Yazar, tam da bizi anlatmış

Yazar, tam da bizi anlatmış

​​​​​​​Hande İpekgil'in bu haftaki konuğu Psikolog, Eğitimci ve Yazar Ali Orhan oldu

Bu hafta konuğum psikolog, eğitimci ve yazar Ali Orhan. Pek çoğunuz onu; "Geçinmeye Gönlün var mı?", "Evliliğin İlk 50 Yılı Zordur", "Vedasızlık", "Yaşamın Mola Tesisleri" kitaplarıyla tanıyorsunuzdur. Bilgi ve birikimlerini cömertçe paylaşan, eğitimler veren, otuz yılı aşkın süredir çocuklarla çalışan Ali Bey hayatın içinden gerçek olaylar ve insan profillerinden yola çıkarak, doğumdan- ergenliğe kadar geniş bir alanda anne babalar için rehber niteliğinde yeni bir kitap yazdı. Bugün sohbetimizde anne-babalar için yazdığı, rehber niteliğindeki yeni kitabı "Çocuk Yetiştirme Kılavuzu" nu ve merak edilen konuları konuştuk.

Yazar, tam da bizi anlatmış

- Ali Bey öncelikle yeni kitabınız "Çocuk Yetiştirme Kılavuzu" hayırlı olsun. Niçin böyle bir kitap yazma gereği duydunuz, kitabınızın bu alanda yazılmış kitaplardan farkı nedir?

Teşekkür ederim Hande Hanım. Çocuk yetiştirme konusunda yayınlanmış birçok kitap var. Bu kitaplarda gördüğüm ortak nokta teorik bilgilerin fazlalığı, birçok bilginin ve örneğin toplumumuzun dinamiklerine uymaması.  Ayrıca çoğunun çocukların ve ebeveynlerin gerçeğinden ziyade, ideal hedefleri ele almakta olduğunu gözlemledim. Teorik olarak önemli bilgiler içeren bu kitaplar gerçek ihtiyacı karşılamaktan uzaklar ve anne-babaların çocuk yetiştirme konusundaki kaygılarını gidermekte yetersiz kaldıkları gibi hatta zaman zaman kaygılarını daha da artırabiliyorlar. Çocuğu için her şeyi en iyi şekilde yapmaya çalışan anne-babaların bir yandan suçluluk psikolojisi yaşamalarına bir yandan da mükemmeliyetçi ebeveyn olmalarına neden olabiliyorlar. Hâlbuki çocuk yetiştirme konusunda yazılmış kitapların ebeveynleri biraz da rahatlatması, hayatlarını kolaylaştırması gerekir. Kaygısı azalan ebeveyn daha iyi anne-baba olabilir.

Ben eğitimin içinde yıllarca çocuklarla ve anne-babalarla çalışmış biri olarak çocuk yetiştirirken anne-babaların kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanarak, hayatın içinden örnekler vererek, aynı zamanda da kültürel kodlarımızı esas alarak konuyu ele almayı istedim. Eğitim düzeyi ne olursa her eğitim düzeyinden insan, yazdıklarımı anlayabilmeli diye düşünüyorum. Bu kitabı okuyan bir Türk ailesi kendisini bulmalı ve “yazar tam da bizi anlatmış,” diye düşünmeli kaygısıyla kitabı kaleme aldım.

- Anne ve babalar için rehber niteliğinde dediğiniz bu kitap eğitimciler için de aynı şekilde faydalı olacak mı? "Çocuk Yetiştirme Kılavuzu" kitabınızı kimleri hedefleyerek kaleme aldınız? 

Sorunuzun cevabını rahatlıkla evet olarak cevaplayabilirim. Öncelikle eğitimciler de birer ebeveyndir. Yani onlar da çocuk yetiştirirler. İkinci olarak eğitim konusunun ele alındığı kitaplarda mutlaka eğitimcilere yönelik bilgilendirici, yol gösterici bölümler ve öneriler bulunmalıdır. Bu konuya özellikle dikkat ettim. Aksi takdirde bütün sorumluluğun ebeveynlere yüklendiği alışılmış kitaplardan bir farkı kalmazdı. Eğitimciler farklılıklara sahip öğrencilerle iletişim kurmakta zorlanmaktadır. Çünkü bu konularda eğitim almamışlardır. Bu kitabı okuyan bir eğitimci, özel gereksinimli, üstün yetenekli ya da bireysel psikolojik sorunları olan öğrencilere nasıl yaklaşması gerektiği, onlara nasıl destek olabileceği konusunda da bilgi sahibi olabilecektir.

