorum, insanlarla iletişim kurmayı çok seviyorum, doğru bildiğimi anlatmayı çok seviyorum.
Diyetisyenlerin verdikleri önerileri kendilerinin uygulayıp uygulamadıkları hep merak edilir. Sizin mutfakla, yemekle aranız nasıl?
-Evet bu çok sorulur. Uygulamadığım hiçbir öneriyi vermem. Bayılırım yemek yapmaya, market alışverişine, hele pazara gitmeye… Pazarda kendini kaybetmiş, kucağına sebzeleri almış onlarla konuşan birini duyarsanız muhtemelen o benimdir. Buzdolabım evimizde en sevdiğim araçtır. Temizlerim mutlaka, ayıklarım. Yeşilliklerim için temiz bezlerim vardır, sarar öyle saklama kaplarıma koyarım. İsraf asla yapmam. O pancar haşlanmış ise suyuna çorba yapılır. Yoğurt için aldığım sütüm kesilmiş ise tortusundan lor peynir elde eder, suyunu kavanozlara koyup ekmeğimi bu sudan yapar, yayla çorbama koyarım. Eee bir yandan da Kayserili bir annenin kızıyım, mutfak benim işim. Çok severim. Bugün çok yoğun isem sabah beş buçukta kalkar günün yemeğini üç çeşit yapabilirim. Herkese de her fırsatta anlatırım. Yeter ki isteyin yemek yapmak çok kolay ve çok keyiflidir, bu ikisini kabul ederseniz de terapi gibi iyi gelir derim.
Türkiye’nin tek PDR ve Klinik Psikoloji Bilim Uzmanı oldunuz. Bu süreci anlatır mısınız?
-Bu süreç aslında yıllar önce başladı. Fikir babası canım eşim Psikoterapist Dr. Kamil Tuzgöl’dür.
“Sen diyet tedavinden başka bir şey yapıyorsun, bu iş alaylı olarak kalmamalı, diplomalı olmalısın” dediği sıralar Güven Hastanesinin diyet departmanının hem poliklinik, hem yatan hasta, hem kurum mutfağı, hem de diyetisyen oryantasyonunun sorumlularındandım. Danışanım kilo verse bile yeniden kilo alarak gelebiliyor, ancak odaya girdikten sonra; “Liste yazmayı boş ver, hepsi sırasıyla bende var, endişelenme. Ben yaparım onları, biz sorunlarımı konuşalım” derdi. Bunu çok defa yaşadım. Hakikaten rutin diyet düzenlemeleri yapmadan, sorunlarını konuştuğumuzda yeme durum değişikliğinin başladığını, yeme ataklarının düzene girdiğini, hataların ortadan kalktığını gözlemlersiniz. Aynı zamanda kliniğimizin de terapisti olan eşim bu eğitimlerim konusunda, hem hocam hem de yol göstericim oldu. Bu iki yüksek lisans bana çok şey kattı. Danışanlarıma uyguladığım tedavilerimde elimi çok kuvvetlendirdi. Çünkü her zaman sadece yediklerini düzeltmenin kilo sorununu çözmek için tek yeterlilik olan danışanlar gelmiyor diyetisyenin karşısına. Bazen silkeleseniz bir kitap yazacak kadar diyet bilen, verdiği önerilerle eşini, dostunu, komşusunu zayıflatabilecek kadar bilgili ancak kendi kilosu söz konusu olduğunda başarısız danışana bu donanımımın faydası çok fazla oluyor.
PDR ve klinik psikoloji alanında ilerlemenizin beslenme danışmanlıklarında faydası nedir?
