İdrak yolculuğunda rehber bir gazeteci; Yaprak Çetinkaya
RÖPORTAJ: HANDE İPEKGİL
Yaprak Çetinkaya... Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik mezunu. Dile kolay tam 27 yıldır mesleğini farklı görevlerde ve hep aynı aşkla yapan bir isim. Gazeteciliği en çok wellbeing, kişisel gelişim, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Bu yüzden kendisiyle bu konuda çok ortak yanımızın olduğunu düşünüyorum. Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarından. Yayıncılığı ile ilgili "İstedik ki sağduyulu, tarafsız ve açık görüşlü bir yayıncılık yapalım. Slogan atmayalım. Bir tarafın kat’i savunucuları olmayalım. Bilgi taşıyalım ve bunu yaparken o alanın güvenilir kaynaklarından, uzmanlarından, tezlerinden ve antitezlerinden faydalanalım" vurgusu benim için çok önemli ve anlamlı. Kendisiyle hem kişisel gelişim hem de mesleğe dair güzel söyleşi yaptık.
-2013 yılından beri kişisel farkındalık alanında röportajlar yapıyorsunuz. Yaklaşık sekiz yıldır da bu alana dair yayıncılık yapan dergilerde yayın yönetmeni olarak görev yaptınız ve yapıyorsunuz. Hatta siz de bazı eğitimler aldınız. Dolayısıyla hem meraklısı hem habercisi olarak alana hakimsiniz diyebiliriz. Öncelikle sormak isterim; neden ve nasıl bu alana ilgi duymaya başladınız?
-Sevgili Hande, sorunuz üzerine hatırlamaya başladım ve şöyle yanıt vermeyi uygun buldum. Sezgileri yüksek, zihinden çok kalpte yaşayan, duyarlı ve duygusal bir çocuktum. Ancak bu o zamanlar bir dezavantaj gibi görünüyordu ve kendime yıllar içinde, mesafeli görünmemi sağlayan bir koruma kalkanı oluşturdum galiba. Buna rağmen özellikle iş hayatının içinde zaman zaman fazlaca saf ve bazen biraz da uçuk bulunduğumu sanıyorum. Sonra yıllar geçti, zamanlar geçti, insan bilinci dönüşüm geçirmeye başladı ve belki tesadüf belki değil, Maya Takvimi’ne göre 2012’de dünyanın sonu gelecek mi gelmeyecek mi diye konuşulurken benim de eski dünyamın sonu geldi. Çalışmakta olduğum Doğan Burda Dergi Grubu’nda 2013 yılında Pozitif Dergisi çıkmaya başladı. “Kişisel Gelişim Rehberiniz” mottosu ile çıkan derginin editörü olarak yapmaya başladığım röportajlar, yeni tanıdığım insanlar çok uzun zamandır farkında olmadan aradığım hazineyi bulduğumu hissettirdi. Kısa süre içinde de derginin yayın yönetmeni oldum. Çalışmalara katıldım, eğitimler ve bazı sertifikalar aldım. Bu bilgileri, kendi kaynaklarımız ile kurduğumuz Mümkün Dergi’de daha iyi yapabilmek için kullanmayı tercih ediyorum.
-Sizin yolculuğunuz 2013 yılında başladı dedik. Peki bu alan zaman içinde nasıl genişledi, gözlemleriniz neler?
-Çok ama çok hızlı ilerledi her şey. Ben “enerji” meselesini içeren ilk röportajı yaptığım esnada içimden “Bunları dergiye nasıl yazacağım?” diye düşünüyordum. Sonra herkes “enerji” demeye başladı. Hatta stok fotoğraf sitelerinde eskiden enerji yazınca elektrik hatları çıkardı, şimdilerde ise auralardan çakralara yok yok. Yeni terimler, yeni kavramlar, yeni bakış açıları hızla gelişti. Farkındalık ve şifa çalışmaları bazıları için bir hayat tarzı bazıları içinse bir moda oldu. Moda olan her şey gibi de tüketim çılgınlığı ve beraberinde yozlaşma geldi. Bu yozlaşan kısmı ben, gerçek arayanlar için bir eşik olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerçekten kendini tanıma yolunda ilerlemek isteyen bunun bir illüzyon olduğunu görüp burayı geçer, arıyormuş gibi yapan ya da aramaya hiç gönlü olmayan ise “Bunlar para tuzağı” deyip arkasını dönüverir. Her seçim kişinin kendisi için doğrudur, bunu yargılamıyorum.