Sorunuzun kimleri hedef aldınız bölümüne gelince; çocukla temas halinde olan herkesi bu kitabın hedef kitlesi içinde görüyorum. Bunlar, başta anne-babalar,  öğretmenler, çocukla çalışan uzmanlar, eğitimle ilgilenen tüm çalışanlar, büyükanneler ve dedeler, eğitim fakültesi öğrencileri yine çocukla çalışan sağlıkçıları sayabiliriz.  

- Kitabınızın benzer kitaplardan en temel farkı, çocuk büyütmede sadece belli bir dönemi kapsamaması diyebiliriz. Örneğin anne-babalara çocuklarının eğitim dönemleri konusunda da yol gösteriyorsunuz. Peki, eğitim-öğretim dediğimizde ne anlamalıyız? Bu kavramları biraz açıklar mısınız? Neden bu konuda ebeveynlere yol göstermek istediniz?

 Yazar, tam da bizi anlatmış

Genellikle eğitim kavramı, öğretim ve okul kavramlarıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hâlbuki eğitim dediğimizde yaşamın tüm aşamalarını ve süreçlerini anlamamız gerekiyor. Özellikle yazılı olmayan eğitim kuralları toplumun en güçlü dinamiklerini oluşturmaktadır.

 

Eğitim dediğimizde, bir insanın doğumundan itibaren karşılaştığı planlı ya da rastlantısal olarak bireyde meydana gelen tüm etkileşimler ve değişimler kastedilmektedir. Burada klasik eğitim tanımını biraz daha genişletmiş oluyoruz. Klasik eğitim, “Bireyde istendik davranış değişikliği meydana getirmek,” şeklinde tanımlanmaktadır. Akla gelen ilk soru, kimin istediği davranışlardır? Cevap tabii ki erkin istediği davranışlar. Peki, istenmeyen davranışlar ne olacak? Bunlar hangi kategoride değerlendirilecektir?

 

Öğretimle kastedilen ise; öncelikle okuldaki planlı öğrenmedir. Burada daha çok bilgi alış-verişi söz konusudur. Öğretim eğitimin bir parçasıdır. Ebeveynler eğitimle öğretim farkını öğrendiklerinde kendi sorumluluklarını da hatırlamak zorundadırlar; çünkü eğitim evde, ailede başlar. Eğer ebeveynler aradaki farkı bilmezlerse ileride iyi öğretim görmüş ancak iyi eğitim almamış bir yetişkinle karşılaşırlar ve nerede hata yaptıklarını düşünürler.

Yazar, tam da bizi anlatmış

- Çocuğun başarısı sadece okulda verilen eğitimle olmuyor kuşkusuz, kitapta detaylı anlatıyorsunuz ama burada da biraz bahseder misiniz? Çocuklarının başarılı olması için ebeveynler nelere dikkat etmeli? 

Çocukların başarısı anne-baba tutumlarıyla doğrudan ilişkilidir. Ebeveynler özellikle ilk çocuklarını yetiştirirken kaygılı davranabiliyorlar. Bu kaygı, kendisini mükemmeliyetçi ebeveyn tutumu şeklinde gösterebiliyor.  İyi niyetle çocuğu için her şeyin en iyisini yapmaya gayret eden ebeveynler farkında olmadan çocuğunun da kaygı düzeyinin yükselmesine neden olabiliyor. Bir süre sonra kaygılı bir çocuk ortaya çıkabiliyor. Bu özellik tek çocuk, güç ve geç olan çocuklarda ve ebeveynlerinde sıklıkla görülür.  Öncelikle ebeveynlerin, çocukları için güvenli ve huzurlu bir aile ortamı hazırlamaları gerekir. Çocuklar en çok huzurlu ve güvenli bir aile ortamına gereksinim duyarlar. Bu koşullar sağlandığında çocuğun akademik ve sosyal başarıları artacaktır.

