Okumak boş vakit eğlencesi değildir
BBN Haber’de Konya kültür, sanat ve edebiyat dünyasının marka isimleriyle röportajlarımız sürüyor. Bu haftaki konuğumuz blog, yazı siteleri ve forumlardaki ilgi çeken yazılarıyla dikkat çeken Yazar Ahmet Melih Karauğuz oldu. Yazmanın ve okumanın önemine dikkat çeken Karauğuz, “Okumak bizi inşa eder, bir heykeltraşın mermeri yontması ve şekil vermesi gibi bize şekil verir ve bizi biçimlendirir” derken okumanın insanı olgunlaştırdığını söyledi. İşte Karauğuzla yaptığımız keyifli söyleşimiz…
-Sizi tanıyabilir miyiz? Ahmet Melih Karauğuz kimdir?
-1994 Konya doğumluyum. 2012 yılından itibaren çeşitli dergilerde yazılarım yayımlanıyor. 2006 yılında evimize internetin gelmesiyle birlikte yeni medya dediğimiz yeni nesil internet dünyasının hem tüketicisi hem de üreticisi oldum. Bloglar, yazı siteleri, forumlarda yeni medyanın doğasını anlamaya çalışırken 2021 yılıyla birlikte YouTube Türkiye’de kanalların kurulmaya başlamasıyla birlikte YouTube ve yeni nesil medya yayıncılığı üzerine yazılar yazmaya başladım. 2017 yılında bu konuları irdeleyen ilk kitabım “Profilinde Stalk İzi Var” kitabım yayımlandı. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunuyum, aynı alanda “Yönetim Olgusunun Türk Romanında Temsili: Tarık Buğra Romanları Üzerinden Bir İnceleme” başlıklı yüksek lisans tezimle mezun oldum. Dijital dönüşümün sanata ve gündelik hayata etkileri üzerine düşünmeye yazmaya devam ederken Ali Güney’le editörlüğünü üstlendiğimiz “Gri Alan – Tasarım Norm Karmaşa” isimli kitabımız yayımlandı. Dijitallik konusunda derinleştikçe ciddi manada sorunlu alanlar olduğunu ve bunun özellikle çocuk ve gençlerin hayatında ciddi yaralar açtığını fark ettim. Başta siber zorbalık olmak üzere, yalan haber, kimlik hırsızlığı gibi konular üzerine çocuk romanları yazmaya başladım. Bu konuda ilk romanım “Dört Sonsuz Evren – Siber Yaz Tatili” siber zorbalık temalı ilk çocuk romanım olarak yayımlandı. Ketebe yayınlarından “Bitmemiş İnşa – Postmodernizm” derleme kitabıyla birlikte 1980 sonrası dünyaya hakim olan felsefi düşünceyi anlamaya, irdelemeye çalıştığımız derleme kitabım yayımlandı. Öykü yolculuğum ilkokul üçte, okuduğum Mustafa Necati İlköğretimokulu’nda çıkan “Karların İlk Aşkı” kitabında öykümün yer almamasıyla başladı. Yıllar içinde okumaya ve sürekli öykü üzerine düşünmeye ve çalışmaya başlamıştım. 2012 yılında ilk öyküm yayımlandı. 2020 yılında Betül Ok’la editörü olduğumuz, gerçek hikayelerden hareketle yazılan “Evden Uzakta – Göç Mücadele Hayat” mülteci öyküleri kitabı yayımlandı. Geçtiğimiz haftalarda da yıllardır hayalini büyüttüğüm, sokaklarda yürürken zihnimde gezdirdiğim öykülerden oluşan “Sis Nasıl Olsa Dağılır” öykü kitabım Ketebe yayınlarından çıktı. Okumaya, yazmaya, yaşadığım hayatı ve zamanı anlama çabasına devam ediyorum. Okuma ve yazma çabamı da diri tutma gayretiyle günlerimi geçiriyorum.
-Yazarlık Döneminiz Nasıl Başladı?
-Aslında sürekli kitap okunan ve bir şeyler yazılan bir evde büyüdüm. Babam akademisyendi ve sürekli bir şeyler okuyup bir şeyler yazıyordu. Babamı görerek kitaplara, okumaya ve yazmaya aşina oldum diyebilirim. İlkokula gittiğim yıllarda lojmanda oturuyorduk ve üniversitenin merkez kütüphanesinden sürekli kitap alıp birbirimize o kitapları anlattığımız bir arkadaş grubum vardı. Sami Kaya, Fatih Durmuş’la sürekli Harry Potter, Orta Dünya serileri, Sunguroğlu, Cingöz Recai gibi serileri okuyup birbirimize anlatırdık. İnanılmaz harika anlardı o anlar. Hatta Sami ile birlikte hayalimiz Cingöz Recai serisinin devamını birlikte yazmaktı. Tabii yazamadık ama o günler benim kendi içimde yazar olma hayalimi büyüten çok değerli anlar olarak kaldı. Lise yıllarımda kısa film senaryoları yazdım, ardından basit hikayeler kaleme aldım. 2012 yılında Cahit Zarifoğlu’nun “Hikayeler” kitabını yazdıktan sonra içimde bir şimşek çaktı. O gün “Bir Masanın Öyküsü” başlıklı bir öykü yazdım. O öykü ilk kez dergide yayımlanan öyküm oldu. Sonrası geldi. Artık sürekli öykü yazmak ve iyi bir öykü yazarı olma hayalim büyüdü. Tabii siz ne kadar hayal kursanız da hayat karşınıza başka gerçeklikler çıkartıyor. Ben öykü yazarı olmak isterken bir anda kendimi dijital kültür üzerine bir şeyler yazan ve konuşmalar yapan biri olarak buldum. Dijital kültür temelli yazılardan oluşan kitaplarım oldu. Çocuk edebiyatı hiç düşüncemde yokken o alanda eserler vermeye başladım. Yazmak garip bir uğraş. Hiç ummadığınız hikayeler yazıyor, hiç düşünmediğiniz konularda eserleriniz oluyor. İnsanın oluş haline dair ciddi bir örnek olarak alabileceğimiz bir süreç.