-Peki insanlar neden alternatif yöntemlere yönelir ve sizce neden bir mucize beklentisi içindeyiz?
-Akıllı bir insan -yani zihninde hapis değil, zihniyle kalbini birleme gayretinde olan bir insan- kendisine sunulanı sorgular ve başka neler mümkün olabilir diye araştırır diye düşünüyorum. Tabii bu araştırma genellikle zorlu deneyimlerden geçince ya da geçerken oluyor. “Farklı ne yapabilirim?”in cevabı alternatif değil de tamamlayıcı yollardır bana göre. Örneğin ciddi bir sağlık sorunu yaşayan kişi tıbbi tedavisine alternatif değil, onu destekleyecek ruhsal bir destek arayışına girebilir. Bunu da kendine en uygun yoldan yapabilir. Psikoloğa gidebilir, meditasyon yapabilir, doğal taşlardan destek alabilir, sadece her gün günlük tutabilir, duygularıyla tanışabilir. Bana göre mucize o hastalığın ertesi sabah yok olması değil, kişinin onun içinde dahi yaşam sevinci, sevgi, huzur ve eminlikle durabilmesi, yaşadığı anın farkında olabilmesi yani o deneyimin içinden dramaya girmeden geçebilmesidir. Ama diğer ihtimalin de mümkünlüğüne inanıyorum. Kendimizi bir gecede iyileştirebiliriz de… Sadece bilincimiz henüz oraya ulaşmadı.
-Şimdiye kadar pek de bilinmeyen aile dizimi bir dizi ile ülkenin gündeminde günlerce konuşuldu. Neden bu kadar popüler oldu sizce?
-Popüler olmayı hak ediyordu çünkü. Vakti gelince görünür oldu. Hayatın neyi, kimi hangi yolla ve kim aracılığı ile ön plana çıkaracağı hiç belli olmuyor. Ama bir şey öne çıkıyorsa oraya yargı koymadan daha dikkatle bakmaktan yanayım. Aile dizimi konusunun Anadolu’da çekilen bir dizi olarak en tanınmış dijital platform üzerinden dünyaya yayılmasını iki açıdan çok anlamlı buluyorum. Aile ve ata bağlarının bu kadar değerli göründüğü ama birçok şeyin “kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımı ile gizlendiği bu toplumda bu çalışmaların doğru insanların elinde büyük şifası olacağına inanıyorum. Diğer yandan birçok kültüre ev sahipliği yapmış ve şaman kökenleri olan Anadolu topraklarının bu seslenişe kaynak olması da ayrıca anlamlı.
-Kanser ve benzeri sorunlar yaşayan birçok kişinin dikkatini çeken bu konu, hastaların tedavilerini aksatmasına sebep olabileceği için uzmanların da merceği altında. Bu yüzden öncelikle şunu sormak istiyorum: Habercilerin, yazarların, senaryo yazarlarının ve bazı uygulayıcıların bu konularda hatalı sunumu söz konusu mu?
-Ben bir yetkili mercii değilim, sadece gözlemlerimi paylaşabilirim. Zaten herkesin sabırsız olduğu, zamanın çok hızlı aktığı bir dönemdeyiz. Mini diziler ve filmler senaryo yapısı ve süre gereği konuları çok hızlı ilerletmek durumundalar. Dolayısıyla bir çalışma yaptım geçti, oldu, bitti gibi bir yaklaşım çok cezbedici geliyor. Ancak kuşaklar boyu süren bir çatışmanın tek çalışmada çözülmesini beklemek biraz çocuksu bir hayal. Ancak vakti gelmiş ise olabilir de. Buralar bizlerin bilemeyeceği şeyler. En azından şimdilik. Ama neyi biliyoruz. Zor bir sürecin, hastalığın, ilişkinin içinden geçerken konuya kuşbakışı bakmak bu geçişi kolaylaştırıyor. Hatta beraberinde başka hediyeler de getiriyor. Senaryolara o esereni yapısını dikkate alarak bakmak ve yanlış mesaj almamak lazım. Uygulayıcılar kısmına gelirsek... Benim çevremde tanık olduğum hatalı bir sunum görmedim ama belki vardır bilemiyorum. Adı üstünde, kolaylaştırıcı… O kişi sadece bir aracı. Bir vaatte bulunamaz, söz veremez, müdahale edemez. Sadece açılan alanda çalışmanın akmasını kolaylaştırır.
