Veda karşılıklıdır
Psikolog-Yazar- Eğitimci Ali Orhan ‘Vedasızlık’ kitabında diyor ki “Vedalaşmak törenseldir. Veda etmek, terk etmek ya da ayrılmak değildir. Veda karşılıklıdır. Ruhunuzda hissetmezseniz, veda edemezsiniz.” Eğer veda etmeyi başaramazsanız, olduğunuz yerde kalır acı çekmeye devam edersiniz. Peki, veda ne demek, vedalaşma neden önemli? Cevabı bu haftaki röportajımız da. İyi okumalar.
-Vedalaşma günlük yaşantımızda sıklıkla kullandığımız bir sözcük. Sizin "Vedasızlık" diye bir kitabınız var. Vedalaşma ve vedasızlığı psikolojik anlamda tanımlar mısınız? Neden vedalaşma konusunu ele aldınız? Bu konu neden ilginizi çekti?
--Vedalaşmanın sözlük anlamı bir yerden ayrılırken esenlik dilemektir. Vedalaşmanın psikolojik anlamdaki tanımı ise insanın geçmişteki olumlu ya da olumsuz tüm anılarını sağlıklı bir şekilde hatırlayabilmesidir. Kitabımın adı olan Vedasızlık, ilk defa benim kullandığım bir kavramdır. Vedasızlık, İnsanın kendi geçmiş yaşantısındaki olumsuz anıları hatırlamakta zorlanması, hatırlamak istememesi, yok sayması, hatırladığında ya da hatırlatıldığında kendini kötü hissetme halidir. Olumsuz anıları hatırlamakta zorlanıyorsanız, hatırlamak istemiyorsanız, hatırladığınızda kendinizi kötü hissediyorsanız bunun adı vedasızlıktır. Yani, siz vedasızsınız demektir.
Vedalaşma benim uzun yıllar üzerinde çalıştığım bir konudur. İlk defa evlilik sorunlarını, boşanma nedenlerini ele alırken dikkatimi çekmişti. Bu konuyu yoğun olarak çalışmaya başlamam; kök ailesiyle, özellikle de annesiyle vedalaşmadan evlenen kişilerin; evliliklerini yürütmekte zorlandıkları, hatta çok kolay boşandıklarını fark etmemle başladı diyebilirim.
Sonrasında yaşamın bir vedalar zinciri olduğunu gördüm. İnsan kendi yaşamının her evresini yaşayarak ve vedalaşarak bir sonraki döneme geçebilmelidir. Örneğin çocukluğunu yaşayıp vedalaşarak gençlik dönemine geçebilmelidir. Aksi takdirde yaşamının sonraki dönemlerinde kişi sürekli olarak zorlanacaktır.
İnsanlar arası ilişkinin devam edip etmeyeceği vedalaşma aşamasında belli olmaktadır. Ayrıca tarihi, siyasi ve ekonomik süreçleri incelediğimde vedalaşmanın toplumsal boyutunun da ne kadar önemli olduğunu gördüm.
-Günlük yaşamda vedalaşmayı nerelerde yaşıyoruz, bunun örnekleri nelerdir?
--Vedalaşma, günlük yaşamımızın içinde çok sık yaşadığımız bir durumdur. Örneğin sabah evden çıkarken giden eş, kalana veda eder. Okula giden çocuk anne-babasına veda eder. İş yerimizden ayrılırken kalanlara veda ederiz. Bir arkadaşımıza, bir dostumuza veda ederiz. Özellikle sevdiklerimizden ayrılırken bu duyguyu yoğun olarak yaşarız. Bu bir kişi olabileceği gibi, bir yer, bir eşya da olabilir.
-Vedalaşma yaşanmazsa ne olur, insanlar kendilerini nasıl hissederler?
--Vedalaşma yaşanmazsa yani vedasızsan, yaşamın her alanında zorlanırsın, duygusal ilişkilerinde kolay kırılırsın, eşine karşı kırıcı olursun, iş yaşamında sıklıkla başarısızlık yaşarsın. Vedasızlığın anne-babanla ilgiliyse sürekli insanlar seni sevsinler diye uğraşır, taviz verir, suiistimal edilir ve insanlar beni anlamıyor diye üzülürsün. Vedasızlığın kendi travmalarınla ilgiliyse insanlarla iletişim kurmakta zorlanır, sürekli yalnız kalırsın ve mutsuz olursun.
-Aile kavramı için de vedalaşma nasıl olmalıdır. Özellikle çocuklar evden ayrılırken vedalaşma nasıl yaşanmalıdır?