- Biraz genel bir soru olacak ama hem okul öncesi dönemde hem de okul döneminde ebeveynlerin çocuklarına yaklaşımı nasıl olmalıdır? En çok dikkat etmeleri gereken başlık sizce nedir?

Okul öncesi dönem aynı zamanda çocuğun öz değerinin oluştuğu, temel güvenlik duygusunu aldığı kısaca kişiliğinin temellerinin atıldığı dönemi de kapsamaktadır. İlk defa evden ve annesinden ayrıldığı için kaygı duyabilir. Bu beklenen bir durumdur. Eğer ebeveynleri kendileri rahat olur ve bunu çocuğa yansıtabilirse, çocuk anaokuluna çabuk uyum gösterecektir. Bu dönemde ebeveynle kurulacak sağlıklı ilişkiler çocuğun tüm yaşamının sağlıklı geçmesinde önemli bir etken olacaktır.

Öncesinde olduğu gibi okul döneminde de aile içindeki sağlıklı ilişkiler devam etmelidir. Mutlu bir aile ortamından okula gelen çocuklar okulda daha başarılı olur. Anne-babaların en çok dikkat etmesi gereken durum çocuğun kaygısını yükseltecek davranışlardan uzak durmalarıdır. Mutsuz bir karı-kocanın çocuğu okula mutsuz ve kaygılı gelecektir. Eşler kendi aralarında yaşadıkları birtakım sorunları çocuklara yansıtmadan, gerekirse uzman desteği alarak çözmeliler. Kendi sorunlarıyla yüzleşmekten kaçınan birçok çift, çocuğun başarısızlığına odaklanarak kendi sorunlarını unutmaya çalışıyor.

- Anne-babaların çocuk üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Aşırı korumacı ebeveyn tutumları ve sonuçları hakkında neler söylersiniz?

Çocuğun yaşam becerilerinin gelişmesinde en büyük sorumluluk anne-babalara düşer. Örneğin 4. sınıfa devam eden çocuğunu her öğlen okula gelerek kaşıkla besleyen anne ve büyükanneleri görmek şaşırtıcı değil.

Anne-babalar çocuklarının gelişim dönemi özelliklerini çok iyi bilmeli ve çocuklarına ona göre davranmalılar. Çocuklarına büyüme şansı vermeliler. Çocukların yapabilecekleri işleri onların yerine yapmak, çocuğa yapılmış büyük bir haksızlıktır. Kendi yaş özelliklerini yerine getiremeyen çocuklar arkadaşlık ilişkilerinde de zorlanmakta, bağımsız karar alamamaktadırlar. Küçükken annelerinden almaya alıştıkları emir alma davranışını yetişkin olduklarında eşlerinden, patronlarından ya da arkadaşlarından almayı isterler. Bu da yaşamda başarısızı birey olmalarına yol açar. Aşırı korumacı ebeveyn tutumu çocuklara büyük zarar verir.

- Okul hayatı başlayınca “Üzerime düşeni yaptım gerisi okulda” diyen aileler de var, okulun işine çok karışan aileler de var. Sizce okul- aile arasındaki iş birliği nasıl olmalıdır? Buradaki sınır nasıl korunmalıdır?

Çocuk okula başladığı andan itibaren sorunlarda nitelik değiştirmeye başlar. Evdeyken 7/24 anne-babasının kontrolünde olan çocuk, günün belirli bir dönemini okulda yani anne-baba açısından bilinmez ve kontrol edilemez bir alanda geçirmektedir. Bu durum bazı anne-babaları rahatlatırken bazılarının da kaygısını artırır. Özellikle ilkokul döneminde anne-babaların okula girme ve ortamı kontrol etme ve sürekli olarak çocuğunu takip etme isteğinde artış görülür. Sağlıkla ailelerde bu dönem kısa sürer.

