“Zor zamanlar kişileri yakınlaştırır”

“Zor zamanlar kişileri yakınlaştırır”

Kime, niye aşık olduğunuzu hiç düşündünüz mü? Seçimlerimiz mutluluğumuzu olduğu kadar iş verimliliğimizi, aldığımız kararları kısacası hayatımızı etkiliyor.

Peki çevremizde belki de ondan daha fazla özellikte seçenekler varken, acaba biz nasıl oluyor o kişiye aşık oluyoruz? Klinik Psikolog Dr. Kahraman Güler Aşk Yeniden isimli kitabında kimi, neden ve nasıl sevdiğimizi çarpıcı örnekleriyle anlatmış.

-Aşık Veysel'e sormuşlar: “Sizce aşk nedir?” Aşık Veysel gülümsemiş ve şöyle demiş: “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur. Onun neyini sevdiğini bilmezsin. Çünkü, çünkü, çünkü... diye düşünürsün, aklına binlerce şey gelir ama yine de bomboşsundur. Ve o kadar dolusundur ki onunla konuşamazsın.” demiş. Dünyanın belki de hiç eskimeyen o sorusunu şimdi size sorayım: Sizce aşk nedir?

--Kitabın en önemli sorularından biri; ama bir yandan da en zor yanıtlanan sorularından biri bu. Çünkü yıllardır, hatta yüzyıllardır en çok tartışılan konudur “aşk”. Pek çok kitaba, filme, diziye, şiire konu olan aşk uğruna kiminin delirdiği söylenmiş, kimileri canına kıymış, kimileri başkasının canına kıymış, kimileri varını, yoğunu, ailesini bırakıp gitmiş. Kimi ilk görüşte demiş buna, kimi paylaştıkça. Kimin en büyük arzusu, kiminin en büyük korkusu… Bu güçlü duyguyu pek çok sanatçı, şair, filozof, düşünür tanımlamaya çalışmış; ancak en iyi tanım bile hep eksik kalmıştır. Pek çok çalışma yapılmış, birçok araştırmanın da konusu olmuştur. Bu nedenle yorumlaması ya da yanıtlaması benim için de zor olacak. Ama okuduklarımdan, karşılaştıklarımdan ve düşündüklerimden bana en yakın olan fikir aşkın bir zan olduğu noktasıdır. Yani ihtiyacın olanın, bir diğerinde var olduğunu zannetmen… Bu bir yanılgıdan ibarettir. Günün sonunda bu yanılsama geçer, aşk biter. Ama aşkın bittiğinde sevgi ve saygı kalabiliyorsa tercih doğrudur diyebiliriz.

facetune-22-01-2023-20-30-14.jpg

-Hocam milyonlarca potansiyel partner içinden “o” insanı nasıl buluyoruz, neden o kişiyi seçiyor ve ona aşık oluyoruz?

--Bunun da pek çok nedeni var. Tek bir bakış açısıyla yanıtlanamaz. Bazılarımız anne-babalarımızın bir türevini seçer ona aşık oluruz. Bu tercihler 3-6 yaş dönememize dayanır aslında. Kız çocuklar babalarına, erkek çocuklar annelerine benzer tercihler yapma olasılığına sahiptir. Bunun da birtakım nedenleri var tabii, ama bu nedenlere kitapta değindim, önden her şeyi sunmayalım. Bunun yanı sıra, yakınlık ve paylaşım duyduğumuz birine de romantik çekim duyabiliriz. Kitapta pek çok çalışmaya yer verdim. Bu çalışmalar gösteriyor ki aynı iş yerinde, aynı okulda, aynı arkadaş çevresinde olan kişiler, birbirlerine daha fazla çekim duyuyor. Bunun dışında zorlayıcı zamanlardan geçiyor olmamız, o dönemde çevremizde bulunan kişilere yönelik duygu beslememize neden olabiliyor. Örneğin bunlar, bir yakınınızı kaybettiğiniz, iş kaybı yaşadığınız, sosyal çevrenizde problemlerinizin olduğu evrelerde temasta bulunduğunuz kişiler olabilir. Yapılan araştırmalar da zor zamanların kişileri yakınlaştırdığını gösteriyor. Yanı sıra benzerlikler, fiziksel çekim, dost olanilmek, yasaklar ve engeller, karakteristik özellikler de partner tercihlerimizin altında yatan nedenlerdir.