--Evlenen kişiler kendi kök aileleriyle özellikle anneleriyle vedalaşmamışlarsa kendi evliliklerini yürütmekte zorlanmaya başlıyorlar. Evliliğinde yaşadığı her türlü sorunu eşiyle çözmek yerine sorununu annesine götürebiliyor. Bu sefer de anne, çocuğuna yardım etmek adına; sürekli olarak evliliğe ve ilişkiye müdahil oluyor ve sorunlar azalacağı yerde gittikçe karmaşıklaşıyor, çözümsüz hale gelebiliyor. Bu durum bir süre sonra senin annen benim annem tartışmasına dönebiliyor. Benim annem bizim iyiliğimizi istiyor. Benim annem bizim için çok fedakârlık etti ve benzeri tartışmalar uzadıkça eşlerin mutlu olma ihtimali de azalmaya başlıyor. Bu süreçte eşlerden birisi bir hata yapıyor. Diğer eş bu hatayı fark ettiği anda tüm sorunların nedeni olarak eşini suçlayabiliyor.
-"Veda edemediklerimizin esiri oluruz" ifadesi ile neyi kastediyorsunuz?
--Flört, nişan ve evlilik gibi duygusal ilişkiler çeşitli nedenlerle sona erebilir. Bu durumda her iki partnerin birbiriyle vedalaşması gerekir. Ancak gerçek yaşamda vedalaşma o kadar kolay gerçekleşmez. Bazen eşlerden birisi ilişkiyi bitirir. Diğer partner buna hazır değildir. Bazen öfkeyle yeni birini bulabilir hatta evlenebilir. Yeni kişide eski ilişkisini arar, eski ilişkisindeki gibi davranır ancak yaşamına yeni giren kişinin bu durumdan haberi yoktur. Hemen sorunlar baş göstermeye başlar. Unutulmaması gereken husus önceki partnerle duygusal olarak vedalaşmadan aceleyle oluşturulan yeni ilişkilerin uzun süre devam etme ihtimali çok azdır. Öncelikle eski partnerinizle vedalaşmadan yeni ilişki oluşturmanız çok zordur. Çünkü yaşamınıza yeni girecek kişiye yaşamınızda bir yer açmalısınız ki o kişi sizinle bir ilişki yürütebilsin.
-Peki vedalaşma çeşitleri nelerdir?
--Vedalaşma çeşitleri dediğimizde ilk anda akla gelenler, bir ilişkiden vedalaşma, bir yerden vedalaşma, bir nesneden, eşyadan vedalaşmak, kendi yaşam dönemlerinden, evden, aileden arkadaştan vedalaşma gibi örnekler gelir. İlişkiden vedalaşmanın öneminden daha önce bahsetmiştim. Bir yerle vedalaşmak çok önemlidir. Köyden kente göç, şehir değiştirmek, ülke değiştirmek sonrasında zorunlu göçler bu kapsamda değerlendirilmelidir.
-İnsan kendisiyle nasıl vedalaşır?
--İnsanın yaşamı vedalaşma zinciri üzerine kurulmuştur. İnsan doğduğunda anne rahmine veda eder bebek olur. Bebekliğe veda ederek çocukluğa geçer; sonra sırasıyla, gençlik, yetişkinlik ve ileri yetişkinlik dönemleri gelir. Her dönemin kendi içinde sağlıklı bir şekilde yaşanarak ve vedalaşılarak sonraki aşamaya geçilmesi gerekir. Eğer bu dönemlerin birini yaşayamadan sonraki döneme geçerseniz yaşamınızda zorlanmaya başlarsınız. Örneğin koşullarınız çocukluğunuzu yaşamanıza engel teşkil eder ve zorunlu olarak gençlik aşamasına geçerseniz sürekli olarak bir boşluk hissedersiniz. Örneğin “Ben 10 yaşımdayken dört kardeşime bakıyordum onun için hiç çocukluğumu yaşayamadım” diyen bir kişi çocukluk dönemiyle vedalaşamamış demektir.
-Vedalaşmanın önündeki engeller nelerdir?
--Vedalaşmanın önünde birçok engel olabilir. Kişinin travmaları, olumsuz yaşam deneyimleri, kayıplar, devam eden yas süreci, fiziksel özellikleri, mesleği, eğitim durumu, değersizlik duygusu, olumsuz kendilik algısı, başarısızlıklar, bulunduğu coğrafi koşullar sayılabilir.
-Vedalaşmanın toplumsal boyutundan bahseder misiniz?