Okul ile anne-baba arasında sağlıklı bir iletişim kurulması çok önemlidir. Bir tarafta anne-baba diğer tarafta okul müdürü, müdür yardımcısı, çocuğun sınıf öğretmeni, okul rehberlik öğretmeni ve diğer öğretmenler vardır. Ebeveynler okuldaki görevlilerle tanışmalı ve sağlıklı bir iletişim geliştirmeliler. Okulda yapılan toplantılara mümkün olduğunca anne-baba birlikte katılmalıdır. Çocukların sorumluluğu bir eşe bırakılmamalıdır. Bu hem eşe hem de çocuklara haksızlık olur. Ayrıca en başta sınıf öğretmeni olmak üzere okuldaki görevlilerin kişisel alanlarına saygı duyulmalı sempatik ilişki geliştirilmemelidir.

- Kitapta dikkatimi çeken en önemli konulardan biri de “Özel Gereksinimli Çocuklar” başlığıydı. Bu konuda kaynak, rehber o kadar az ki aileler böyle bir durumla karşılaştıklarında ne yapacaklarını, nasıl bir yol haritası çizeceklerini bilemiyorlar. Oysa siz anlamlı bir yol haritası sunmuşsunuz. Herkesin başına gelebileceği hissini de yaşatmışsınız diyebiliriz. Kitabı okumadan önce (okuduklarında detaylı bilgi sahibi olacaklardır.) bu konuda ebeveynlere neler söylersiniz? Nasıl bir tutum içinde olmalılar?

Özel gereksinimli çocuğa sahip olmak, herkesin karşılaşabileceği bir durum. Ancak hiçbir ebeveyn böyle bir duruma hazır değildir. Genellikle ebeveynler normal gelişim gösteren, akademik yaşamında başarılı bir çocuk hayal ederler. Zihinsel ya da fiziksel anlamda özel gereksinimli çocuklar da yaşamın bir parçasıdır. Bu tür bir çocuğa sahip anne-babalar durumu öğrendiklerinde büyük bir şok yaşarlar. Bu ilk aşamadır. İkinci aşama durumu kabullenmeme, inkâr aşamasıdır. Üçüncü aşama kabul aşamasıdır. Dördüncü aşama ise çözüm aşamasıdır. Genellikle inkâr aşaması uzun sürmektedir. Bu aşama ne kadar uzun sürerse kabul ve çözüm aşamalarına geçiş gecikmekte ve çocuğun eğitimine de geç başlanmaktadır. Özel eğitimde zaman çok önemlidir. Eğitime en kısa sürede başlanması gerekir. Sabırla ve ısrarla eğitim devam etmelidir. Özel gereksinimli çocuğu olan anne-babalar sorumluluklarını ve haklarını çok iyi bilmeliler. Toplumun bazı kesimlerinde ve resmi kurumlarda görevli bazı kişiler tarafından bu çocuklar reddedilmekte, ötekileştirilmekte, suiistimal edilmekte hatta yok sayılmaktadır. Özel gereksinimli çocuğu olan anne-babaların çok dikkatli olmaları ve aynı zamanda iyi bir hak arayıcı, hak savunucu olmaları gerekmektedir. Bu konuda yalnız olmadıklarını bilmeleri ve ilgili sivil toplum örgütleri vasıtasıyla diğer ailelerle iş birliği içinde olmalılar.

- Özel gereksinimli çocuklar gibi hassasiyet gösterilmesi gereken bir diğer konu da üstün yetenekli çocuklar. Bir çocuğun üstün yetenekli olması ne demektir? Aileler için bu konuda ülkemizde nasıl bir yol çizilmektedir? Hem aileleri hem çocukları nasıl kararlar, zorluklar bekliyor?