- Son kitabınız “Sis Nasıl Olsa Dağılır” bir hayat hikâyesi aslında. Kitaptan biraz bahseder misiniz?
-Bir hayat hikayesi olduğu doğru ancak bu hikaye benim hikayem değil. Sokakta yürüyen insanların herhangi birinin hikayesi. Hemen her gün karşılaştığımız sorunları yaşayan, umutsuzluğa düşen, bir türlü çabaladığı şeylere ulaşamayan, sevdiklerini kaybeden insanların hikayesi. Aynı zamanda kendi imtihanını yaşayan ve imtihanı bir anlamda kıyamet azabı gibi olanların hikayesi. Bütün bunların yanında hiç vazgeçmeyen, sisli de olsa yolda yürümeye devam eden, sisin nasıl olsa dağılacağına inancını bir an bile olsun kaybetmeyen insanların.
-Oldukça tempolu bir hayatınız var. Bilim Merkezi, dergi yazarlığı, sosyal medyadaki canlı yayınlar ve eğitimler. Diğer taraftan sosyal medyada da oldukça aktifsiniz. Bütün Bunları koordine etmek zor olmuyor mu?
-Aslında bunların hepsi birbirini besleyen koşturmaca ve alanlar. Eğer Bilim Merkezi mesaisi olmasa yazılarda konu ettiğim çoğu şeyi bilemeyeceğim, canlı yayınlar olmasa zihnimde dönüp duran meseleleri koordine etmekte zorlanacağım, dergiler olmasa yazı ritmimi kaybedip yazı yazamaz bir hale geleceğim, sosyal medya olmasa kafamdaki buğuyu dağıtamayacağım. Bir şekilde birbirine bağlı, birbirinin önüne geçmeyen, birbirini besleyen koşturmacalar her biri. Çok karmaşık gibi gözükse de beni diri tutan ve enerjimi besleyen, yorgunluktan öte heyecanımı korumamı sağlayan uğraşlar.
-Buradan okurlarınıza ve sizin yolunuzdan gitmek isteyenlere ne tavsiyede bulunursunuz?
-Yazmak için ne yapmak gerekir diye bir soru varsa aklımızda, kesinlikle yazmamız gerektiğini unutmamız gerekiyor. Nasıl daha iyi yazarız, elbette daha çok yazarak. Daha çok yazarken yazılarımıza konu bulmak içinse çok okumak ve hayatı tecrübe etmek gerekli diye düşünüyorum. Yazarak, okuyarak ve hayatı tecrübe ederek, insanları gözlemleyerek kendimizi beslememiz gerekiyor. Bütün bunların yanında bunlar kadar önemli olan bir diğer mesele de hayal kurmak. Sürekli hayal kuran bir zihin sürekli çalışır, çalışan zihin her zaman tetiktedir ve sanatın en temel gereksinimlerinden biri güçlü bir hayal gücüdür. Bu uğraşlardan vazgeçmemek gerekiyor. Bir diğer konu da yazmak, okumak boş vakit eğlencesi değildir. Sizden bir hayat ister. Bu hayatı verirseniz o da size bunun karşılığında bir şeyler verir. Bu kimi zaman güzel bir hikaye, kimi zaman sahici dostluklar, kimi zaman unutulmaz kitaplar, anlar, anılar… Hayatı anlamlı kılan şeyleri yani. Okumak bizi inşa eder, bir heykeltraşın mermeri yontması ve şekil vermesi gibi bize şekil verir ve bizi biçimlendirir. Okumak insanı oldurur çünkü okumak bir yolculuktur, yolda olan olmaya, olgunlaşmaya başlar. Bir tren yolculuğu gibidir okumak ve yazmak. Hiçbir zaman trenden indiğinizde trene bindiğiniz kişi olamayacaksınızdır. Okuduğunuz kitap sizi başka biri, kurduğunuz cümleler başka bir insan yapacaktır. Bu da ciddi bir sancıyı beraberinde getirecektir. Sabırla, emin adımlarla yürürseniz anlatılacak bir hikayeniz olur. Hiçbir şey olmasa bile anlatılacak bir hikayeniz. İkisi de değerlidir…
-Bana vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
-Ben teşekkür ederim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.