Türk’üm, Cesurum, Geldim ve Aldım!
19 Temmuz sabahıydı. Saatler 11.30’u göstermekteydi. Mersin sıcaklıktan kavrulduğu günlerden birini yaşamaktaydı. Sıcak hava gitgide askerlerin üzerinde biriken ter damlalarına dönüşmek üzereydi. Yıllar öncesinde, yine aynı bölgede tam teçhizat hazırlığını yapan Mehmetçik, Mersin’den geri dönmek zorunda kalmıştı. Bu sefer yapılacak olanlar, daha öncekilere hiç benzemiyordu. Askerlerin dudaklarında aynı dedeleri gibi Çanakkale’de edilen dualar, gönüllerinde sevdiklerinin şimdiden bıraktıkları hasretleri. Türk çıkartma filosu, Mersin açıklarından, ihtişamlı bir bakış atarak, Girne’nin batısına doğru yol aldı. Kim bilir filonun askerleri kendilerini ne kadar şanlı hissetmişti. Günlerdir, aylardır hatta senelerdir süren hazırlıklar bitmişti. Bir Cumartesi sabahıydı. Güneşin, aziz vatan semalarında tebessüm edişinin ardından, Türk paraşütçüleri peşi sıra Hz. Osman’dan yadigâr topraklara indi. Ardından denizden çıkarma... Türk jetleri önceden belirlenen hedefleri tek tek vurmaya başladı. Anadolu’nun nice diyarından gelen onca yiğit vatan evladı, yarım kalmış hikâyesine yeni yazgılar yazmaya başlamıştı Kıbrıs’ın… Girne’nin, Mağusa’nın, Lefkoşa’nın ve zulme uğramış tüm soydaşların diyarlarına anavatanın yiğitleri akın etmişti.
22 Temmuz 1974’te Girne açıklarında önleme görevi yapan TCG Kocatepe muhribi, eksik ve kusurlu haberleşme neticesinde, kendi uçaklarımız tarafından vuruldu. Elli dört vatan evladı şehit düştü. Kıbrıs’a giden yolda, ilk şehitler böylece verildi. Ardından o meşhur dış baskılar sonuç verdi. Türkiye, ateşkese razı oldu. Sıra tekrardan diplomasiye gelmişti. Sahada dayak yiyen Yunan birlikleri manevra yapmak zorunda kaldı. “Cenevre Görüşmeleri” başladı. Kıbrıs topraklarında Türk askerinin olmasını istemeyenlere anlatılacak çok fazla söz yok diyerek düşündü Dışişleri Bakanı Turan Güneş. Ankara’yı aradı. Dudaklarından “Ayşe tatile çıksın.” cümlesi çıktı. Devlet erkânı hiç olmadığı kadar heyecanlıydı. Başbakan Bülent Ecevit ve yardımcısı Necmettin Erbakan. Tarihin sayfalarında ve milletin gönüllerinde kendilerine yer bulacaklardı artık.
14 Ağustos sabahı, güneşin doğmadığı vakitlerde, Mehmetçik bir güneş gibi doğmaya başladı Kıbrıs’ın yüksek tepelerinde. Sadece üç gün içerisinde adanın yüzde otuz sekizlik bölümü ele geçirildi. Rumlar kaçıyor, Türkler kovalıyordu. Rumların terk ettiği nice Türk köyü, yakılmış, yıkılmış ve katliama uğramıştı. Lefkoşa’nın merkezinde, Girne’nin köylerinde ve nice diyarlarda katledilen nice masum insan… Tıpkı Anadolu’nun batısından, Ege’nin sularına doğru kaçıp gittikleri zaman yaktıkları gibiydi. Fıtratları hiç değişmemişti sanki. Barbarlığın tarihini yazmaya devam edenler sonra ne yaptı biliyor musunuz? Türkler, Kıbrıs’ı hukuksuz bir şekilde işgal etmiştir dedi. Türkler, adada işgalcidir dedi. Türkler, öcüdür dedi. Türkler, bütün engellemelere ve tüm dünyaya rağmen son yüzyıldaki en büyük askeri harekâtı tamamlamayı başardı. Ne Nihat Binbaşının ailesine yapılan katliamı unuttuk, ne kahraman pilotumuz Cengiz Topel'in bedenine yapılan işkenceleri ne de Şehit Bayram Gümüş’ün, Bellapais tepelerinde ölüme giden yürüyüşünü.
20 Temmuz 1974 yılından önceydi. Rum çeteciler, Kıbrıs sokaklarına sürekli aynı mesajları yazmaktaydı. “Cesursan, gel, al…”
Cevap gecikmedi…
Türk’üm, cesurum, geldim ve aldım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.