-Aşkı kimi zaman kalbimizi bulutlara çıkaran, kimi zaman ise bizi derin bir bataklığa sürükleyen bir duygu olarak görüyoruz. Karmaşık bir durum sanki :)

--Karmaşık. Kökenine baktığımızda bile bunu anlayabiliyoruz. Aşk kelimesinin kökenine bakacak olursak Arapça “sarmaşık” kelimesinden gelmekte ve sıkıca sarıp sarmalamayı ifade etmektedir. “Sarmaşık” kelimesine karşılık gelmesi çok da tuhaf karşılanacak nitelikte değil, ne dersiniz? Aşk; hem iç içe geçmek, hem sarıp sarmalamak dört bir yanını, hem dolup taşmak onunla, hem her yerde onun olması gibi anlamlara gelmiyor mu çoğumuz için? Adeta bir sarmaşık gibi etrafım onunla ve ona ait duygularla sarılı olmuyor mu? Dünyanın öteki ucuna da gitsem o benimle gelmiyor mu? O esnada önemi oluyor mu onun hangi şehirde, hangi evde, hangi sokakta olduğu? Onu hatırlatmıyor mu her film, şarkı, kitap? Evet, bir sarmaşık gibi sarıyor dört yanımızı. Evet, mutluyuz böylesine çepeçevre sarılmaktan. Evet, sarmaşıklar güzel de gözükür sardıkları yerde. Ama her zaman bu kadarla mı sınırlıdır? O sarmaşık sardıkça dört bir yanımızı, yok olur, kurtulamaz da oluruz. Ayrışabilmek, özerkleşebilmek zordur. Sarmaşığın birtakım başka olumsuzlukları da vardır tabii. Kabuk böceklerinin üremesine, dolayısıyla da ağaçların ölmesine neden olabiliyor sarmaşıklar. Adeta insanlardaki kıskançlık, öfke, sahip olma arzusu gibi zehirli duyguların oluşmasına ve bu nedenle yitirilen benliklere neden olduğu gibi. Bu nedenle sarmaşık kelimesinden gelmesi, bu kavramın tanımını güçlendiriyor.

-“Aşk Yeniden” isimli kitabınız hayırlı, uğurlu ve bol okurlu olmasını diliyorum. Özellikle aşkı seçmenizin sebebi nedir?

--Hayatımızın en önemli bileşenlerinden biri değil mi? Terapide de öyle, kişiler hangi problemle gelirse gelsin günün sonun değindiğimiz hatta tıkandığımız konulardan biri oluyor aşk ve romantic ilişkiler. Bu nedenle herkese hitap edeceğini düşündüğüm bir içerik oldu. Romantik ilişkisi olsun ya da olmasın, herkes kendinden bir şeyler bulacak. Olmayan da neden olmadığını bulacak.

img-20230110-wa0000.jpg

-Kitapta özellikle bir ilişkinin doğru ve sağlıklı bir biçimde ilerlemesinin ve bazen de ilerleyememesinin nedenlerini örnekleriyle açıklamışsınız. Okuyucularımızın için de bir örnek verir misiniz?