--Vedalaşma bireylerde, olduğu gibi toplumlar açısında da çok önemli bir kavramdır. Toplumların vedalaşamadığı olaylar, baş edemediği travmaları olabilir. Böyle durumlarda hem toplum hem de toplumu oluşturan bireyler olumsuz etkilenmektedir. Örneğin savaş, göç, deprem, salgın hastalık gibi vedalaşılamayan toplumsal olaylar ilerlemenin, gelişmenin hatta mutluluğun önündeki görülmeyen engellerdir. Örneğin Türk toplumu vedasız bir toplumdur. Gerek köyden kente göç ve gerekse Kafkasya’dan, Kırım’dan, Balkanlardan, Yunanistan’dan Arap coğrafyasından zorunlu olarak gelenler incelendiğinde ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
-Vedalaşmanın yas ve bitmemişlikten farkı var mı?
--Psikolojiyle ilgilenenler bazen “Hocam vedalaşmayı anlatırken yas sürecini mi yoksa geçmişteki bitmemişlikleri mi kastediyorsunuz?” diye sorarlar. Aslında her iki konuda vedalaşmanın içinde ele alınmaktadır ancak yas süreci ve bitmemişlik sınırları belli olan dar kapsamlı kavramları ifade eder. Vedalaşma ise bu iki konuyu da kapsayan çok daha geniş bir kavramdır. İnsanın tüm geçmişini kapsadığı gibi üst nesilleri hatta yaşadığı toplumun psikolojik ve sosyolojik dengelerini, rejimin şeklini dünyadaki gelişmeleri de kapsayabilmektedir.
-İş yaşamında vedalaşma nasıl gerçekleşmelidir?
--Bir kişinin yaptığı işte başarılı olabilmesi için öncelikle o işi iyi bilmesi gerekir. Ahilik geleneğinde olduğu gibi çıraklıktan başlamalı, sonra kalfa olmalı ve ondan sonra ustalığa geçiş yapmalıdır. Kısacası kişi her bir pozisyonda çalışmalı, emek vermeli daha da önemlisi öğrenmeli ve o pozisyonundan vedalaşarak bir sonraki evreye geçmelidir. Bu kural; kendi işinin patronu olanlar kadar, ücretli çalışanlar için de geçerlidir. Eğer kişi okullu ise yine aynı kural geçerlidir. Örneğin bir avukat, bir mühendis ve benzeri bir diploma sahibi genç; okulu bitirdim diyerek bağımsız iş kurduğunda başarısız olma ihtimali oldukça yüksektir. Başarılı olanlar ise çok büyük maddi, manevi bedel öderler. Onun yerine piyasa koşullarını ve gerçeklerini öğrenmek için bir süre başkalarının yanında çalışması çok daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Örneğin başarılı iş adamları yetiştirmekle ünlü Kayseri’de kişi ne kadar zengin olursa olsun çocuklarını en alt kademeden başlatmaları esastır. Yine ülkemizin en büyük holdinglerinin sahipleri çocuklarını yabancı ülkelerde eğitim aldırırlar ancak hemen şirketin başına getirmezler ve daha alt pozisyonlardan başlatırlar ki şirket içindeki işleyişi ve insan ilişkilerini öğrenebilsinler. Aksi takdirde babanın otuz, kırk yıl çalışarak oluşturduğu bir işletmeyi bir yanlış imzayla iflas ettirebilirler. İş dünyasında bunun örnekleri çoktur. Aynı kural özel sektörde çalışan personel içinde geçerlidir. İşgören çalıştığı pozisyonuyla vedalaşarak bir üst pozisyona geçmelidir. Aksi takdirde yeni başladığı iş pozisyonunda zorlanabilir daha da önemlisi başarısız olabilir. Kamudaki işe alımlarda, üst düzey yöneticiliklere atamada kayırmacılık yerine liyakatli kişilerin işe alınma tartışması da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
-Siyasette vedalaşma zamanı nasıl olmalıdır?
--Ülkemizde siyaset bir meslek gibi algılanmakta ve birçok kişi kendisini siyasetçi olarak tanımlamaktadır. Öncelikle siyaset bir meslek değil bir insanın bilgisini, becerisini, deneyimlerini insanların mutluluğu için kullanma sanatıdır. Siyasette idealizm ön planda olmalıdır. Ülkede yaşayan ve kader birliği yapmış insanların sosyal ve ekonomik refahının yükseltilmesi, demokrasinin, insan haklarının, ifade özgürlüğünün en yüce hedefler içinde olması ve ülkemizin bilimde, teknolojide, ekonomik gelişmişlikte dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olması hedeflenmeli ve bu doğrultuda çalışılmalıdır. Bu doğrultuda siyaset yapan kimler var diye sorulsa muhtemelen bütün siyasetçiler kendilerini bu kategoride değerlendireceklerdir. Acaba halka sorulsa bu konuda bir anket yapılsa nasıl bir cevap alınır. Halk, kaç siyasetçi için bunu kabul eder.