-Bu sorunuzun cevabını, paylaşmak konusunda izin aldığım, konu başlıkları tarafımca değiştirilmiş bir nevi birçok danışandan derleme ile oluşturulmuş bir vaka örneğiyle vermeye çalışacağım. 89 kiloda, 150 cm boylarında, kadın, menopoz döneminde, iki çocuklu bir danışan bana geldiğinde, ‘neden buradasınız?’ soruma “oğlumun düğünü dört ay sonra, nişanda çok kiloluydum. Bu şekilde düğüne gitmek istemiyorum” dedi. ‘Ne işle uğraşıyorsunuz’ soruma cevabı çok dikkat çekiciydi; “Doçentlikten emekliyim.” Bir akademisyenin hedefi profesör olmakken altını çize çize ‘doçentlikten emekliyim’ sözü bana çok şey anlatıyordu. Ama benim bilmemden çok kişinin fark etmesi çok şey ifade ederdi ve de belki de diyet konusunda tedaviye bile götürebilirdi. ‘Neden böyle dediniz?’ soruma gelen cevap da notlarım arasına kalın harflerle yazıldı; “Funda Hanım ellerimle evin tüm halkını ben profesör ettim, tezlerini yazdım fakat kendim başaramadım. Baş belam olan İngilizce’den geçemedim”. Aradan haftalar geçiyor hem danışan hem ben çok motiveyiz. Her hafta 1-1,5 kilo kaybediyor. Fakat bir rakamı tam dört hafta değiştiremedik. O da 70 kg idi. Danışan gün geçtikçe öfkeleniyor. Çünkü daha yolumuz varken aynı kiloda çok kaldık. Son görüşmede; “Hep 70 kilodayız. Yetmiş sizin için ne anlama geliyor” diye sordum. “Veremedim, aynı kaldım, sinir oldum” gibi cevaplar aldım.“70 deyince aklınıza ne geliyor, bu sayı neye tezahür ediyor?” diyerek sorumu tekrar sordum. “İngilizce geçer not” dedi! Sonra ayağa kalktı; “yok artık, daha neler, çok saçma” dedi ve çekip gitti. Hemen süpervizörüme danıştım. Durumu ve seansları anlattım. “Çok sert bulmuş bu yüzleştirmeyi, elbet gelecek ama zaman alabilir” dedi. Aradan üç hafta geçti, randevu aldı ve geldi. Her zamanki gibi çok mutlu, son seanstan eser yok. Eski terapotik ittifakımız yeniden inşaa olmuş. “Haklıydın” dedi. “Ömrüm boyunca Allah’ım 70’in altını görmeyeyim demek benim tek duamdı” dedi. (Bilinç dışı çocuk gibidir. Düz mantık anlar ve uygular. Karmaşık değil, yalın bakar.) 3 hafta sonra gelen danışanımız 3 kilo vermiş olarak gelmiş ve 67 kiloya inmişti. Hiç ekstra diyet uygulamadan, daha önce öğrendikleri ve ruhsal yolculuğu sayesinde başardığı sonuç bu oldu.
Söylediklerinizden anladığım kadarıyla diyet yaparken psikolojik destek almak, zayıflama psikolojisine nasıl gireceğim diyenler ve hiçbir şekilde diyetine sadık kalamayanlar için aynı zamanda sadece doymak, yaşamak için yemek yiyorum diyenler için oldukça önemli. Bu yüzden birkaç sorumu bu doğrultuda sormak istiyorum. Size yeme bozukluklarıyla gelen danışanlarınız olduğunda süreç nasıl başlıyor?
-Harika özetlediniz. Süreç aynen böyle işliyor. Yeme bozuklukları başlı başına ekip işidir Hande Hanım. Bazen tek başına da bize gelebilirler. Mutlaka psikiyatristinin onayının olup olmadığını sorar ve öyle başlarım. Bu ekipte Psikiyatrist, psikolog, belki dahiliye ya da endokrin doktoru ve diyetisyen var olmalıdır. Ancak bu tanıyı almış hastaların, bu ekip içinde en sevmedikleri, güvenmedikleri, sistemden dışarıya çıkarmak istedikleri, dediklerini devalüe etmek için ellerinden geleni yaptıkları meslek gurubu maalesef diyetisyenlerdir. Örneğin anoreksiya tanısı almış bir hasta diyet konusunu çok araştırır, çok hesaplar, kendi programının tek doğrusu olduğuna inanır ve ona ne derse desin diyetisyeninin amacının ona kilo aldırmak olduğu fikrinden asla uzaklaşamayabilir. Bir diğer hususta şudur mutlaka sıklıkla nasıl göründüğünü sormak ister. Size, asistanınıza, bekleme odasında denk geldiği kişiye. Hep sorar bu soruyu. Bu konuda mutlaka sözlü kontrat oluştururum. Asla sormayacaksın diye.
Cevap ne olursa olsun, benim hakkımda böyle düşünüyor der ve yine sistemi reddedebilir. Bu nedenle ben bu tanıyı almış, psikiyatri danışanlarımı olabildiğince öncesi ve sonrası randevu boşluğu oluşturarak alırım. Çok hassastırlar, hatta yakınları da çok yorgun düşmüştür. Çok daha fazla dikkat edilmesi gereken bir guruptur yeme bozukluğu hastaları.