-Peki kişisel farkındalık alanında yapılan sizce nasıl doğru anlatıldı ya da anlatılamadı?
-Niyeti olana en doğru ve derin bilgi geliyor. Niyeti olmayan, “Mutluluk içimizde” cümlesinin espri kısmında takılıp kalıyor. Özellikle kısa mesajların, fotoğraf üstü minik cümlelerin yer aldığı sosyal medya postları kısa sürede hızlı sonuç beklentisi doğuruyor. Sonuca ulaşılmadığında da inançsızlık, öfke, tamamen sırtını dönme ve bu sefer başlangıçtan daha da mutsuz olma gibi sonuçlar ortaya çıkıyor. Hayatın içinde kendini daha iyi tanımak, bilinçaltının, bedeninin, soy bağlarının, ağzından çıkanların, eylemlerinin, insanlarla, parayla, doğayla ilişkisinin farkına varmak isteyenlere benim tavsiyem önce bu alanlarda yazılmış kitapları okumaları. Bu ifade gerçekten neyi anlatıyor? Mutluluk içimizde, bir Cem Yılmaz esprisinin ötesinde anlama geliyor. @mumkun_dergi instagram adresinde spiritüel kitap listesi yayınlamıştık. Merak edenler girip bakabilir.
-Maalesef insanların duygu durumlarından, psikolojilerinden maddi fayda sağlamak için "şifacılık" adı altında oluşmuş bir sektörle karşı karşıya kaldık diyebiliriz. Bu yüzden travma ekonomisine karşı neden ve nasıl temkinli olunmalı? İnsanların bu konularda doğru bilgiyi alabilmeleri için en çok neye dikkat etmeleri gerekiyor?
-Bu kadar karanlık bir tablo var mı emin değilim. Ama olduğunu var sayarsak şöyle diyebilirim. İnsan korku, kaygı, endişe hali içinde olduğunda çok kolay bir av oluyor. Telefonda yapılan dolandırıcılıkları düşünün. Ne mevkilerde bulunan insanlar dolandırıldı bu yöntemle… Çünkü korkutuldular. Haberler, sosyal medya, filmler hatta iyi niyetli uyarı yapıyor görünen hastane sloganları…. Hepsi korku yaratmak üzerine kurulu. Gün geçmiyor ki bir yakınım arayıp “İstanbul’da şu olmuş, televizyonda gördüm, iyi misiniz?” demesin. Ne olduğunu ben de ondan öğreniyorum o sırada. Uzun lafın kısası korku insanı her şeyi yaptırıyor. Yapmam diyene de yaptırıyor. Hele hastalık, ölüm korkusu… Neler gördük hem ülkemizde hem dünyada değil mi? Bu yaklaşım farklı şekillerde hep vardı ve olacak.
-Mümkün Dergi, Yuka Dükkân ve Yuka Ajans’ın kurucu ortaklarındansınız. Yuka Mekân da açıldı. Hepsinin yeri eminim apayrı. Buradaki çalışmalardan da bahseder misiniz?