Şimdi sorunuzun asıl cevabına gelelim. Siyasetle uğraşan kişilerin öncelikle kendi işlerinde başarılı olmaları esastır. Başarılı bir iş adamı, bir avukat, bir ekonomist, mühendis ve benzeri bir alanda başarılı olmuş ve bu başarıları onaylanmış kişiler; bilgi ve deneyimlerini ülke yararına kullanmak, ülkesine, dünyaya bir yararının olacağı idealiyle siyasete girmelidir. Eğer kişi hem işinde başarılı hem de idealist ise o kişi zaten siyasete davet edilecek ya da siyasete girmesi için teşvik edilecektir. Başarılı kişiler bilgi ve deneyimlerini ülkesinin, insanlığın yararına kullanmaktan büyük bir haz duyarlar. Bilgisini, deneyiminin artık yeterli olmadığını ve yararlı olamadığını anladığı an siyasetten vedalaşmalıdır. İkinci olarak siyasette kalmanız başkalarının lütfuna bağlıysa ve siz sürekli başkalarının sizin hakkınızda vereceği kararı bekliyorsanız yine vedalaşma zamanı gelmiş demektir. Maalesef bu tür siyasetçi azdır. Genellikle kovuluncaya kadar beklemeyi tercih edebilmektedirler. Kovulmaktan kastım ya halk vedalaşır oy vermez ya da parti yönetimi vedalaşır. Ülkemizde sağlıklı bir şekilde vedalaşan siyasetçiler arasında parti başkanı ve başbakan yardımcısıyken istifa eden Erdal İNÖNÜ’yü, yurt dışında ise Almanya Başkabanı Merkel’i ve Yeni Zelanda’nın 42 yaşındaki kadın başbakanını sayabiliriz.
-Vedalaşma açısından Türkiye’yi nasıl değerlendirebiliriz?
--Türkiye nüfusunun tamamına yakınını vedasız olarak tanımlamak yanlış olmaz. Bu vedasızlığı iki türlü ele almak mümkündür. Birincisi Ülkemiz Cumhuriyet öncesi ve sonrası önemli sayıda dışarıdan göç almıştır. 1800’lü yılların sonlarında, Kırım Tatarları, Kafkaslarda yaşayan Çerkezler, Abhazlar gibi Müslüman halklar Rusya ile yaşadıkları çatışmalar sonrası Osmanlı İmparatorluğuna sığınmışlardır. Balkan Savaşları Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanınca önemli oranda toprak kaybı yaşanmış ve buralarda yaşayan Türk ve Müslümanlar Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bu göçler belirli aralıklarla devam etmiştir. Arda Boyları, Drama Köprüsü gibi birçok türkü Balkan türküsüdür. Bir başka göç ise 1924 yılında Yunanistan ile yapılan mübadele karşılıklı değişim anlaşması gereği yapılan göçtür. Bu anlaşmayla Türkiye’de yaşayan 600 bin Rum Yunanistan’a göçmüş, Yunanistan’da yaşayan bir buçuk milyon Türk ise Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göçler sırasında büyük travmalar yaşanmıştır. Çünkü her iki halk köklerinden, vatanlarından ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu vedasızlık günümüzde devam etmektedir. Her yıl Yunanistan’dan göçenlerin torunları başta Selanik olmak üzere atalarının geldikleri köylerini ziyaret etmektedirler. Bunun adına da kültür turları denmektedir. Aynı şey Yunanistan’a göç eden Rumlar için de geçerlidir. Yunanistan’a göç eden Rumlar orada dışlanmışlar, bazı yerlerde Türk diye anılmışlar Bazıları ise Türkçe konuşmaya ve Türkçe şarkı söylemeye devam etmiştir. Rembetiko diye bir müzik türü ortaya çıkmıştır. Suyun iki yakası diye anılmakta ve birbirlerine memleketimize selam söyleyin demektedirler. Yani gelenlerde gidenlerde biziz.
İkinci olarak köyden kente göçü ele alabiliriz. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun yaklaşık olarak yüzde sekseni köylerde yaşamaktaydı. Sanayileşmenin başlaması, kentlerde insan gücüne olan ihtiyacın artması, köylerde yaşanan ekonomik zorluklar, kan davası gibi sosyolojik nedenler bir araya gelince yoğun bir nüfus hareketi yaşandı. Ancak köyden gelenleri kimse düşünmemişti. Devletin hiç bir hazırlığı yoktu. Onlarda kendi çözümlerini ürettiler ve gecekondu semtleri ortaya çıktı. Köylerinden vedasız ayrılan bu insanlar devamlı köy özlemi içinde yaşadılar. Köylerine gidemeyince yaşam biçimini kentlere taşıdılar. Şimdilerde köy de yaşayanların oranı yüzde onlara düştü. Şehirlerden köye göç başladı. Ancak bu göç daha çok emekli olanların köylerine geri dönüşleri şeklinde gerçekleşmektedir. Göç etmeyenlerde zaman zaman köylerini hatta dedelerinin köylerini bile ziyaret etmektedirler.
