Batı medyası Türk seçmenine tepeden bakıyor
Dr. Adam McConnel, Batı medyasında Türkiye seçimlerine karşı oluşan algıyı ve Türk seçmen davranışının doğru okunamamasının nedenlerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
“Gerçek şu ki; gazeteciler, haber ajansları ve ağları neyin tasvir edileceğine, nasıl tasvir edileceğine bilinçli olarak karar veriyo. Neredeyse her Amerikalı gazeteci, kendi şirketinin Amerika’nın gücüne katkı sunduğuna dair sübliminal bir bilinçle dünyaya yayın yapıyor. Tüm bu faktörler medya organlarının neredeyse kesinlikle kendilerinin olayları aydınlattığına, ön plana çıkardığına ve şekillendirdiğine inandığı ortak bir anlayışta ortaya çıkıyor. Sonuçta, tüm bu medya kuruluşları “Amerika” ve hatta “Batı” kurumsal kimliğine hizmet ettikleri için, aynı noktada birleşiyor.” [1]
Batı basınının Türkiye seçimlerini selamladığı saldırgan, olumsuz, hatta nefret dolu haber dalgası, aslında banal olmasaydı şaşırtıcı sayılabilirdi. Batı basınının Türkiye’ye ve önde gelen siyasetçilerine karşı tutumu yıllardır yazdığım bir konu ve bu tablo hiç değişmedi. Oryantalizm, şovenizm, ırkçılık, siyasi çıkarlar, kibir, korku, kötü niyet, cehalet, son bir ayda bolca yazı ve görüntünün ortaya çıkmasına neden oldu. Örneğin Charlie Hebdo’nun en son mide bulandırıcı ve ırkçı kapak fotoğrafı, New York Times’ın Türkiye haberlerinin damıtılmış, çocukça versiyonundan başka bir şey değil.
Türk seçmeni demokrasiyi canı pahasına savunuyor
Türk seçmeni, demokrasinin ne anlama geldiğini çoğu modern toplumdan çok daha iyi biliyor. 1877’den başlayarak Osmanlı, ardından da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları demokratik olmayan seçimlere katlandı. Türkiye seçimleri ancak 1950’de demokratik hale geldi, fakat Türk halkı sonrasında da tekrarlayan ve kimisi şiddet içeren, hepsi travmatik izler bırakan askeri darbelerden zarar gördü. En son 15 Temmuz 2016 gecesi, 250’den fazla Türk vatandaşı, bir başka gayrimeşru aktör olan ve Türk vatandaşlarının demokratik haklarını ellerinden almak için şiddete başvuran Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) ABD merkezli lideri Fetullah Gülen [2] tarikatına karşı demokrasilerini korumak için hayatlarını feda etti.
Türk seçmeni demokrasilerinin ne kadar değerli olduğunun bilincinde. Seçimlere katılım oranları da [3] Türk seçmeninin siyasi karar alma süreçlerine kendi iradesinin yansımasına verdiği önemi gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldığı bir durumda bile, yüzbinlerce Türk vatandaşının sırf oy kullanmak için yurt dışında bile uzun yolculukları, her iki seçim için de göze alması da dikkat çekici.
Batı medyası Türk seçmenine tepeden bakıyor
Türkiye’nin demokrasi tarihi, Batı basınının Türkiye seçimlerine yönelik tutumunu daha da şaşırtıcı hale getiriyor. New York Times’a, Washington Post’a [4], The Economist’e, Le Point’e, Der Spiegel’a veya 14 Mayıs öncesi Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a saldıran makaleler yayınlayan diğer birçok Batılı basın kuruluşuna neden böylesi skandal haberleri yayınladıklarını soracak olursanız; demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve bunun gibi şeyleri savunduklarını iddia edecekler. Gerçekte ise bu Batılı basın organları Türk seçmenine tepeden bakıyor; son dönem Gustave Le Bon hayranları gibi Türk seçmeninin de “doğru” kararı ayırt edemediğini düşünüyorlar.
Tüm iddiaları bir kenara bırakalım ve gerçeği söyleyelim: Türkiye seçimleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD) seçimlerinden daha demokratiktir. Türkiye’de seçimler pazar günleri yapılıyor. Böylece daha büyük bir seçmen çoğunluğu seçimlere katılabiliyor. Türkiye devleti yurt dışı seçimleri içinse ekstra bir çaba gösteriyor ve dünyanın dört bir yanında onlarca ülkede havaalanlarında ve sınırlarda oy kullanma tesisleri kuruyor. Oylama süreci tamamen şeffaf ve tamamen kağıt üzerinden yapılıyor. ABD’deki Seçim Koleji gibi hiçbir anti-demokratik kurum, seçmenlerin temsilcilerini doğrudan seçmelerini engellemiyor.