-Hepsi birbirini tamamlayan parçalar ve ben ilk adımı attıktan sonra kendi kendilerini doğurdular diyebilirim. İş hayatımda değişiklik yapmam gerektiğini hissettiğim bir dönemde neler yapabilirim, bugüne kadar biriktirdiğim hangi deneyimler var diye düşünürken önce dükkân vizyonu doğdu. Çünkü ben Bodrum’da büyüdüm ve rahmetli anneannem Devlet İzbudak, evimizin ön odasını dükkân yapmıştı. O zamanlar dükkân sayısının bir elin parmaklarını geçmediği Bodrum’da özgün elbiseler, mayolar, şalvarlar falan satılırdı. Sonra ben gazeteci oldum ama arada beş yıl mesleğe ara verip burayı hediyelik eşya dükkânı olarak işlettim. Ve 2017 yılında kişisel gelişim alanında öğrendiğim bilgiler ile bu sefer İstanbul’da bir dükkân ama açma fikri doğdu. Eşim Üzeyir Çetinkaya ile birlikte önce e-ticaret sitemizi, üç yıl sonra Moda’da fiziksel dükkanımızı açtık. Eşzamanlı olarak editör Serda Kranda Kapucuoğlu ile Mümkün Dergi’yi kurduk. Zaman içinde editörlük işlerimizi de birleştirme kararı aldık. Biz bunları yaparken bir baktım Yuka Mekân gelmiş. Yine Moda’nın kalbinde tarihi bir apartmanın dördüncü katını atölyeler, şifa çalışmaları, çemberler ve imza günleri için tasarladım. Ayrıca dergi ve ajans işlerimizi de buradan yönetiyoruz. Anlayacağınız kişisel gelişim ve farkındalık alanını dört bir yandan kapsıyoruz. Hem çok güzel işler yapıyoruz hem de çok eğleniyoruz.
-Aynı zamanda bir kitap editörlüğü yapıyorsunuz. Türkiye kitap yayıncılığı konusunda hem nitelik hem de nicelik olarak sizce nasıl bir tablo çiziyor? Gözlemlediğiniz kadarıyla son zamanlarda hangi konuyla ilgili kitaplar ilgi çekiyor?
-Psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarının tahtı çok güçlü. Özellikle Aile Dizimi ile birlikte bu alanda zaten yayınlanmış olan bazı kitaplar inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Yerli ve yabancı yazarların çok güzel kitapları çıkıyor. İnsanın kendini anlama çabası ve bunun için okumalar yapması harika bir şey. Diğer yandan piyasaya her gün çıkan kitap sayısı sanıyorum inanılmaz rakamlara ulaştı. Kişisel yayıncılık döneminin de başlamış olması bunu etkileyen bir faktör. Kitapevi raflarında her kitaba yer kalmıyor. Ama herkes kendini o rafta görmek istiyor. Yazar yayıncıdan mutlu değil, yayıncı yazarın taleplerinden bunalmış durumda. Ortam biraz karışık. Yayıncılık dünyasında hiçbir şey eskisi gibi değil, tıpkı gazetecilikte olduğu gibi. Yazar danışmanı, yazar koçu ve editör olarak hizmet verdiğimiz bu alanda neyi farklı yaparsak bir katkımız olur arayışındayız. Her an yeni doğumlar olabilir.
-Bir gazeteci olarak sormak istiyorum; yeni medya aracılığıyla değişen iletişim süreci ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Bu durum gazeteciliği nasıl etkiledi sizce ve gazeteciliğin geleceğini nerede görüyorsunuz?
-Ülkemizde gazetecilik iki açıdan değişim yaşadı. Birincisi dijitalleşme ikincisi medyanın el değiştirmesi… Bir özel haberin objektif bir biçimde peşine düşülmesi, yayına hazırlanması, ertesi gün o gazetenin bayiden satın alınması, elden ele dolaşması gibi heyecanları düşününce şu an gözlerim doldu. Ne güzeldi. Ama bitti, artık her şey her an duyurulabiliyor. Herkes birer gazeteciye, televizyoncuya dönüştü ama gazetecilik de aslında böyle bir şey değil. Bir trafik kazasına denk gelip canlı yayın açıp habercilik yapıyor gibi davranabilirsiniz ama aslında o sırada gazetecilik eyleminin gerektirdiği birçok etik kuralı atlarsınız. Bu da siz farkında olmadan birçok insana aklınıza gelmeyecek detaylar nedeniyle zarar verir. Bir yandan bağımsız gazetecilik açısından çok büyük fırsatlar varken diğer yandan riskler de var. Haber alma hakkı her zaman çok değerli olmaya devam edecektir, dolayısıyla gazetecilik de dönüşüm geçirerek var olmaya devam edecektir. Birileri de bu mesleği her zaman kendi çıkarına kullanmak isteyecektir. Hep olmuştur olacaktır. Burada farkı yaratan da yine gazetecilerin vicdanı ve okuyucunun seçiciliği olacaktır.