--Kitapta sağlıklı ve sağlıksız ilişki örüntülerini grafiklerle de anlattım. Size kısaca önce sağlıksız örüntüden, sonrasında olması gerekenden bahsedeyim. Olumsuz olan ilk örüntüde kişi tüm yaşamını diğerinin hayatı içerisinde var eder. Tamamen onun alanında var olan kişi, kendine ait bir alandan yoksundur. Onsuz hobisi, arkadaş çevresi, ailesi, işi, akademik yaşamı yoktur. Kendini ona adamıştır. Varı, yoğu partneridir. Ancak partnerin kendisi dışında da bir alanı vardır. Arkadaşları, sosyal çevresi, ailesi, hobileri vardır. Bu durumda kişi sıklıkla değersizlik duyguları, öfke, yoksunluk hissi deneyimler. Çünkü sevdiği kadar sevilmediğine yönelik güçlü bir inanca sahiptir. Ancak bu sevgi değil, yok olmaktır. Kendini feda eden bu kişi, partnerine sıklıkla “Sen benim her şeyimsin.” mesajı verir. Aslında bu mesajın içinde söz dökülmeyen “Sen her zaman benden önce gelirsin. Önce sen, hep sen.” mesajı da karşıya geçer. Bu koşullarda bunu algılayan partner de “Önce ben, sonra sen.” ya da “Önce ben, hep ben.” şeklinde bir inanç ve bu inanca uygun tutum ve davranışlar geliştirmeye başlar. Bunu deneyimleyen kişi ise yaptığı fedakarlıklara karşılık bulamadığından, sevilmediğinden yakınır durur. Ancak atladığı bir nokta vardır. Kendini yok ederek, var olmayı beklemek mantıksızdır. İkinci olumsuz örüntüde, neredeyse tamamen iç içe geçmiş, birbirleri dışında alanı olmayan, tüm boşlukları birbiriyle dolduran çiftlerden söz etmek istedim. Bu kişiler birbirlerinden ayrı kaldıklarında huzursuz olmaya başlayabiliyorlar. Her an, her yerde birlikte olmalı, olamadıkları küçük zaman dilimlerinde yaşanan her şeyi de birbirlerine anlatmalılar. Böyle bir çifte denk gelmiştim. Tüm günü birlikte geçirmiş olmalarına rağmen eve gittiklerinde uyuyana kadar görüntülü konuşuyorlar, hatta uyurken de telefonu kapatmak istemiyor, görüşme açık bir şekilde yastıklarının yanına koyuyorlardı. Uyandıklarında onu yanında görmek, onun uyuduğuna şahit olmak ve birlikte uyuyormuş havası yaratabilmek için. Bazen birbirlerini uyandırıyor, sevgi sözcükleri söylüyor, tekrar uyuyorlardı. Bu şekilde yaşanan ya da yaşanmaya çalışılan bir ilişki, sürdürülmesi zor ve sağlıksız olacaktır. Üçüncüsü ise ötekinin, kendi içinde yok olmasını sağlayan bir tutum söz konusudur. Kişi, partnerini yönetir, kısıtlar, sınırlar, kontrol eder, yönlendirir, hayatını ve kararlarını şekillendirir. Bunu gerek baskıyla, gerek manipülasyonla, gerek öfkeyle, gerek tehditle yapar. Kendine ait alanı olan bu kişi, ötekinin alanını yok eder. Varlığı kendi içinde şekillensin ister. Yönetilebilir durumda tutar partnerini. Bunun için belli gerekçeler sunabilir, örneğin; “Ben erkeğim, yapabilirim. Sen yaparsan kötü gözle bakarlar.” Bunu terk edilme kaygısıyla ya da karşılaşabileceği tepkilere karşı kabullenen kişi, zamanla geride kalan değersizlik duygularıyla ve var olma arzusuyla saldırganlaşabilir ya da pasif bir biçimde boyun eğici bir rol üstlenir. Günün sonunda kişi, tüm arzularından, hayallerinden, doğrularından, benliğinden vazgeçerek mutlu bir ilişki yaşayacağını umsa da atlamamamız gereken en önemli konulardan biri; bir ilişki için iki kişinin varlığına ihtiyaç olduğu gerçeğidir. Kendini yok ederek biz olmak, bir ilişkinin yapısına uygun olmayacaktır. Buraya kadar hep ilişkiye zarar verenleri, sorun yaratanları, doyumu engelleyenleri konuştuk. “Peki olması gereken nedir?” sorusunun cevabı üzerinde de durmaya çalışalım. Burada hem birliktelik hem de özerklik alanı söz konusu. “Ben”, kendini yaşarken, “Sen”e de dahil olmakta. Ayrı ayrı da var olabilen bu iki kişinin birlikte de alanları mevcuttur. Bu görselin içinde “Sensiz ben olamam”, “Bensiz olamazsın” ve “Birbirimizsiz olamayız” sözlerine yer yoktur. “Sensiz de var olabilirim, ama seninle olmayı tercih ediyorum” bakışı hakimdir. Buradaki kişiler mecbur oldukları için değil, korktukları için değil, çareleri olmadığı için değil; birlikte olmayı istedikleri için, birlikte olmaktan keyif aldıkları için, birlikteyken iyilik halleri arttığı için birliktedirler. Mutsuz olduklarında, doyuma ulaşamadıklarında ya da iyilik halleri ortadan kaybolup yerini olumsuz duygulara bıraktığında gidebilirler. Yani burada çaresizlik değil, gönüllülük hakimdir. Bu nedenle romantik ilişkilerimizde bu ayrımın farkında olmalıyız.

img-20230212-wa0026.jpg

-Sizin de belirttiğiniz gibi ilişkiler bazen bizi olumlu yönde etkilerken bazen de zarar vermektedir. Özellikle son zamanlarda karşımıza çıkan bir kavram var: “Toksik ilişki” Toksik ilişkinin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını anlatır mısınız?