Haber programlarında ne zaman yurt dışından bir Türk bilim insanına bağlanıp görüşleri sorulsa içim yanar. “Çok önemli bir değeri başka ülkeye kaptırmışız,” diye düşünürüm. “Bizim insanımız ama bize yararı yok, yeteneklerini başka ülkeler için kullanıyor,” diye üzülürüm. Üstün yetenekli dediğimiz insanlar aslında bir ülkenin en önemli değeridir. Bir ülkenin gelişmesi, zenginleşmesi ancak üstün yetenekli insanlarla mümkün olmaktadır. Ancak bu insanlara çocukken sahip çıkmak gerekir. Yani üstün yetenekli insanlara yönelik devletin bir eğitim politikasının olması gerekir. Bu konuda net bir politikamızın olduğunu söylemek oldukça zor. Şu anda BİLSEM ‘ler (Bilim ve Sanat Merkezleri) aracılığıyla üstün yetenekli öğrencilere ulaşılmaya çalışılmaktadır. BİLSEM’ ler için yapılan öğrenci seçim aşamaları anne-babalar tarafından lise giriş sınavı gibi algılanabiliyor. Bazı ebeveynlerin BİLSEM’ e hazırlık kitapları aldıklarını görüyoruz. Bu konuda aileler de öğretmenlerde ne yapacaklarını tam olarak bilemiyor diyebilirim. Hatta bazı durumlarda üstün yetenekli çocuklar “sorun çocuk” olarak algılanabiliyor, okullarda disiplin cezaları verilebiliyor.

Üstün yetenekli çocuklar konusundaki eğitim politikalarını incelediğimde tam bir netlik olmadığını söyleyebilirim. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren üstün yetenekli çocukların eğitimi için yapılan çalışmalar incelendiğinde, sanki gizli bir elin bu konuya fazla önem verilmesini istemediği gibi bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü bu konudaki hiçbir çalışma uzun süreli olmadığı gibi devamlılık da göstermemiş.

- Okul çağının pek çok alanına dokunan bilgiler veriyorsunuz kitabınızda, bunlardan biri de ilerleyen yaşlarda her çocuğun/gencin karşısına çıkan kariyer konusu. Kariyer planlama nedir? Bu konuda anne-babalar nelere dikkat etmelidir?

Kariyer planlaması, doğumdan sonra başlayan ve çocuğun yetişkinlik dönemindeki yaşamının planlamasıyla ilgili süreçleri kapsamaktadır. Öncelikle çocuğun ileride yapacağı meslek akla gelmektedir. Bu konuda anne-babaların hayalleri ile çocuğun gerçeklikleri arasındaki uyum önemlidir. Ülkemizde kariyer planlaması yanlış anlaşılmaktadır. Kariyer planlaması dendiğinde “öncelikle liseyi, sonra üniversiteyi belirlemek önemli” anlayışı sonra ise üniversiteye giriş sınavında alınan puanın, hangi üniversitenin hangi bölümüne girmek için yeterli olacağı konusu akla gelmektedir. Buna da tercih danışmanlığı denir. Aslında sıralama danışmanlığı demek yanlış olmaz.

Aslında kariyer planlaması uzun bir süreçtir. Ebeveynlerin, çocuklarının yeteneklerini, ilgi alanlarını, becerilerini, gelişim dönemlerini ve kişilik oluşum aşamalarını gözlemlemeleri çok önemlidir. Çocuğun okul aşamasında ilgi duyduğu dersler ve konular, akademik başarısı, sınavlardaki sıralaması aileye çeşitli ipuçları verir. Bunlardan daha önemlisi ise uzman desteği alınması olacaktır. Aynı zamanda okuldaki öğretmen ve psikolojik danışmanlarla da iş birliği içinde olmak da yararlı olacaktır.

- Özellikle ilerleyen yaşlarda ergenlikle birlikte çocuklar için farklı tehlikeli durumlar ortaya çıkabiliyor. Anne-babalar çocuklarını her türlü tehlikeden korumak için nelere dikkat etmelidirler? 

Ergenlik dönemi kişiliğin oluşmasındaki son aşamadır. Köprüden önceki son çıkış gibi. Gencin kendini kanıtlama çabasına girdiği bu dönem aynı zamanda risklerin en fazla olduğu dönemdir. Genç, bu dönemde bir takım gruplara girebilir. Bu grupların bazıları genci olumsuz etkileyebilecek zararlı düşüncelere sahip olabilir. Madde kullanımı gibi zararlı alışkanlıklar edinebilir. En önemli risk madde kullanılmasına başlamak ve bağımlı hale gelmektir.