-Türkiye’de internet haberciliğinin bugünkü durumunu nasıl buluyorsunuz?
-Riskli buluyorum. Şöyle ki… “Gazetede okudum, o zaman kesinlikle gerçektir” yaklaşımı hala çok güçlü. Dijital yayın dahi olsa bu inanç devam ediyor. Ancak bu güzel hali karşılayacak gerçek bilgi bağımsız ve iyi bir şekilde habere dönüşüyor mu? Ondan çok emin olmadığım için de riskli buluyorum. Diğer yandan farkındalık alanında dergicilik yapmaya devam eden biri olarak çok ahkam kesmek de istemem. Nice emekçi gazeteciliği yaşatmak için çabalıyor, iyi şeyler yapılmaya devam ediliyor. Ben artık gerçek haberin de ötesinde bir gerçekliği anlama gayretinde olduğum için gündem haberciliğinden biraz uzak kaldım doğrusu.
-Son olarak çok merak ettiğim bir konuyu sormak istiyorum. Mevlâna’nın 18. Kuşak torunu, Konya Mevlevi Dergâhının son postnişinlerinden Veled Çelebi sizin büyük dedeniz. Veled Çelebi'yi sizden dinlemeyi çok isterim.
-Bu soru için çok teşekkür ederim. Bu soruları yanıtlarken basılı gazetenizi birkaç gün sonra Şeb-i Aruz için gideceğim Konya’dan satın alabilecek olmanın heyecanını yaşıyorum. Tarihlerin böyle denk gelişini de bir mucize gibi algılıyorum.
Veled Çelebi İzbudak anneannemin babasıdır. Benim fiziksel olarak tanıma şansım olmadı ne yazık ki. Ancak ailede gazetecilik yapan tek aile büyüğümüz olduğu için kendisi ile aramda görünmeyen bir bağ olduğuna daima inanmışımdır. “Sıradışı bir Mevlevi” olarak tanımlanır. Çok okumuş çok sorgulamış ve çok çalışmıştır. Hatta bu sorgulamaları nedeniyle eleştirilmiş ve Konya’dan genç yaşında ayrılmış, yıllar sonra postnişin olarak geri dönmüştür. Millî Mücadele’ye katılmış ve 20 yıl milletvekilliği yapmıştır. Atatürk ile çok yakın ve saygın bir ilişkisi vardır. Bir dil bilimcidir. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun kurucuları arasındadır. Prof Dr. Metin Akar, onun için “Türkçe galiba Veled Çelebi’nin ölümsüz aşkıdır” demiştir. Türkçe’nin bütün lehçelerine hakimdir. Bu konuda birçok eseri vardır. Nice eser vermiştir ve halen üniversitelerde hakkında akademik çalışmalar yapılmaktadır. En büyük eseri olan ve üzerine şiir yazdığı Türk Dili Sözlüğü halen Türk Dil Kurumu’nda yayına hazırlanmaktadır. Biz de ailesi olarak baskı haberini dört gözle bekliyoruz. Veled Çelebi İzbudak’ın daha yakından tanımak isteyenler iki akademisyen tarafından hazırlanan Tekke’den Meclise-Sıra dışı Bir Çelebinin Hatıraları adlı kitabı okuyabilirler. (Timaş Yayınları-Yakup Şafak-Yusuf Öz) Ben de kendisi adına açtığım Instagram hesabında zaman zaman hayatından kesitleri paylaşıyorum. Onun hayatından esinlendiğim bir proje de enerji alanımın içinde dönüp durmakta…. Bakalım ortaya neler çıkacak, ben de merak ediyorum.
Kaynak:BBN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.