--Toksik ilişki özetle olumsuzlukların yoğun olduğu, yakınlık ve sevgi gibi ihtiyaçların karşılanmadığı; öfke, korku, kaygı, endişe, mutsuzluk gibi yoğun duyguların hakim olduğu, sürekli bir şekilde tetiklenmiş hissettiğimiz; aynı zamanda da sözel ya da fiziksel şiddette maruz kaldığımız bir ilişki türüdür. Kişi, geçmiş olumsuz yaşam deneyimleri dolayısıyla böyle bir ilişki içerisinde kalır. Toksik ilişkilerde çok fazla üzerinde durulmayan bir nokta vardır. Biz genelde olaya zarar veren perspektifinden bakarız. Onun verdiği zararları konuşur, bunları eleştiririz. Ancak odaklanılması gereken diğer bir nokta, tüm bunlara maruz kaldığı halde o ilişkide olmayı sürdüren kişidir. Partneri bunları yapıyor olabilir, peki o neden bu düzenin içinde kalıyor? Bu nedenle kişilerin kendilerini de sorgulaması gereken bir evre burası.

-İlişkilerde partnerler birbirlerini sıklıkla manipüle ediyorlar mı sizce? İnsan manipüle edildiğini nasıl anlar?

--Manipülasyon, bir kişinin kendi düşünce, davranış ve istekleri doğrultusunda karşısındaki kişinin düşüncelerini, davranışlarını veya isteklerini değiştirmeye çalışması şeklinde tanımlanır. Kişilerin manipüle edildiklerini nasıl anlayabileceklerine değinebilmek adına, partnerleri hangi manipülatif yolları kullanır onlardan biraz söz edeyim. Yalan söyler, duygu sömürüsü yapar, kendini gizleme eğilimindedir, kurban rolünü üstlenir, eleştirir, yargılar ve aşağılar, duygusal şiddet uygular, mahrum bırakır, egoyu okşar ve özellikle suçluluk duygusu yaratır. Bu davranışlara maruz kalan kişilerin manipüle edildiğinden söz edebiliriz.

-Kitabınızda değersizlik hissine de değinmişsiniz ve “kimi zaman cevabı çok basit olan, ancak insanın yaşam yolculuğunda ilişkilerini karmaşık hale getiren değersizlik duygusunun insana, sevdiklerine ve kendine neler yapabileceğini okuduğunuzda çok şaşıracaksınız.” diyorsunuz. Öncelikle şunu sormak istiyorum; Değersizlik hissi ne zaman başlar, bu durum da çocukluk kodlarımızda mı gizli?

--Değersizlik hissinin kökeni, çocukluk ve ergenlik dönemine dayanır. Değersiz hisseden kişiler genellikle soğuk, duygularını gösteremeyen, şefkat göstermemiş, bedensel temasta bulunmamış ebeveynlere sahip olabilir; yine çocukluk döneminde kendinden daha önemli ve değerli hissettiği biri nedeniyle sevgi alamamış ya da alamadığını hissetmiş olabilir, anne ve baba tarafından ihtiyaç duyulan ilgi, zaman ve dikkat alınamamış olabilir; bakım verenleriyle hiç ebeveyn-çocuk ilişkisi ve iletişimi kuramamış olabilir; zor durumlarda ebeveynleri tarafından avutulmamış olabilir; rehberlikten yoksun kalmış olabilir. Bunların her biri değersizlik hissinin kökeninde yer alır.

-Peki insan neden kendini değersiz hissettirecek kişileri çeker, bunu hissettiği halde neden o ilişkide kalmaya devam eder?