Çevremde gördüğüm bir konuyu sizinle paylaşmak istiyorum. Psikolojik sebeplerden dolayı diyet yapmaktan vazgeçenler, sıkılanlar oluyor. Verilen menüye uymayıp bunun beraberinde de suçluluk duygusu hissediyorlar. Bu süreç maalesef kendisini sıklıkla tekrarlayabiliyor ve sonuç olarak da diyet yapan kişilerin bazıları senelerce kilo vermeyi başaramıyorlar. Bunun sebebi sizce nedir? Bu tarz durumlarda neler tavsiye ediyorsunuz? Nasıl motive ediyorsunuz?
-İşte tam da bu noktada ruh sağlığı profesyoneli olan bir diyetisyen ilaç gibi gelecek bu kişilere Hande Hanım. Hani dedik ya silkelesek bir kitap yazacak kadar bilgiye sahip ama yapıyor olmuyor, oluyor geri alıyor. Alıyor da kiloları alıyor. Bazen öyle danışanlar geliyor ki hesaplasak şimdiye kadar toplam 70 kilo kaybetmiş. Vermiş geri almış. Geldiği nokta aynı. İşte şunu soruyorum “kilolu olmak size bir şeyler katıyor olabilir mi”? Çünkü bazen kilo ikincil bir kazanım sağlayabilir. Bu çok tehlikeli bir sorudur Hande Hanım. Öyle bilmeden pat diye soramazsınız. Bedeli, yanlış zamanda sorulursa çok ağır olabilir. Terapötik ittifak çok iyi kurulmalıdır. Bu da hasta tecrübesi ile mümkündür. Mesleğimin yirminci yılındayım, otuz bini aşkın seans yaptım. Ne zaman kilo aldığını, ne zaman kilo vermeye karar verdiğini, neden kilolu olma tarafında olabileceğini sormak diyet terapistine çok ciddi yol kat ettirebilir. Ancak zamanlama çok önemlidir.
Duygusal açlık anını nasıl ayırt edebiliriz? Bu durumdan kurtulmak mümkün mü ve neler yapabiliriz?
-Aslında basit bir algoritması var bu durumun Hande Hanım. En erken iki buçuk saatte bir acıkırız, başka bir metabolik sorun yoksa. Tam bir buçuk saat olmuş ve kişinin canı bir şeyler yemek istiyor ise o an bunun fiziksel bir açlık olmadığını, duygusal açlık olduğunu fark etmemiz gerek. Peki bu fark etmenin ardından ne yapacağız? İşte burada bilimsel çalışmalar diyor ki bu açlığı fark etmenin ilk 8-10 dakikasında elle yapabileceğimiz yemek dışı bir uğraş ile meşgul olunuz. Bu çalışma resim yapmak, müzik aleti çalmak, el işi veya tamirat gibi uğraşlara yönelen kişinin açlığından eser kalmadığını söylüyor. Hiç bir diyet başarısı kafada bitmediği sürece yönetilemez. Hiç bir öneri zihinde kabul görmemiş ise sonuç vermez. Bunu da unutmamak gerek. Bir diğer önerim de şu: Biz beş duyu organına sahibiz. Biri yani tat duyusu bizi şu an ele geçirmiş ise diğer dördünü aktifleştirdiğimizde tat baskınını söndürebiliriz. Nasıl mı yapalım? Örneğin koku; keskin bir koku örneğin lavanta koklayalım. Duymak; sevdiğimiz bir müzik dinleyelim. Dokunmak; duşa girip su sayesinde tüm tenimizi uyaralım. Görmek; keskin bir şeye örneğin ateşe bakalım. Bu diğer dört duyu organımızı aktifleştirdiğimizde geri plana düşen tat alma duyumuz sakinleyecektir. Ama neyi unutmuyoruz, bunu kabul edeceğiz, inanacağız ve defans geliştirmeyeceğiz.
Diyete başlayan kişiler diyet sırasında aç kaldıklarından şikayet edebiliyor ya da menülerle ilgili sıkıntı yaşadıklarını belirtiyorlar. Bu durumlarda yapılan hatalar neler ve doğrusu nasıl olmalı?