Türkiye siyaseti, Türk parlamentosunda temsil edilen yarım düzine parti ile çeşitli ve çoğulcudur. Tüm Türk vatandaşları, seçimlerden önceki aylarda her gece her siyasi çizgiden çeşitli televizyon kanallarında [5] gezinerek o günkü siyasi gelişmelerin her ayrıntısını hararetle tartışan gazetecileri, uzmanları, akademisyenleri ve çeşitli uzmanları izleyebilir.[6] Yorumcular kararlı, enerjik, bilgili ve eleştireldir. Siyasi yelpazenin dört bir yanından gazeteler, gazete bayisinden günlük olarak satın alınabilir veya çevrimiçi olarak okunabilir. [7]
Sosyal medyada, Twitter’da, Facebook ve benzeri platformlarda her siyasi konu yedi yirmi dört eşit yoğunlukta tartışılıyor.
Bir önceki paragrafta anlattıklarımın bazı okurları şaşırtacağını tahmin ediyorum. Ancak bunun nedeni, Batı basınının onlara Türkiye siyasetinin gerçeğini anlatmayı reddetmesi ve bazı durumlarda da bu konuda yetersiz kalmasıdır. Edward Said’in 40 yıl önce söylediği gibi, Batı basını kendi şirketlerinin, okuyucularının ve devletlerinin ne beklediği bilinciyle çalışır.
Bu durum belli oranda cehaletten kaynaklanıyor. Örneğin, uluslararası bir gazetecinin okurlarına Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) seçimlerde neden her zaman oyların yaklaşık yüzde 25’ini aldığını açıklamaya çalıştığına hiç tanık olduk mu? Hiçbir zaman yüzde 30’dan fazla, yüzde 20’den az değil ve her zaman yüzde 25 civarında. Cevap Türkiye’nin sınıfsal, demografik ve siyasi olgularında yani sosyolojisinde gizli. Batılı gazeteciler, bu kadar basit bir konuyu kendi okuyucularına açıklayabilecek kadar Türk sosyolojisi hakkında bilgi sahibi değil.
Ama böyle bir konuyu açıklamaya kalkarlarsa, editörlerinin istediği, okurlarının beklediği, siyasi sınıflarının talep ettiği ortak Türkiye anlatısından uzaklaşmış olurlar. CHP seçmeninin sosyolojisini açıklamak, partinin ilan ettiği gerçek duruşa ve Batılı okuyucunun önyargılarını yıkacak bilgi havuzuna dalmak anlamına gelir.
Örneğin CHP ve parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 2015 yılından itibaren mülteci karşıtı bir kampanya yürütüyor. Ancak, Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da neredeyse hiç kimse bunun farkında değil, çünkü Batı basını okuyucularına CHP’nin politik tercihlerini ve bu tercihlerinin ardında yatan nedenleri asla açıklamıyor. Aslında CHP’nin mülteci karşıtı tutumu, Almanya’nın Alternative für Deutschland’ından veya Macaristan’ın Viktor Orban’ından farklı değil. Ancak bugün, Batı medyasının kendilerinden beklenen anlatıdan sapması, mevcut jargonun “iptali” manasına gelir ve işlerin kaybedilmesi, sosyal medya fırtınaları ve itibardan düşmeyle sonuçlanabilir. Yani Batı medya dili, onlarca yıldır Türkiye konusunda kullandığı aşağılayıcı, bilgisiz ve yanıltıcı üslubunu devam ettiriyor.
Batı medyası önce Türk seçmenine saygı duymalı
Batı basınının Türk halkıyla veya seçilmiş liderleriyle akılcı, bilinçli bir diyalog temelinde ilgilenmediğini kendi deneyimlerimden öğrendiğim için meselenin esasını vurgulayarak bitireceğim. Batı basını, Türk seçmenine karşı, en yalın haliyle küçümseyici bir ataerkillik olan Besserwisserei (Çok bilmişlik)[8] iddiasında. Aşağılamalarına otorite süsü vermek için, Türkiye’nin sosyo-kültürel seçkinleri arasından, Türkiye’nin siyasi liderlerine ve/veya seçmenine iftira atmaya hevesli yorumcular da buluyorlar.[9] 150 yıldır bu tür kibirli davranışlara maruz kalan ve bu menfur tavırların asıl amacını bilen Türk seçmeni, bunlara itibar etmeyi çoktan bıraktı. Türk seçmeni, Batılı gazetecilerin histerik, beceriksiz saçmalıklarına aldırmadan, kendi çıkarlarına ve görüşlerine göre oy kullandı.
Dolayısıyla Türk seçmeninin neden bu şekilde oy kullandığını anlamak için gerekli çalışmayı yapmayan Batılı gazeteciler ve onların üst kuruluşları, sonuçlar karşısında şaşırmaya devam edecek. Türk seçmeninin büyük çoğunluğuna karşı alenen düşmanca bir tavır sergileyen ve bunu bir tür otoriter bilgelikmiş gibi yayınlama küstahlığı gösteren Batılı gazeteciler ve yayın organlarının, kendilerinden ve kendi eksikliklerinden başka suçlayacak kimsesi ve hiçbir şeyi yoktur. Batı basınının önündeki tek yol, Türk seçmeninin tercihlerine saygı duymaya başlayarak, sonra bu tercihleri bütüncül olarak kavramaya çalışmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.