-Tarihsel vedalaşma nasıl olur?
--Tarihsel vedalaşma farklı şekillerde ele alınabilir. Toplumun hafızasında yer etmiş önemli travmalar nesiller arası aktarımla çok uzun yıllar sürebilir. Örneğin Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçleri Türk Tarihi açısından büyük önem arz etmektedir. Çünkü Türkler anayurtlarını vedalaşmadan terk etmek durumunda kalmışlardır. Benzer durum savaşlar içinde geçerlidir. Yakın tarihimizde yaşanılan, Balkan Savaşları sonucunda Avrupa Türkiye’si kaybedildi, Selanik gibi bir Türk kenti Yunanistan’a geçti. Çanakkale Savaşı hem gururumuz hem de en önemli travmamız oldu. Sonra Sarıkamış harekâtı, Birinci Dünya Savaşında savaştığımız ve büyük kayıplar yaşadığımız Kanal harekatı, Filistin, Irak, Suriye ve diğer cephe savaşları ile henüz vedalaşmadık. Bu savaşlarda çok büyük sayıda askerimizi şehit verdik. Sadece Kurtuluş Savaşıyla vedalaştık ve varlık nedenimiz ve gururumuz olan Türkiye Cumhuriyetini kurduk.
-Uzaya yapılan yolculuklarla vedalaşmanın ilişkisi var mıdır?
--Arkeolojik araştırmalar insanoğlunun var oluşandan itibaren uzayla ilgilendiğini ve uzayı merak ettiğini göstermektedir. Bugünkü bilgi düzeyiyle açıklanamayan bazı yapılar uzaylılarla ilişkisinin olabileceği yönünde iddialar söz konusudur. Örneğin arkeolojik kazılar sonucunda yeni bulunmuş olan Göbeklitepe’deki yapılardaki bazı simgelerin uzayla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Bu tür iddialar Dünya’nın başka yerlerindeki bir takım arkeolojik yapılar içinde ifade edilmektedir.
Ben, insanının uzayla ilişkisini vedalaşma açısından ele almaya çalışmaktayım. İnsanın doğasında daha önce yaşadığı yerlere dönme davranışı söz konusudur. Doğduğu yeri, atalarının yaşadığı yeri merak etme ve araştırma özelliği hatta oraya gitme çabası söz konusudur. İnsanın uzaya olan ilgisinin altında yatan asıl neden geriye dönme özelliği olabilir.
İnsan Dünya’ya nasıl ve nereden geldiği sorularının cevabını henüz bulamadı. Sürekli olarak bu sorunun cevabını aramaktadır. Günümüzde insanın var oluşuyla ilgili iki iddia söz konudur. Birinci görüş teolojik açıklamadır; insan cennetten kovulan Adem ve Havva’dan üremiştir. Diğer görüş ise insanın evrim geçirerek oluştuğu yönündedir. Ancak iki açıklamada insanı tatmin etmemiştir. Bunun içinde insanoğlu varoluşundan itibaren sürekli olarak kendini, kendi varoluş şeklini, nereden geldiğini aramaktadır. Tarih boyunca insanlığın yaşadığı göçlerin, coğrafi keşiflerin altında yatan temel neden insanoğlunun kendi geçmişini arama çabasıdır. İnsan nereden geldiği sorusunun cevabını Dünya’da bulamayınca uzaya yönelmiştir. İnsanlık uzayda aslında kendisini aramaktadır. Uzay araştırmalarının altında yatan bilinç dışı amaç budur. Uzay teknolojisinde bugün gelinen nokta bu amacı daha çok belli etmektedir. Uzayda yaşam merkezleri oluşturma fikri bunlardan sadece birisidir. Bu araştırma ve teknolojik gelişmeler hızlanarak devam edecektir ta ki insan kendisinin nereden geldiğini bulsun. Buradaki kritik soru biz mi onları önce bulacağız yoksa onlar mı bizi daha önce bulacaklardır.
-Bir birey olarak ayrılma ve veda etme ne anlama geliyor?