-Fizyolojik olarak bir insan doymadığı sürece psikolojik olarak doyamaz. Yani bir arabaya benzin koymazsanız o araba çalışamaz ve yakıt harcayamaz. Ama hepsinden önemlisi kafaca hazır olmanız lazım. Neden üç sene bana gelen bir genç kız hiç kilo kaybetmezken, sevdiği çocuk daha ince görünüşlü bir kızla flört etmeye başlayınca 3 ay içerisinde 12 kilo verebiliyor? Çünkü bu iş kafasında bitmiş demektir. Senelerce rakamı değişmiyor, ama mezuniyet balosu, nişan düğün vb. gelip de çattığında göz açıp kapayıncaya kadar rakam geriliyor. Listesini bir uzman düzenlemiş ama yetmiyorsa kişi önce kendisini eleştirmeli, acaba ben mi hazır değilim? diyebilmeli. Yani sistem tam oturur ise de değmeyin keyfine. Bir daha da bozulmaz. “Zihne bir tohum bir kere ekilmeye görsün, yeşerir gider” demişti Psikiyatrist Tahir Özakkaş Hocam. Tıpkı açık olmasa bile hız sınırı kameralarının altından geçen insanlar gibi. Hız sınırı tabelası kapalı da olsa, dikkat edin, altında herkes sanki tabela açıkmış gibi hızını düşürür. İşte diyet eğitimi de böyle bir şey. Bir kere doğru yemeyi öğrenin kolayına hataya düşülmez. Bugün hata mı yaptık; yarın kusursuz bir gün olmalı. Bugün hata mı var yarın ekstra aktivite olmalı. Bu kaçamaklar kabız günümüzde olmamalı. Davetlere giderken ne çok aç ne çok tok olunmalı.
Funda Hanım anlattığınız gibi sağlıklı kalmak için çok fazla bilgi ve söylem olduğunu görüyoruz. Et konusuna da değinelim isterim. Kimi et tüketmeyin diyor, kimi sadece etle beslenin diyor. Siz et tüketimi konusunda ne düşünüyorsunuz?
-Bu konuya en iyi kılavuzumuz olan, son yılların en iyi diyet türü adını alan, yüzlerce bilimsel makale ile yararları ispatlanmış, 2013 yılında UNESCO tarafından “Soyut Kültürel Miras” olarak ilan edilip koruma altına alınan Akdeniz Diyeti ile izah etmek istiyorum. Neden Akdeniz Diyeti bu kadar diyet çeşidi varken hep birinci oluyor? Çünkü bu beslenme tipini uygulayan toplulukların kardiovasküler hastalıklara, bağırsak hastalıklarına yakalanma riskleri ve kilo problemi yaşama riskleri ve de kansere yakalanma risklerinin çok düşük olduğu gözlemlenmiştir. Akdeniz Beslenme Diyeti kırmızı eti haftada bir kez, balık etini haftada üç kez, kanatlı etleri haftada 1 kez önerir. Kuru baklagillerle de bitkisel kaynaklı protein desteğini sağlar.
Son zamanlarda popüler bir hal almış olan glütensiz diyet hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
-Çok teşekkür ederim, bu konuyu bir de buradan vurgulayalım. Glütensiz beslenme Çölyak hastalığının tedavisi içindir. Sağlıklı bireylerin bu diyeti uygulaması zinhar yanlıştır. Hele son zamanlarda annelerin çocuklara da bu diyeti uygulamakta olduğunu duyuyorum. Bu aynı zamanda var olan ama henüz keşfedilememiş glüten enteropatisi hastalığının tanısının konmasını geciktirebilir. Bu durum çok önemlidir.
Ekmek ve hamur işi ülkemizde sofralarımızın vazgeçilmezi diyebiliriz. Bu konuda neler söylersiniz?
-Hem de bu vazgeçilmez ile evlerimize zenginleştirme yapabileceğimiz bir ürün sokuyoruz. Bu çok değerli. Fakat günümüz unları raf ömrünü uzatmak adına sanayici tarafından fazlaca işlemden geçiyor ve en önemli kısmı ayrılıyor. Ruşeym dediğimiz bu daha besleyici, proteini yüksek, Vitamin E yönünden zengin embriyo kısmı ayrıştırılır, bu da unun raf ömrünü uzatır. Böylesine saflaştırılmış unlarla yapılan ekmekleri kastetmiyorum tabi ki. Elimizdeki un bu ise, bu ekmek hamuruna ruşeym ekleyelim, tam tahıl ekmek ekleyelim, kepek ekleyelim. Besleyici değerini arttıralım ve böylece de kan şekerimizi hızla yükseltme ihtimalini de ortadan kaldırmış olalım. Günlük enerjimizin yüzde elli ila altmışı karbonhidrat olması gerekirken ekmeksiz bir sistem düşünülemez.