Ergenlik dönemi genç ile ebeveynlerinin en fazla çatışma yaşadığı dönem diyebiliriz. Çatışma yaşanması gencin sağlıklı büyüdüğünün açık göstergesidir. Anne-babalar, çatışma yaşamadıkları zaman kaygılanmalılar. Çünkü ergenlik dönemi çalkantılı bir şekilde yaşanmadığında kişilik oluşumunda sıkıntılar görülebilir ve bir ömür bu sıkıntılar devam edebilir. Onun için bu dönemde anne-babalar sakin, anlayışlı ve iletişime açık olmalılar. Çocuklarını yargılamaktan, suçlamaktan kaçınmalılar. İletişime açık oldukları mesajını vermeliler çünkü bu dönem geçici. Geçmiyorsa da mutlaka bir uzman desteği alınması uygun olacaktır.

 

 

 

-Pek çok uzmana göre günümüz anne-babalarının en büyük sorunu ekran yönetimi. Pandemiyle birlikte okulların da ekranda olduğu düşünülünce daha da katlanan bir sorun haline geldi. Çocukların ekran karşısında geçirmiş olduğu zaman konusunda neler düşünüyorsunuz? Anne- babalar bu konuda neler yapabilir?

Televizyon, bilgisayar, telefon karşısında geçirilen süreye ekran bağımlılığı deyimi çok fazla kullanılıyor. Hatta bu konuda çocuklarımızı ekran bağımlılığından nasıl kurtarabiliriz gibi bir anlayışta yaygınlaşmaktadır. Bu görüşü destekleyen eğitimcilerde var. Öncelikle bağımlılık dediğimizde bir hastalığı da tanımlamış olmaktayız. Yani kurtulunması gereken bir durum var gibi düşünülmektedir. Bu görüş daha çok yetişkinlere ait bakış açısını ifade etmektedir. Bu durum aslında her zamanki gibi önceki kuşakların kendinden sonraki kuşakları beğenmeme, eleştirme davranışıdır. Bir zamanlar Teksas, Tommiks gibi çizgi roman okuyanlar da aynı eleştirilere maruz kalmışlardı. Ancak bu çizgi romanları okuduğu için kimse kötü insan olmadı. Anne-babalara öncelikle bu konuda kaygılanmayı bırakmalarını tavsiye ederim. Daha sonra ise çocuğun gelişim dönemine göre sınır koymaları yeterli olacaktır. Aksi takdirde çocuk arkadaşları arasında dışlanacak ya da kendisini dışarıda hissedecektir.

- Eğitimin ve öğretimin en önemli unsuru olan öğretmenler ve okul tercihleri konusunda düşünceleriniz nelerdir? Her iki konuda da ebeveynler seçim yaparken nelere dikkat etmelidir? 

Öğretmen seçimi ilkokul aşamasında anne-babaları en çok meşgul eden konuların başında geliyor. Birçok anne-baba bu konuda haklı olarak kaygılanıyor. İlk çocuğu okula başlayan ya da tek çocuğu olan ebeveynlerin ilkokuldaki sınıf öğretmenini seçme konusunda çaba sarf etmeleri çok önemli.

Öğretmen seçimi konusunda anne-babaların yetkinliğinin olmaması doğaldır. Onun için de çevrelerinden duydukları referansları temel alıyorlar. Mesela, daha önce çocuğunu okuttuğu için öğretmeni tanıyan veliden bilgi alınabilir. Sakıncası ise anne-babaların öğretmen değerlendirmesi daha çok anne-baba gibi davranan öğretmeni beğeniyor olmalarıdır. Anne gibi davranan öğretmen iyidir anlayışı ön plandadır. Okul müdürüne sorarsanız onun iyi öğretmen anlayışı ise itiraz etmeyen, sorun çıkarmayan verilen görevi sorgulamadan yerine getiren öğretmen demektir. Diğer öğretmenlere sorarsanız onlar da arkadaşlık ilişkilerinde uyumlu olup olmadığı açısından değerlendireceklerdir. Herkesin kriteri farklı olacağından sağlıklı bir değerlendirme yapmaları mümkün olmayabilir.