--Aslında bu da kitabın şema kimyası bölümünde detaylıca işleniyor. Kısaca bahsetmem gerekirse kişiler bazen farkında olmadıkları döngüler içinde bulurlar kendilerini. Mesela değersizlik hissini yoğun bir şekilde yaşayan kişi ısrarla kendine değersiz hissettirecek ilişkileri deneyimler. Nedenini bilmediğimiz halde meydana gelen bu döngüler, yalnızca romantik ilişkilerimizi de değil; hayatımızın tamamını etkileme olasılığına sahiptir. Bu döngüler bazen kişilik özellikleri, bazense tekrarlayan olaylar etrafında döner. Ya tekrarlayan şekilde belli özelliklere sahip kişilerle ilişki yaşarız ya da farklı kişilik özelliklerine ve koşullara sahip bireylerle tekrarlayan olayları deneyimleriz. Bu neden olan kavram aslında “şema”dır. Şema, hayatımızda aktif rol alan bir dizi uyaran ve deneyimler bütünüdür. Bu deneyimler sonucu oluşan kalıplar hayatımızı düzenlemede bize yardımcı olan bir çerçevedir. Bu çerçeve bizlere olaylara tepki verirken rehberlik eder ve yol göstericidir. Şemalarımızın oluşumu çocukluk çağından itibaren başlar ve tüm hayatımız boyunca varlığını sürdürür. Varlığını sürdüren bu şemalar bireyin içine doğduğu çevrenin erken yaşantılarından bize kesitler sunar. Şemalar gündelik yaşamımızda anlamlı ötekilerle ilişki kurarken, bizlerin onlar hakkında nasıl hissettiğimiz, nasıl düşündüğümüz ve nasıl davranmamız gerektiği üzerinde etkisi bulunmaktadır. Şemalar çocukluk çağı döneminden itibaren varlığını koruduğu için hayatta kalabilmek adına mücadele ederler ve oldukça dayanıklıdırlar. Şemalar hayata karşı bize yön gösterici oldukları için konfor alanı yaratır ve kolaylık sağlar bu konfor alanından çıkıp şemaya aykırı davranmak bizleri oldukça zorlar. Bu şemalar hayatın belirli bir noktasına kadar işlevsel olmakla birlikte bir noktadan sonra işlevini kaybedebilir. İşlevini kaybettiği bu noktalara erken dönem uyum bozucu şemalar adı verilir. Şemalar biraz önce de bahsettiğim gibi kendi başına zaten bir sorunken, bir de hayat boyu güçlenerek bizlere daha da zarar vermeye çalışırlar. Bazı zarar göreceğimiz tercihler yapmamıza, bazı olumsuz davranışlarımıza, uyumsuz düşünce kalıplarımıza ya da kaçınmalarımıza neden olurlar. Tüm bunlar ise şemalarımızın güçlenmesine neden olacak adımlardır. Çünkü şemanın istediği budur. Güvene ihtiyaç duyarız ancak şemamız güçlenebilmek için güvenilmez kişilere gider. Sevilmeyi arzularız ancak şemamız güçlenebilmek için soğuk ve mesafeli partnerlere yönelir. Tutarlı ve öngörülebilir bir ilişkiye gereksinimimiz vardır ancak yine şemamız güçlenebilmek için dengesiz, tutarsız, bizi sık sık terk edilme tehdidiyle karşı karşıya bırakan ya da terk eden partnerlere gider. Şema kimyası, kişinin şemalarına zarar verecek, şemalarını güçlendirecek kişileri tercih etmesi demektir. Bu nedenle aslında farkında olmadan hassas olduğumuz noktalardan zarar göreceğimiz tercihler yaparız.

img-20230328-wa0019.jpg

-Çok merak edilen bir konuyla devam edelim. Ruh eşi, ruh ikizi var mı gerçekten, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

--Bu kavramlar var mı, gerçekliği ne kadar bilemiyorum. Ben uyuma inanıyorum. Ortak bakış açısına, benzer kişilik özelliklerine, paylaşımın denkliğine, karşılıklılığa inanıyorum.

-Aşk ve ayrılığı anlatan pek çok şarkı, şiir, roman var. Öncelikle sormak istiyorum, ayrılık neden bu kadar zor, aşk acısı nasıl ve ne zaman geçer? Aşk ve ayrılık acısı çekenlere neler tavsiye edersiniz?

--Ayrılık gönülden bağlandığımız bir nesnenin, sevilen bir kişinin, bir değerin ya da vücut bütünlüğümüzün bizden sökülüp alınması, kaybedilmesidir. Ötekinden sosyal olarak kopmak, değer verdiğimiz ötekinin sosyal olarak kaybı ve ondan kalan boşlukla baş etme uğraşı ayrılık sürecinin temel aşamalarından biridir. Aslında bu kadar sancılı olmasının sebeplerinden biri; sevilenin kaybedilmesi benin dışında değil içinde gerçekleşen bir kopma oluşudur. Kişi sadece partnerini kaybetmez, kendinden de pek çok parçayı yitirir. Hayallerini yitirir, umutlarını yitirir, anılarını yitirir. Bu kayıpların hepsi zorlayıcıdır. Bu nedenle acısı bu kadar yoğun olur. Bu koşulları deneyimleyenlere önerim ise bu duygudan kurtulmaya çalışmamak. Çünkü kaçtığınız şey günün sonunda yakanıza yapışır, daha çok sizinle gelir. Bu acının ayrılık sonrasında yaşanması normaldir, olağandır. Bu nedenle kurtulmaya çalışmaktır anormal olan. Belli bir süre bununla baş başa kalıp, deneyimleyip, zamanla boşalımını sağlayarak geride bırakmak gerekir. Bu nedenle kaçmayın, aşkı yaşadığınız gibi acısını da yaşayın. Yaşayın ki sağlıklı şekilde tamamlansın süreç.

Kaynak:BBN

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.