Bazen “Su içsem yarıyor” diyen insanlarla karşılaşmaktayız. Bunun sebebi metabolizmanın yavaş çalışması diyebilir miyiz? Böyle bir durum için ne gibi tavsiyelerde bulunuyorsunuz? Metabolizmamızı nasıl hızlandırabiliriz?
-Madde madde gidelim mi?
1. Uyandığımız ilk bir saatte kahvaltı ya da ara öğün kadar bir şeyler yiyelim.
2. İdrarımızı şeffaf yapacak kadar su içelim.
3. Öğlen 12.00 olmadan dışkılayalım.
4. Saat 21.00’dan sonra tüketim yapmayalım.
5. Gün batınca yatalım, gün doğmadan kalkalım, kendi avımızın peşinde olalım.
6. Gece karanlık bir ortamda uyuyunuz. Gece 2 ile 3 arası derin uykuda iseniz karın yağlarını yakan leptin hormonu salınır. Leptin Hormonu bir de öğün araları en az dört saat aralıklı ise salınır.
7. Düzenli doktor kontrollerimizde önemli. Hormon değerlerimiz ve bazı vitaminlerimiz çok iyi kontrol altında olmalı ki metabolizmamız olumsuz etkilenmesin.
Diyetisyene gitmeden aç kalarak zayıflamaya çalışanlar var. “Yemezsem, zayıflarım’’ düşüncesinin yanlış olduğunu artık biliyoruz. Doğru bildiğimiz başka ne gibi yanlışlıklar var? Örneğin: Diyet ürünler masumdur, kahvaltı yapalım mı yapmayalım mı? Şeker hiç mi tüketmeyeceğiz?
-İlkini cevaplayalım mı önce Hande Hanım? Bana gelen danışanların yaklaşık yüzde sekseni obezite sınırında ya da üzerinde kiloya sahipler. Bu bireylerin de belki tamamı günde iki ya da bir öğün besleniyor. Bunu neden anlatıyorum? Çünkü eğer kronikleşen aç kalmalar işe yarasaydı bu bireyler fazla kiloya sahip olmazlardı. Diyet ürünler eğer “amaaan nasıl olsa diyet, bol bol yerim” dersek, diyet olmaktan çıkar. Ben kesinlikle kahvaltı olmalı diyenlerdenim. Bu dediğimi de klinik tecrübemle ispatlamak isterim. Fazla kilo sorunu ile başvuran danışanlara kahvaltılı diyetler yazıyorum ve veya kahvaltı alışkanlığı kazandırıyorum. Büyük ölçüde amacımıza ulaşıyoruz. Şeker aslında kısaca neden mi tüketilmemeli? Birincisi büyüme çağında değilsek, günde en az 10000 adım atamıyorsak ömrü uzun besinler yasak olmalı. Yani bir besinin raf ömrü uzun ise bizde de onu sindirecek bakteri yok. Buzdolabının +4derecesinde bile bozulan yiyeceklerle sağlıklı beslenme listemizi oluşturuyoruz. Bizim korkumuz kilerde bile bozulmayan yiyecekler. Bir besinin raf ömrü uzun ise sağlıklı bakterilerimizin üzerine zehir dökmüşüz kadar zarar yaratırız. Çünkü örneğin Hande hanımı beslerken vücudunda tek canlı sadece Hande değil, kilosunun yaklaşık 2kilosu bakterilerden oluşuyor. Bunu unutmamalıyız.
Diyet ya da diyetisyen denilince insanların aklına genellikle kilo vermek geliyor ancak kilo alma konusunda da sıkıntı yaşayan pek çok insan var. “Çok fazla yesem de kilo alamıyorum” diyorlar. Sizce bu kişilerde özel bir diyete girmeli midir?
-Mutlaka bu bireyler yağ ölçümü yaptırmalı. Çünkü yetersiz vücut yağına sahip kişilerin bağışıklıkları düşebilir. Kan basınçları ve vücut ısıları olması gerekenden aza düşebilir. Kadınlarda adet kanaması bile geçilebilir. Bu nedenlerle en kısa zamanda bir beslenme uzmanına rastlamaları önemle rica olunur.
