Büyük Selçuklular-III (Sultan Alp Arslan)
Tuğrul Bey’in ölmeden önce veliaht olarak gösterdiği Süleyman Rey’de hutbe okutunca, Kutalmış, Musa İnanç ve Alp Arslan karşı mücadeleye başladılar. Bu süreçte ilk olarak Musa İnanç, Alp Arslan ile yaptığı görüşme sonrasında taht adaylığından vazgeçti. Geriye iki taht adayı kalmıştı. Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış Bey ve Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan.
Süleyman’ın yanında yer alan vezir Amidülmülk durumun kendi aleyhinde olduğunu anladığı zaman Alp Arslan adına hutbe okuttu. Kutalmış Bey, binlerce Türkmen ile birlikte Rey’i kuşatmaya başlayınca, Alp Arslan’da harekete geçti. Yapılan bu mücadele sonrasında Alp Arslan, Kutalmış Bey’i mağlup ederek başkent Rey’e giriş yaptı. Bu mücadeleden önce tahtta bulunan Süleyman ise şehri terk etmenin ve hükümdarlığı bırakmanın en uygun yol olacağını bildiğinden taht kavgasında bir taraf olmaktan çıktı. Alp Arslan, amcası Tuğrul Bey’den sonra Selçuklu tahtının gerçek sahibi olarak sultanlık kaftanını giydiğinde tarihler 1063 yılını göstermekteydi. İlk zamanlar vezir Amidülmülk’ü görevinde tutan Alp Arslan, bir süre sonra onu vezirlikten alarak yerine Nizamülmülk’ü getirdi.
Alp Arslan hem gücünü ispat edebilmek hem de devletin sınırlarını daha da genişletmek maksadıyla ilk olarak Rum topraklarına doğru sefere başladı. Bu seferler sırasında Kafkasya ve Gürcistan bölgelerini kontrol altına aldı. Seferler esnasında daha önce alınamaz denilen Ani şehrini fethetti. Bu başarılı sefer sonrasında Abbasi Halifesi ona “Ebu’l-Feth” unvanını verdi. Böylece Sultan Alp Arslan en az amcası Tuğrul Bey kadar etkili bir fetih siyasetine girişmiş ve İslam dünyasındaki Türk siyasi gücünü bir kez daha doruklara taşımıştı. Batıya doğru girişilen bu fetihler sırasında ağabeyi Kavurd’un isyanını da kısa süre içerisinde bastırdı. Alp Arslan’ın emrinde bulunan Afşin Bey komutasındaki Türk akıncıları Anadolu’ya doğru seferlere başladığında Malatya ve Konya gibi önemli şehirlere kadar yağma faaliyetleri sürmekteydi.
1067 yılına gelindiğinde Alp Arslan ve Selçuklu ordusu bir kez daha Gürcistan dolaylarına sefere çıkmıştı. İlk seferindeki başarısını burada da gösteren Selçuklular Tiflis şehrini ele geçirdi. Uzun yıllar Medine ve Mekke’de adlarına hutbe okutulan Fatımilerin otoritesi sarsılmış ve bu kutlu diyarlarda artık Sultan Alp Arslan’ın adı zikredilmekteydi. Fatımilerin, İslam dünyasına verdiği tahribatını kökten çözmek adına Mısır seferine karar verildi. Selçuklular, Mısır seferine hazırlık esnasındayken, Bizans’ın yeni imparatoru IV. Romanos yani Romen Diyojen, Anadolu’da etkili bir güç haline gelen Selçukluları topraklarından atma ümidiyle büyük bir orduyla Malazgirt Ovasına kadar geldi.
1071 yılının ağustos ayında sayıca üstün Bizans’ın karşısına çıkacak Alp Arslan için diplomatik yollara başvurmak önem arz etmekteydi. Bizans’ı oyalamak için elçiler gönderen Sultan, elçilerin olumsuz haberlerinin ardından ölüm kalım savaşına girmek için son hazırlıklarını tamamladı. Ağustos’un sıcak bir cuma gününde iki ordu karşı karşıya geldi. Savaş başlamadan önce ordusuyla kılınan Cuma namazından sonra askerlerinin karşısına kefeni andıran beyazlar içerisindeki haliyle şöyle seslendi: “Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehit olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var; ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.” Ardından atının kuyruğunu bağlayarak ölümü göze aldığını eski bir Türk töresindeki faaliyetiyle açıkça belli etti. Bu durum ordunun da inancını oldukça yükselten bir hamleydi. Türk savaş taktiklerinin en önemlisi olan hilal taktiğini Malazgirt Ovasında sergileyen Selçuklu ordusu gün içerisinde Bizans ordusuna ağır bir yenilgi tattırdı.