Ayrıca öğretmenin eğitime bakış açısı, sosyal yaşantısı, yaptığı ya da geliştirdiği özel projeler değerlendirmede ölçü olabilmektedir.

- Pandemi süreciyle birlikte çocuklar okuldan, arkadaşlarından ve alışık oldukları eğitim modelinden uzak kaldılar. Bu süreç ebeveynleri olduğu kadar en çok eğitimcileri ve çocukları etkiledi. Sizin bu konudaki gözlemleriniz nelerdir?  Olumlu ve olumsuz gördüğünüz durumları anlatır mısınız? Çocuklar artık okula dönmeli midir?

Afet, savaş ve salgın hastalık gibi dönemlerde eğitim-öğretim faaliyetlerinin aksaması beklenen bir durumdur. Covid 19 salgını nedeniyle son iki yıldır okullarda düzenli eğitim faaliyetlerine ara verilmek zorunda kalındı. Çocuklar öğretmen ve arkadaşlarından uzak kaldılar. Okulun bilgi aktarmadan da daha önemli kazanımı olan sosyal etkileşimden uzak kaldılar. Öğretim konusundan uzaktan yüz yüze eğitim uygulamasına geçilmesi, salgının eğitim üzerindeki olumsuz etkisini önemli oranda azalttığını düşünüyorum. Önceden sınırlı ve özel koşullarda yapılmakta olan yüz yüze uzaktan eğitim, teknolojideki değişimle gelişti ve yaygınlaştı. Hatta eğitimin kalitesinin artması ve yaygınlaşması sonucunu getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Önceden yalnızca öğretmeninden ders alan bir öğrenci EBA uygulaması sonucunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevlendirdiği nitelikli bir öğretmenden ders alma şansı yakaladı.

Bu süreçten en çok etkilenenler arasında şüphesiz ki öğretmenlerde var. Öğretmenler eğitim teknolojilerini kullanmayı ve ona uygun materyal hazırlama konusunda kendilerini ciddi bir şekilde geliştirdiler. Öğretmenleri birinci sınıf öğrencilerine uzaktan yüz yüze okuma yazmayı öğretmedeki başarıları inanılmazdı. Resmen mucize yarattılar. Bu süreçten ailelerde oldukça etkilendiler ve değiştiler. Daha önce girmelerine izin verilmeyen sınıflarda ders süresince oturma, dersi izleme, derse katılma şansı elde ettiler. Ders esnasında veliler tarafından sürekli izleniyor olmak öğretmenleri daha dikkatli ve hazırlıklı olmaya sevk etti.

Çocukların okula devamları sosyal etkileşim ve gelişimleri açısından çok önemlidir. Yoksa yalnızca sanal ortamdaki ilişkileri öğrenmekten ileri geçemeyeceklerdir. Bundan sonra eğitim ve öğretim faaliyetlerinin uzaktan yüz yüze yapılmasına yönelik uygulamaların yaygınlaşması hatta klasik okul anlayışının yerine uzaktan eğitimin alması kaçınılmaz. Çünkü uzaktan eğitimin birçok avantajı var. Örneğin büyük binalara ve çok sayıda personele, öğretmene olan ihtiyaç azalıyor. Anne-babalar açısından çocuk evde olduğundan güvenli bir ortamda bulunuyor. Okul servislerine olan ihtiyaç azalacak. Yolda kaybolan süre diye bir kavram ortadan kalkacak. Okulların sosyal gelişimi destekleyecek yerler olarak düzenlenmesi gerekecek.

- Peki, başarılı bireyi nasıl tanımlarsınız? Bunun için ailelere düşen görevler nelerdir? Onlara neler tavsiye edersiniz?