Peki sıvı orucu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Bir gün boyunca yalnızca sıvı tüketmenin sağlığa etkisi nasıl olur?
-Basküldeki rakamda değişiklik mutlaka olur, ancak kalıcı değildir. Çünkü kaybedilen yağ değil vücut suyudur. Ödem çözmek gerektiğinde, kısa süreli olarak yani bir iki günlük bu diyet yapılabilir. Ancak asla uzun süreli uygulanmamalıdır. Pandemide diyet takibi ve görüşmeler nasıl gerçekleşti, ölçümler nasıl yapıldı, başarı oranlarını eski düzenle kıyasladığınızda sonuç nasıl? Ben yüz yüze görüşmelerden, zoraki online görüşmelere dönüldüğü ilk haftalarda hiç ümitli değildim Hande Hanım. Çünkü Dünya’nın öbür ucundaki danışanın başarısı İle bunu kıyaslayamayız. Onun alışkanlıklarını bilen, kendi yeme kültüründen birinin tedavisi kaçınılmazı olduğu için online diyet başarısı sağlayabilir. Ama yan caddenizdeki danışanınıza gelmeyin evden yapalım demek büyük bir soru işareti idi benim için. Tüm danışanlarıma mesaj yazdık. Evinizde basküllerinizle tartılın, haftaya tekrarlayın ve bunlarda mezura ölçüm noktalarınız diye. Merakla bekledim. Fakat gördüm iki hafta sonra haftada minimum 500 g maksimum 2100 g kilo kaybı haberleri geldi. Bu çok iyiydi. Yüz yüze olmayı tercih etmeyenlerle de başardık. Dilerim pandemi bir an evvel biter, dilerim benzer dertler bir daha da yeryüzüne gelmez.
Bütün dünyanın zor zamanlardan geçtiği bu süreci dikkate alarak bağışıklığımızı güçlendirecek besinler nelerdir, söyler misiniz?
-Pandeminin başından beri, sözlü ya da görsel yayın organlarından sürekli şöyle beslenin, bunları tüketin, şunları yapmayın ki bağışıklığınız güçlü olsun sözlerini duyduk. Bağışıklık iki gün şu besini tüketip bunu içelim demekle kuvvetlenmez. Bu bir yaşam biçimi olmalı. Sürdürülebilir hale getirip hayata adapte edilmeli. İşte o zaman sonuç verir. Peki bağışıklığımızı kuvvetlendirme yollarını alışkanlık haline getirmeyi nasıl başaracağız? Her şeyden önce evimizde yemek pişirmeye adapte olmalıyız Hande Hanım. Doğru ve yeteli pazar ve market alışverişlerine alışmalıyız. Ne kadar çok renk sofralarımızda ise, ne kadar çok mevsiminde et sebze alışkanlıklarımızda ise, ne kadar çok çeşitlilik damak tadımızda ise o kadar sağlıklıyız ve güçlü bir vücuda sahibizdir demek hiç de uzak olmayacaktır.
Son olarak, diyet yaparken egzersiz mutlaka olmalı mı?
-Diyet yaparken danışan şunları demiyorsa; bana çok iyi geliyor, bu yolların alışkanlığı, ben olmazsa yapamam vb. ben illa fiziksel aktivite yapın demiyorum. Ama ne zamana kadar? 6 hafta geçene kadar. Neden 6 hafta? Şimdi danışan diyete başladı, harika uyguluyor, kusursuz aktivite yapıyor ve şahane kilo veriyor. Ama benim öncelikli amacım kilo vermesi değil ki. İyi de bu kiloyu diyet sayesinde mi verdi, yoksa aktivite mi? Fiziksel aktivite bu yarışta bir jokerdir, ben bu jokeri 6 hafta sonra devreye koyuyorum ilk 6 haftada öncelikle ne yiyerek kilo verebileceğini çözmeye çalışıyorum.
Bu önemli bilgiler için tekrar teşekkür ederim
-Bu fırsatı verdiğinizin için öncelikle Hande Hanım size ve değerli gazete çalışanlarımıza teşekkür ederim. Sevgili okurlarınıza da keyifli okumalar dilerim.
Röp: Hande İpekgil
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.