Malazgirt Savaşı ile birlikte Türklerin Anadolu’yu yurt edinme sürecinin çok daha hızlı bir şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz. Kulaktan dolma bilgileri dikkate almazsak aslında Anadolu’nun Türkleşme sürecini Tuğrul Bey dönemlerine kadar götürebiliriz. Malazgirt Savaşında esir edilen Bizans Kralı Diyojen’e çok merhametli bir şekilde davranan Sultan Alp Arslan yaptığı anlaşmayla birlikte Diyojen’i serbest bırakmıştı. Fakat Bizans’ın kendi içerisindeki taht oyunlarının da etkisiyle Diyojen İstanbul’a ulaştığında çoktan zindana atılmış ve yapılan antlaşmanın da bir hükmü kalmamıştı. Sultan Alp Arslan daha sonrasında Anadolu’nun tamamının fethini tamamlayabilmek adına komutanları Danişment, Mengücek, Saltuk ve Artuk Beyleri görevlendirdi.
Sultan Alp Arslan daha sonrasında yönünü bir kez daha doğuya çevirdi. Karahanlılar ile yaşanılan sorunu çözmek için Türkistan seferine çıktı. Bu sefer sırasında önemli bir konumda olan Berzem Kalesini hudutlarını kattı. Sultan Alp Arslan’ın son seferindeki akıbetini de anlatmış olalım.
Teslim olan kale komutanı Yusuf’un, elleri ve kolları bağlı bir şekilde, Selçuklu askerleri tarafından Sultan Alp Arslan’ın huzuruna getirilir. Alp Arslan karşısında rahat bir tavır sergileyen Yusuf, bununla yetinmez ve Sultan Alp Arslan’a hakaret içeren sözler söyler, tahrik eder. Sultan Alp Arslan, Yusuf’un sözlerine daha fazla dayanamaz ve ellerini, kollarını çözdürüp birebir görüşmek, tabiri caizse kapışmak ister. Tahtında sadece bir ok ile oturan Sultan Alp Arslan’a karşı Yusuf, hızla koşmaya başlar. Sultan Alp Arslan elinde bulunan tek ok ile Yusuf’u vurmayı hedeflemektedir. Ancak kaynakların aktardığı bilgilere göre hayatında hiçbir atışını ıskalamayan Sultan Alp Arslan, Yusuf karşısında ıskalamış ve Yusuf’u vuramamıştır. Alp Arslan, Yusuf’un çizmesinden çıkardığı bir hançer ile yaralanır. Aldığı bu yara Sultan Alp Arslan’ı dört gün sonra şehit eder.
Tarihi kaynaklara göre Sultan Alparslan’ın son sözleri şu şekildedir: “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allah Teâlâ’ya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, sanki ayağımın altındaki dağ titriyor gibi geldi. Kalbimden, ‘Ben, dünyanın hükümdarıyım, bana kim galip gelebilir!’ diye bir düşünce geçti. İşte bunun neticesi olarak Cenab-ı Hak, âciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah Teâlâ’dan af diliyor, tövbe ediyorum.”
Sultan Alp Arslan vefat ettiğinde geride taht için veliaht ilan ettiği Melikşah ve Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Nizamülmülk kaldı. Alp Arslan, tarihimizde liderliğin ve komutanlığın nasıl olacağını hayatının her aşamasında gösteren, adaletli, merhametli ve cesur bir Türk hakanıydı. Bugün yaşadığımız bu kutlu diyarların alınabilmesinde önemli bir yere sahip olan Sultan Alp Arslan’ı hayırla ve rahmetle bir kez daha anıyorum.
Gelecek yazımızda Melikşah dönemi ve Batınilik faaliyetlerine değinmek üzere hoşça kalın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.