Önce bir konunun altını çizmekte yarar görüyorum. Başarılı birey dendiğinde ilk akla gelen okul başarısı ve akademik başarıdır. İkinci olarak çok para kazanmak başarı olarak görülüyor. Eğer bir öğrencinin okul puanları yüksekse o kişi başarılı olarak değerlendiriliyor. Bu bakış açısı başarıyı çok dar bir alan sıkıştırıyor. Başarının öncelikle yaşam becerileriyle ölçülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. İlk olarak bireyin kendi asgari yaşam koşullarını karşılayacak bir geliri sağlayabilmesi gerekir. Yani bir işe girip çalışması ve kimseye muhtaç olmaması esastır. Sonra insanlarla olumlu ilişkiler kurabilmesi önemlidir. Kendi tercihine göre evlenmesi ve bir aile kurması başarıdır. Başta anne-babası olmak üzere tüm insanlara yardım etmeyi içselleştirmesi gerekir. Yani vicdan sahibi, merhametli olması gerekir. Çok para kazanan ve başarıyı para kazanmakla ölçen bir kişi kendinden başkasını düşünmüyor ve başta kendi ailesi olmak üzere kimseye yardım etmiyorsa o kişi başarılı değildir. Daha kötüsü ise anne-babası başarısız bir çocuk yetiştirmiş demektir.

-Ali Bey, ilişkiler üzerine yazdığınız "Geçinmeye Gönlün var mı?", "Evliliğin İlk 50 Yılı Zordur" kitaplarınızla ilgili de birkaç soru sormak istiyorum. Kısaca anlatır mısınız?  İyi bir ilişki nasıl olur? Çiftler iyi geçinebilmek için nelere dikkat etmelidir?

Bu soruyu herhangi birisine sorduğunuzda genellikle alacağınız cevap sevgi, saygı ve hoşgörü olarak sıralanır. Bu söylenen yanlış değil ancak eksiktir. İnsan iletişimde olduğu tüm insanlarla bu üç ilişki biçiminde olmaya özen göstermelidir. Bu zorunluluktur. Evlilik, flört gibi duygusal ilişkilerde bu açıklama yeterli olmamaktadır. Bunların yanı sıra eşlerin birbirlerini anlayabilecek zihinsel ve bilişsel düzeyde olmaları önemlidir. Entelektüel açıdan birbirlerinin ne söylediğini ve söylemek istediğini doğru olarak anlayabilecek durumda olmalılar. Öfke kontrolünü iyi bilmeleri gerekir. Birlikte zaman geçirmeyi istemeleri ve bundan zevk almaları önemlidir. İki kişi arasındaki sadakat çok önemlidir. Bir diğer etken ise cinsel açıdan birbirlerini çekici bulmaları ve mutlu olabilmelidirler.

-"Vedasızlık" keyifle okuduğum kitaplarınızdan biri. Vedalaşma deyince benim aklıma Cemal Süreyya'nın şu dizeleri geliyor: 

" Gitmekle gidilmiyor ki...

Gitmekle gitmiş olamazsın;

Gönlün kalır,

Aklın kalır,

Anıların kalır."

Vedalaşmak gerçekten zor mu? Vedalaşmanın psikolojimize etkileri nelerdir?

Vedalaşmak hem zor hem de sağlıklı bir gelecek kurmak, sağlıklı ilişkiler oluşturmak açısından bir zorunluluktur. Birçok kişinin gerek ilişkilerinde gerekse iş yaşamında başarısızlığının temelinde vedasızlık yatmaktadır. Bazen kişiler bunun farkındadır. Bazen de farkında olmadan sırtındaki bu yükle yaşamaya, yaşamda yol almaya çalışmaktadır. Birçok kişi başarısızlıklarının nedeninin vedalaşmadığı kavramlarla ilişkisinin farkında değil. Ne zaman geçmişiyle vedalaşır ve yüklerinden kurtulur işte o zaman rahatlama başlar. Hem duygusal ilişkilerinde hem de kariyerinde. Aksi takdirde veda edemediklerimizin esiri oluruz.

Yeni çıkan kitabınız Çocuk Yetiştirme Kılavuzu’nun bol satışlı, bol okurlu olmasını diliyorum. Bu keyifli sohbet ve kıymetli bilgiler için çok teşekkür ediyorum.

Röp: Hande İpekgil

Yazar, tam da bizi anlatmış

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.