--Ayrılık veya ayrılma tek taraflıdır. Ayrılırsınız ancak vedalaşmazsınız. Veda etmek, demek karşılıklı olara vedalaşma ritüelini yerine getirmek demektir. İnsanların birbirlerine hoşçakal ve güle güle diyebilmesidir. Bu şekilde gerçekleşen ayrılık sonrasında kalan da giden de rahatlamış olarak yaşamına devam edebilir. Bu vedalaşma sahnesi gerçekleşmediğinde her iki tarafta kendilerine bir yük edinmiş demektir. Bu yükü ne kadar taşırlar ne zaman fark ederler belli olmaz.
-Peki ya terk edilmek insana neler yaşatır ve terk edilmenin acısını nasıl atlatırız?
--Terk edilmek yani istenmemek psikolojik açıdan insanı değersiz hissettiren bir duygudur. Özellikle kişinin geçmiş yaşantısında terk edilme hikayesi varsa bu durumla baş etmesi daha da zorlaşacaktır. Örneğin çocukluk döneminde ebeveyn kaybı ya da terki söz konusuysa dışarıdan basit gibi görünen bir ayrılık hikayesi kişinin tüm yaşamını altüst edebilir. Yaşamı boyunca sevilmeyeceği kaygı ve korkusuna kapılabilir.
Duygusal ilişkilerde en çok merak edilen benim de psikolog olarak sıklıkla çalıştığım konu terk edilmenin acısını atlatmanın nasıl olacağı konusudur. Gerek flört gerekse evlilik ilişkisi bittikten sonra başvurular çok olmaktadır. Belediye personeline yönelik vermiş olduğum Vedalaşma konulu seminerime dışarıdan katılan bir grup genç kadın “Biz sevgililerimizden ayrıldık, bu aşk acısından nasıl kurtulacağız” diye sormuşlardı. Ben de o konuda henüz kitap yazmadım diye espriyle cevaplamıştım. Daha sonra bu konuyu da kapsayan “Yaşamın Mola Tesisleri” kitabımı yazdım.
Eğer terk edilmişseniz öncelikle sakin olmanız gerekir. Sizin bir molaya ihtiyacınız var demektir. Öfke, hayal kırıklığı gibi duygular yaşamanız gayet normaldir. Bu gibi durumlarda mümkün olduğunca yalnız kalmamaya çalışın. İki destek sistemini acilen devreye sokmanız gerekir. İlki aile destek sistemidir. Aile üyelerine yakın olun ve onlarla sorununuzu paylaşın. İkinci olarak arkadaş destek sistemini çalıştırmaya başlayın. Arkadaşlarınızı arayın, vakit geçirin, plan yapın. Ancak bu insanlar sizi eleştiren, yargılayan değil sizi dinleyen, anlamaya çalışanlar olsun. Ben sana dememiş miydim, beni dinlemedin, gözün kör müydü benzeri yaklaşımda bulunanlardan uzak durmak gerekir. Bu tür olumsuz ifade kullanan kişiler kendinizi daha kötü hissetmenize neden olabilir. Burada dikkat etmeniz gereken önemli bir husus ise onlara terapistiniz gibi davranmayın. Yani onları sürekli kendi sorununuzdan bahsederek bunaltmayın. Bu kötü kullanıma girer. Profesyonel destek almayı göz ardı etmeyin. Hemen yeni bir ilişkiye başlamayın. Çivi çiviyi söker kuralı burada geçerli değildir. Sadece en ufak bir olumsuzluk kendinizi çok kötü hissettirir. Kendinize yeni bir uğraş alanı bulmaya çalışın. Bir süre sonra olgunlaşır ve güçlenirsiniz; daha güzel ilişkiler oluşturabilirsiniz.
-Terk edilme korkusunun nedenleri nelerdir?
--Terk edilme korkusunun temeli çocukluk hatta bebeklik dönemi travmalarına bağlı özdeğer düşüklüğüdür. Özdeğer insanın kendisini algılama şeklidir. İnsan kendisini değerli mi yoksa değersiz olarak mı görüyordur. Özdeğer beş yaşına kadar anne-baba gibi bakım veren kişilerden kazanılan bir özelliktir. Sonradan kazanılması mümkündür ancak bir uzman desteğine ihtiyaç vardır. Benim ilişki sorunların da en çok karşılaştığım ve çalıştığım durum özdeğer eksikliğidir. Özdeğeri düşük olan kişiler hem normal ilişkilerinde hem de duygusal ilişkilerinde sırf beni sevsinler kaygısıyla tavizkar bir tutum sergileyebilmektedirler. Herkesle iyi olmaya çalışır, yardım edecek kişi arar, herkesten sevgi almaya çalışır ancak bu çok mümkün olmaz. Bu yardım çabaları başka insanlar tarafından kolaylıkla suistimal edilir. Özellikle duygusal ilişkilerinde çok zarar görür. Özdeğeri yüksek olan kişiler terk edilmekten korkmazlar çünkü bu konuda baş etme becerileri oldukça kuvvetlidir. Daha doğrusu özdeğeri yüksek kişiler kolay kolay terk edilmezler gerekirse onlar terk ederler.
