KONYA HABER
Konya
Parçalı az bulutlu
29°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
41,2981 %0,25
48,5996 %0,46
4.881,50 % 0,74
Ara

HAYAT AĞIRLAŞTIKÇA ORTAYA ÇIKAN KOMEDİ İHTİYACI

YAYINLAMA:

Delicesine kahkahalar atmak isteriz çünkü artık trajedi o kadar yoğundur ki tek çare acıya gülmektir.

Cesare Pavase bir kadın düşmanıdır demek istemem ama öyledir.

Yalnızlığını ve yalnızlığın verdiği çaresizliği kadınların üzerine yıkar.

1935-1950 yılları arasındaki günlüklerinden sadece bir cümlesini buraya almak isterim: “Düşünce özgürlüğü isteyen kadınlarsa, sadece fiyatlarını artırmış olurlar öylece.”

Pavase, bir otel odasındaki yaşama uğraşısına/direnişine son verirken siyasal mücadelelerle yorulmuş, kalbi kırık bir aşık, gönül yorgunu ve intihar listesinin en başındaki maddelerinden biri olan bir entelektüel olarak sırtından vurulmalara kızgındır (daha çok da anlaşılmamış olmaya).

İntiharı da son bir derinişin veya son bir mesajın kendi kendine Raskolnikovluğudur. “Kötü bir davranış yüzünden pişmanlık duyduğumuzda bizi tedirgin eden, başkalarına verdiğimiz zarar değil, bunun bize getirdiği rahatsızlıktır (Raskolnikov’u düşün” diye not düştüğü günlüğünün özeti ise bana göre şu cümlesidir: “Dönmüş olsa bile, bir daha birlikte yaşayamayacak kadar fazla incittik birbirimizi. Öyleyle?”

Öz bilince ulaşmak için Schopenhauer’un Descartes’ten ödünçle “kemikleri kıra kıra özetleyici bir karar varmalıyız” dediği yer, tam da birbirimizi öldürücü biçimde “incittiğimiz” yerdir.

Bir entelektüeli bile intihara götüren şeyler günümüzde neredeyse “çılgınlık”, “delilik”, “kafayı yemek” popüler söylemler haline gelmiş durumda.

Sanki hayat, dışarıdaki yaşam ağırlaştıkça komedi isteğin artmasından daha fazla bizatihi komedinin malzemesi haline gelmekte.

Kendimize düşkünlüğümüz öyle bir hal almış durumda ki, sanki başka hiçbir şeyin önemi yok.

Özellikle de “mutlu” olmak için ne gerekiyorsa o elimizin altında olmalıymış ve onu hemen tüketmeliymişiz gibi.

Trajedinin komediye döndüğü bir çağda yaşamak oldukça ilginç.

Çılgınlığı, deliliği ve kafayı yemeyi bahane ediyor gibiyiz ve sanki hemen hepimiz bir Raskolnikovuz.

Kesinlikle kendimizi öldürüyoruz ama aslında bir başkasıdır bizim yerimize ölen.

Yani konuşarak öldürüyoruz (kaba şiddet diliyle) insanları, susarak, uzaklaşarak, başka şeylerle ilgilenerek (kaçarak), komik bularak veya trajik bularak yahut nötr kalarak…

Listeyi uzatmak mümkün.

Yine intiharı seçen şairlerden/entelektüellerden biri olan Didem Madak “Sıkıntılardan bir ev kurdum yıllar sonra” der bir dizesinde.

Bugün yaşadığımız bedenler “kemikleri kıra kıra” ulaşamadığımız bilincimizin dört duvarı sanki.

Bundan ise sürekli dışarıyı sorumlu tutuyoruz.

Haksız sayılmayız ama haklı da sayılabilir miyiz?

Çılgın, deli ve kafayı yiyen olarak sorumluluk, işaret parmağımızı uzatarak baktığımız aynada, sadece işaret ettiğimiz olmasın?

Son cümle yerine: Kendi üzerine düşmek ve kendi üzerine düşünmek…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *