Bir Zamanlar Filistin, Kısa Bir Geçmiş
Tarihte önemini hiç kaybetmemiş bölgeler vardır. Bu bölgeler, ilk insanlardan tutun da birçok uygarlığın hayat sahası olarak bilinir. Bu yazımızda kadim tarihin en önemli bölgelerinden biri olan ve önemini günümüzde de koruyan Filistin’in kısa geçmişinden, Osmanlı Devleti kontrolündeki zamanlarından ve elden çıkışına değinmiş olacağız. Yazılanları okuduğunuzda, zaman zaman gururlanacağınız, zaman zaman da sitem edip öfkeleneceğiniz anlar olacak. Bir zamanlar bu toprakların nasıl fethedildiğini ve nasıl bir ihanetle ve çeşitli oyunlarla alınıp kimlere peşkeş çekildiğini görmüş olacaksınız.
Filistin bölgesi, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet için kutsal olarak kabul edilmiş bir bölge olmakla beraber tarihin çeşitli zamanlarında sürekli farklı uygarlıkların kontrolüne geçmiş durumdadır. Filistin toprakları tam manasıyla Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır. Mi’rac dolayısıyla Müslümanlar için önemi yadsınamaz bir gerçektir. Hz. Peygamber döneminde çeşitli hükümdarlara gönderilen İslam’a davet mektupları Filistin bölgesindeki Bizans’a bağlı Busra Emirine de gönderilmiş fakat mektupla birlikte gönderilen elçilerin şehit edilmesi Mute Savaşının yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Filistin'e seferler düzenlenmiş ve neticede Hz. Ömer dönemiyle bölge barışçıl yollarla fethedilmişti. Hz. Ali dönemine kadar da bölgeye birçok Arap kabile yerleştirilmiştir. Ayrıca Hz. Ali ile Muaviye arasında yapılan mücadelede bölgedeki halk Muaviye’nin safında yer almıştır. 1071 yılına kadar Emeviler, Abbasiler, Tolunuğulları, Ihşidiler ve Fatimilerin kontrolünde olan bölge daha sonrasında bir Türk komutanı olan Atsız beyin hakimiyetine geçmiştir. Hatta bu dönemde Filistin’deki camilerde Sultan Alp Arslan adına hutbeler okutulmuştur. 1098 yılına kadar bölgede otoritenin Selçuklu Devleti hükümdarı Melikşah’ın kardeşi Tutuş ve daha sonrasında Artuk Bey’in oğullarında olduğu söylenebilir. Çok kısa bir süre sonra ise bölge önce Fatimilere sonra da büyük bir katliam neticesinde Haçlı Seferiyle Haçlılara geçmiştir. Selahaddin Eyyubi’nin destansı zaferiyle geri alınan Filistin sonrasında Memluklerin denetimine geçerek bölgede Müslüman çoğunluğu sağlanmıştır. Ayrıca bu dönemde Avrupa’dan kaçan Yahudilerinde bölgeye yerleşmesine de izin verilmiştir.
Osmanlı Zamanında İhya Edilen Filistin
Osmanlı Devleti’nin dokuzuncu padişahı I. Selim (Yavuz) devletin doğu kanadını güvence altına almak adına yaptığı Çaldıran Seferinden sonra Anadolu’daki siyasi birliği sağlamak için Dulkadiroğullarını da kesin itaat altına almıştı. Fatih Sultan Mehmet döneminde bozulmaya başlayan Osmanlı-Memluk ilişkileri I. Selim’in Safevi ve Dulkadiroğulları seferleriyle onarılamaz hale gelmiş ve bu süreç içerisinde Memluklar Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almıştı. 5 Haziran 1516 yılında Osmanlı ordusu büyük Mısır seferine doğru yola çıkmıştı. Ağustos ayında iki ordunun Halep yakınlarında karşılaşması ve Osmanlı Devleti’nin gelişmiş askeri teknoloji karşısında Memluklar ilk karşılaşmadan mağlup olarak ayrılmıştı. Tarihe Mercidabık Savaşı olarak geçecek olan bu karşılaşma neticesinde Suriye ve Filistin bölgesinin büyük bir kısmı Osmanlı topraklarına dahil olmuştu. İlk karşılaşmanın bir sene sonrasında Osmanlı Devleti çok hızlı bir şekilde Mısır’a doğru yönelerek Memlukleri bir kez daha mağlup ederek tüm bölgenin tek hâkimi konumuna gelmişti. Filistin sonraki yıllarda, Osmanlı Devleti sayesinde barışa, huzura ve bayındır bir bölge kimliğine kavuşmuştu. Mukaddes yerleri korumak için Kudüs’te Müslümanların “Harem” veya “Eski Şehir” olarak adlandırdıkları 868 dönümlük kısmın etrafındaki duvarlar yeniden inşa ettirilmiş; Hz. Dâvûd’un türbesiyle Kubbetü’s-sahre’nin duvarları ve kapısı yenilenerek süslemelerle zenginleştirilmişti. Osmanlı hanedanlığı üyelerince bölgeye Kudüs basta olmak üzere birçok hayır kurumu ve kuruluşu yaptırılmıştı.
Filistin Üzerindeki Emperyalist ve Siyonist Emeller
Bölgede 1799 yılına kadar ufak çapta sayılacak idari değişiklikler ve isyanlar yaşanmasına rağmen en büyük tehlike Napolyon Bonapart’ın ünlü Mısır seferiyle başlamıştı. O zamana kadar mağlubiyet almayan Fransız ordusu bugün İsrail devletinin sınırları içinde bulunan Akka’da Cezzar Ahmet Paşa’nın destansı bir savunması ile durdurulmuştu. Akka Kuşatması sonucunda istediğini alamayan Napolyon tarih kitaplarına geçecek şu ünlü sözü söylemişti: “Eğer Türkler beni Akka önünde durdurmasaydı, bütün doğuyu ele geçirmek işten bile olmayacaktı”
Artık Osmanlı Devleti I. Selim yahut I. Süleyman dönemlerindeki gücünden oldukça uzaktaydı. Devlet adeta bir yıkıma doğru sürüklenirken Akka Zaferinden otuz yıl sonra bu seferde bölgenin idaresi kısa süreliğine Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu olan İbrahim Paşa’ya geçmişti. Filistin, İngiltere’nin araya girmesiyle tekrar Osmanlı Devletine geçmiş olsa da artık Avrupalı devletlerin özellikle İngilizlerin ilgi odağı haline gelecekti. İmparatorluğun son yıllarında gerek üç büyük dince kutsal addedildiği, gerekse o günün dünya şartlarında Avrupalı güçlerce çok önemli bir stratejik konumda görüldüğü için bölgede kiliseler, dinî okullar ve misyoner cemiyetleri kurma açısından birçok imtiyaz verilmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin temelinde yer alan Millet sisteminin de etkisiyle bölgedeki farklı inanışlara hiç karışılmamış ve bölgenin kaynayan kazan oluşumuna müdahale edilememiştir. Tarihler 1897 yılını gösterdiğinde Theodor Herzl öncülüğünde gerçekleşen Siyonist Kongre ile birlikte Yahudi halkı için Filistin’de kamu hukukunun güvencesi altında bir yurt kurulmasını düşüncesi ortaya çıkmıştı. Tüm bu gelişmelerin yanında dünyada etkisi hızla artan Milliyetçilik düşüncesi de Yahudi toplumuna yansımaya başlamıştı. Osmanlı yönetimi, Filistin’deki Yahudi varlığını tanımaya başlamış ve bölgeye zaman zaman olan göçlere izin vermişti. Filistin’de bir yurt kurulması için izin isteyen Siyonistler ilk defa Osmanlı hükümetine belirli bir meblağ karşılığında Filistin’i satın almayı, ardından da Düyûn-ı Umûmiyye’nin kendileri tarafından konsolidasyonunu teklif etmişlerdi. Hatta, Theodor Herzl başkanlığında bir heyet iki defa II. Abdülhamid nezdinde girişimde bulunmuştu. Padişah, zulümden kaçan Yahudilere Osmanlı topraklarında yerleşme müsaadesi vermiş fakat Filistin’de yurt kurmaları yolundaki tasarıyı kabul etmemişti. Yahudilerin Filistin’de toprak satın almalarını yasaklanmış, hac maksadıyla Kudüs’ü ziyaret edeceklere de sadece geçici izin verilmiş ve vize uygulamaları getirilmişti.
Siyonistler emellerinden vazgeçmeye pekte niyetli değillerdi. Kısa süre sonra sermayelerinin verdiği güçle birlikte bölgedeki Arap ailelerinden para karşılığında toprak satın almaya başlamışlardı. Maddiyatın cazibesinde kaybolan bazı Arap kabilelerinin topraklarını satması ve Osmanlı Devleti’nin kendi iç sorunları neticesinde bu duruma kayıtsız kalması bölgedeki yapıyı zamanla değiştirmeye başlamıştı. Diğer yandan İngilizlerinde emperyalist politikaları bölgedeki Arap kabilelerin Milliyetçilik akımından etkilenmesiyle birleşince Filistin bölgesi artık Osmanlı yönetimi için çetin bir mücadele alanı haline gelmişti.
İhanet ve Şehadet
Dünya büyük bir savaşın eşiğine gelmişti. Bir tarafta sömürge imparatorluğu kuran İngilizler, diğer tarafta kısa sürede güçlenen ve İngilizlerin çıkarlarını zedeleyen Almanya. Osmanlı Devleti ise bu acımasız savaşın tam ortasında kalmış her türlü emperyalist ve Siyonist planların hedefi konumunda yer almıştı. Filistin ise çoktan kendini bekleyen acı sona doğru yol almaktaydı. İngilizler var gücüyle hem Arapları hem de Yahudileri sürekli Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaktaydı. İngiltere, Arapları Osmanlılara karşı harekete geçirmek için ilk sözü 1915-1916’da vermişti. Şerif Hüseyin ile Mac-Mahon arasında yapılan görüşmelerde İtilâf güçlerine sağlanacak desteğe karşılık Arap topraklarının bağımsızlığı vaat edilmişti. Aldatılacağını sonradan anlayacak olan Şerif Hüseyin ise İtilâf devletlerinin işini kolaylaştıracak şekilde Osmanlılara karşı isyan etmekten geri durmamıştı. İngiltere ve Fransa, savaş sonrası için gizli paylaşım planlarını 1916 hazırlamışlardı. Sykes-Picot adıyla bilinen bu plana göre Araplara bağımsız devlet kurmak üzere vaat edilen topraklar İngiliz ve Fransız nüfuz alanları şeklinde ikiye ayrılıyordu. Savaş boyunca hedefleri doğrultusunda planlı çalışmaya devam eden Yahudiler ise güçlü gördükleri İngiltere’ye destek vermeyi ihmal etmediler.
1915 yılında I. Dünya Savaşında, Osmanlı hücumuyla başlayan Filistin-Sina cephesi, İngilizlerin yanında yer alan Arap kabilelerinde desteğiyle birlikte 11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’ün düşmesiyle büyük bir yara aldı. Akabinde daha da geri çekilen Osmanlı birlikleri Mondros Mütarekesi ile birlikte 1516 yılından beri elinde bulundurduğu toprakları kaybetti. Filistin-Sina cephesi özelinde binlerce vatan evladı şehit düşerken yine binlerce vatan evladımız İngilizlerin ve işbirlikçi kabilelerin insafsızlığında esir olarak kaldı ve birçoğu gördükleri insanlık dışı muameleden ötürü hunharca katledildi. Kurtulabilenlerin Anadolu’ya gelişi pek uzun zaman sonra oldu. Geldiklerinde kim bilir belki de kundakta bıraktıkları evlatlarını başka adamların çocukları olarak görmenin acısıyla bilinmez diyarlara göç ederek dindirmeye çalıştılar.
Bu kadim milletin evlatları bugüne kadar kahramanlıklarıyla cihana nam salmayı başarmış ve bir o kadar da savaşma hukukun nasıl olması gerektiğini dosta düşmana öğretmiştir. Aziz şehitlerimiz, Balkanlarda, Yemen’de, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Filistin’de ve Medine'de Peygamber kabrindeyken, geride gözü yaşlı ihtiyar anasını, yeni izdivaç yaptığı hatununu ve yüzünü bile belki hatırlayamadığı yavrularını geride bırakmış, şehadet şerbetini kana kana içmeyi kendine şeref saymıştır.
Tarih her ne kadar zaferlerin ihtişamlı halini yazıyor olsa bile ölüme gülerek giden bir milletin evlatlarını hiçbir zaman unutmayacaktır. Tıpkı mazimizde bize yapılan türlü ihanetleri ve emperyalistlerin kurduğu tuzakları unutmayacağı gibi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.