-"Zaman tüm yaraları iyileştirir" derler. Bu doğru mu?
--Zamanın tek başına bir iyileştirme özelliği yoktur. Bazen yaraların büyümesine bile neden olabilir. Çevrenizde yıllarca yas tutan hatta bu yas tutma sürecinden beslenen kişileri görebilirsiniz. Örneğin “On yaşındayken annemi kaybettim” diyerek sık sık ağlayan yetmiş yaşında bir kişiyle karşılaşabilirsiniz.
Kişinin zaman içinde yaralarını iyileştirmek için göstermiş olduğu gayret, psikolojik sağlamlığı artırma çalışmaları yaraları iyileştirir. Zamanla öfkesi azalabilir, kendisini iyi hissettirecek uğraşlar, sosyal ilişkiler oluşturabilir. Bu aşamada alacağı profesyonel psikolojik destekte kişinin yaralarının iyileşmesinde yardımcı olacaktır.
-Ayrılıklar hakkında yapılan yeni bir araştırmanın yazarlarından ve Saint Louis Üniversitesi Kriminoloji ve Ceza Yasası Bölümünde epidemiyoloji doçenti Dr. Brian Boutwell’e göre: “Başarısız bir ilişkinin sonucunda gelen ayrılığı atlatma süresi için toplumda küçümseme eğilimi var” demiş. Burada anlatılmak istenen ne ve sizce de bu doğru mu?
--Dr. Brian Boutwell’in araştırmaları konusunda çok fazla bilgi sahibi olmadığımı belirtmek isterim. Genel olarak başarısız ilişkilerden çevredeki insanlar rahatsızlık duyarlar. Muhtemelen partnerlerden birisi diğerine kötü davranıyordur, hatta sözlü ya da fiziksel şiddet uyguluyor olabilir. Böyle bir ilişkiden kurtulan kişi kendisini toparlama sürecinde zorlanabilir ve başka insanların yardımına ihtiyaç duyabilir. Yardıma ihtiyaç duyan kişi zayıf olarak görülebilir ve küçümseme davranışlarıyla karşılaşabilir.
-Sosyal Psikoloji ve Kişilik Bilimi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre, eski partneri hakkında uzun uzun düşünerek ayrılmaya karar veren insanlar, tek başlarına kaldıklarında kendilerini daha güçlü hissediyorlarmış, neden?
--Çünkü psikolojik olarak ayrılığa kendilerini hazırlamış olduklarından vedalaşma davranışını sağlıklı bir şekilde geçekleştirebilirler. Ayrıldıktan sonraki yaşamlarını ve ne yapacaklarını önceden planlamışlardır. Sürpriz bir durum yoktur. Kendi mutluluk projelerini hayata geçirmek için çalışmaya başlayabilirler.
-Yapılan araştırma, sosyal medyanın kötü ilişkiler ile bağlantısını araştırmasa da uzmanlar Facebook ve Twitter’ın insanlara eski sevgilileri ile yeniden iletişime geçmeleri ve küllenen ateşi alevlendirmeleri için kolaylık sağladığını savunuyor. Biten bir ilişki yeniden düzelebilir mi?
--Vedalaşılmayan ilişkiler, bitmemişlikler birçok insanın hayatında vardır. Zaman zaman o kişi hatırlanır, özlenir. Hatta çocuğuna eski sevgilinin adını verenlere bile rastlamak mümkündür. Bitmemiş ilişkilerin tekrar başladığı durumlar da olabilir. Çevrenizde çocukları olduğu halde eşlerinden ayrılarak tekrar bir araya gelmiş eski sevgilileri görmeniz şaşırtıcı değildir. Facebook, Twitter gibi sosyal medya araçları vedalaşılmayan eski ilişkilerdeki kişilerle iletişim kurmayı kolaylaştırmıştır. Birçok kişi eski sevgilisini merak eder. Bu merak gayet insani bir durumdur. Kendisini terk eden kişi ne yapmaktadır, kendisinden daha iyisini mi bulmuştur. Bazen bir araya gelirler. Ancak bu durum çoğunlukla hayal kırıklığıyla son bulur. Sizin hayalinizdeki kişi ile gerçek kişi çok farklı olduğu gibi sizde artık eski siz değilsinizdir. Kişiler şunu fark edebilirler. O zaman ayrılmasalardı muhtemelen bir süre sonra daha ciddi sorunlar yaşayarak ayrılacaklardır. İkisinde de değişim ve farklılık başladığı için ilişkileri sonlanmıştır. Bir araya geldiklerinde bunu daha iyi anlarlar. Yani eksik kalan vedalaşma tamamlanmış olur.
-Hocam bu arada Türkiye'de ilk kez "Vedalaşma" atölyeleri yapıyorsunuz. Talep nasıl, neler yaşanıyor?
--Bildiğiniz gibi yeni bir psikolojik yardım yaklaşımı olan “Veda Terapi”nin kurucusuyum. Kendi özel çalışmalarımda vedalaşma temelli çalışıyorum. Kendi oluşturduğum Veda Terapi psikolojik yardım yaklaşımıyla daha çok kişiye yardım edebilmek amacıyla Vedalaşma Atölyeleri adı altında grup terapisi planladım. Haftada bir yapılan çalışma oldukça ilgi görmeye başladı. Vedalaşma Atölyesinde grup üyeleri yaşantılarında kendilerini rahatsız eden geçmiş yaşantılarıyla, kişilerle, bitirilmemiş ilişkilerle vedalaşmayı öğreniyorlar ve yalnız olmadıklarını başka insanların da benzer sorunlar yaşadıklarını görüyorlar. İyileşme süreci bütün grup üyelerinin desteği ile gerçekleşiyor.
Vedalaşma Atölyelerinin etkisini ve gücünü daha iyi anlatabilmek için katılımcı değerlendirmelerinden örnek verebilirim.
Terapiye başlarken: Başlarda ne öğrenebilirim, öğrendiklerimi hayatıma nasıl uygulayabilirim acaba diye düşünürken bir anda grup terapisi, ortamın rengi, nasıl olur ki acaba ya döndü sorular. İlk görüşmeden sonra anladım ki bu ortamda bildiğim ya da bilmediğim yüklerimden kurtulacağım. Hafiflik hissi ile bu odadan çıkacağım. Hiç tanımadığım insanların vedalaşmadıklarını dinlemek neler hissettirecek kim bilir bana? Beni bana döndürecek mi burada dinlediklerim? Affedemediklerim, unuttuklarım, hatırlamak istediklerim, karanlık noktalarım artık vedalaşma vakti.
Terapi sonu değerlendirme: Yaklaşık bir buçuk aylık bu süreç hayatımın mola tesisi gibiydi. Durdum kendimi dinledim, yüreğimin sesine kulak verdim, ihtiyaçlarımı giderdim. Kendime dönmeyi başardım, evet en başta kendime kulak verdim. Sen ne istiyorsun dedim kendime. Hayatta nasıl var olmak istiyorsun. Yok olup gittiğinde; nasıl hatırlanmak nasıl bir hayat yaşamış olmak istiyorsun? Doğru sorular sordukça ve dikkatlice dinledikçe doğru cevapların gelişini izlemek, idrak etmek farkındalıktı. Sonsuz teşekkürler.
Bir başka danışanın ifadeleri;
Terapiye başlarken: Vedalaşamadığım (farkında olduğum ve olmadığım) tüm sıkıntı, sorun ve insanlardan kurtulmak. İlk psikolojik deneyimim ve ilk adımım. Bana yük olan, beni mutsuz eden her duygudan kurtulmak. Yüreğimi hafifletmek, kendimi ifade konusunda güçlenmek. Barışmak, gerekiyorsa savaşmak için destek almak, duygularımın farkına varmak.
Terapi sonu değerlendirme: kendimi ifade konusunda güçlü olduğumu fark ettim. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar kendimle uğraşmamıştım. Kendimi çok sevdiğimi vedalaşmam gereken çok fazla yaşantım olduğunu fark ettim. Kendimi sonsuz ve sınırsız hissediyorum.
Bu duygu ve düşüncelere benzer o kadar çok değerlendirme var ki. Ben vedalaşma Atölyeleri grup çalışmalarımda doğru yolda olduğumu, başarıya ulaştığımı ve bu çalışmanın insanların yaşantısında sağlıklı vedalaşmalar sağladığını ve güçlendiklerini düşünüyorum.
Sanırım yakında yeni gruplar oluşmaya başlayacak. Bir süre sonra online da yapabiliriz. Çünkü başka şehirlerden hatta yurtdışından vedalaşma atölyesinin online da yapılması yönünde istekler gelmeye başladı.
--SON OLARAK UMUDUN HİÇ TÜKENMEMESİ DİLEĞİYLE HERKESE SAĞLIKLI VEDALAŞMALAR DİLİYORUM…
Kaynak:BBN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.