ARTIK KARAR VERME ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Adımız; Türkiye Cumhuriyeti.
Binlerce yıllık geçmişi olan, 3 kıtaya asırlarca hükmetmiş, tarihten adı silinince tarih diye bir şeyin kalmayacağı koskoca bir çınardan bahsediyoruz. Peki bu koca çınar neden küçücük bir kara parçasına sıkıştığı gibi yüzyıllardır pek çok sorunla boğuşuyor?
Neden o köklü tarihinden, eşsiz kültür ve medeniyetinden gelen birikimle günümüz problemlerini çözemiyor?
Neden köksüz, ruhsuz, toy bir devlet gibi davranıyor?
Neden kendine has bir ekonomi modeli yok?
Neden eğitim sistemi başkalarının elinde?
Neden bu köklü ve görklü milletin çocukları ecdadını tanımıyor, başkalarının çocuğuymuş gibi büyüyor?
Neden toplum olarak ahlâkî bir buhranın içindeyiz?
Neden Batı’ya karşı aile kurumu ile övünen bu milletin ailesi çatırdıyor? Neden evlilik dışı ilişkiler ve parçalanmış aileler çoğalıyor?
Neden nitelikli, ahlâklı, dürüst insan sorunumuz her geçen gün büyüyor?
Sorunlarımız çok olduğu için “Neden?” sorularının ardı arkası kesilmiyor. Mesele soruların çokluğu değil; mesele bu sorulara doğru cevap verebilmek, sorunlara doğru çözümler üretebilmek. Tabi ondan önce sorunun var olduğunu görmek ve çareler arama derdine düşmek gerekiyor. Belki de asıl sorun burada. Görmüyor ve aramıyoruz...
1700'lü yıllardan başlayıp özellikle 1900'lü yıllarda ivme kazanarak devam eden batı hayranlığının sonucunda kendimiz olmayı bırakıp tamamen başka bir toplum olmaya çalıştık. Kılavuzu karga olanın varacağı yerin ya çöplük ya da leş olacağını düşünmeden gelişmiş dediğimiz ülkelerden kanunlar ithal ettik.
✓İsviçre'den Medeni Kanun (1926)
✓İsviçre'den Borçlar Kanunu (1926)
✓İtalya'dan Ceza Kanunu (1926)
✓Almanya'dan Ticaret Kanunu (1926)
✓Almanya'dan Ceza Mahkemeleri Kanunu (1929)
✓Almanya'dan Deniz Ticaret Kanunu (1929)
✓Fransa'dan İdare Kanunu (1929)
✓İsviçre'den İcra ve İflas Kanunu (1932) aldık. Alırken de bu kanunların bizim tarihimiz, kültürümüz, örfümüz, kimliğimiz ile uyuşup uyulmadığına bile bakmadan olduğu gibi kabul ettik.
Eziklik psikolojisi ile bizden üstün gördüğümüz herkesten her kanunu aldık ama kendi kültür ve medeniyetimizden tek bir şey almadık. Hilafet, kıyafet, alfabe, ölçü, tartı, hafta tatili derken her şeyimizle batılı gibi yaşamaya, batılı gibi düşünmeye çalıştık. Fulbright anlaşmasıyla eğitim sistemimizi Amerika'nın emrine verdik. Avrupa Birliği'ne girme adına yıllardır uyum yasaları çıkarıyoruz. Neredeyse tüm yasaları çıkardık fakat hâlâ Avrupa Birliği'ne alınmıyoruz. Üstelik bu yasalar içindeki kimi maddeler canımızı yakmakta, terör ve sapkınlıklara sebebiyet vermekte, toplum ve aile huzurumuza zarar vermekte iken, bu birliğin bir Hristiyan birliği olduğu cümle âlem tarafından bilinmekte iken hâlâ Avrupa Birliği kapılarında bekliyor, bekletiliyoruz.
Özetle son yüzyıl başta olmak üzere birkaç yüzyıldır her halimizle yüzümüzü tamamen batıya dönmüş durumdayız. Onca yıldır bir Avrupalı gibi olmaya, onlar gibi yaşamaya çalışıyoruz. Onlara ne kadar benzersek o kadar ileri gideceğimizi, o kadar müreffeh bir toplum olacağımızı düşünüyoruz. Allah Rasulü'nün haber verdiği gibi onlar bir kertenkele deliğinden bile geçse, "Vardır bir bildikleri. Onlar geçtiyse biz de geçelim" düşüncesindeyiz.
Sonuç?
Devekuşuna “uç” demişler, “ben deveyim” demiş. O zaman “koş” demişler, “ben kuşum” demiş. Devekuşu misali, ne batılı olabildik ne doğulu kalabildik.
Artık bir karar vermemiz lazım. Olmuyor işte. Olmayacak. Kafamızı kuma gömmenin bir anlamı yok. Biz tarih boyunca hiçbir zaman batılı gibi düşünmedik, batılı gibi yaşamadık. Ne kadar istesek de asla batılı olamayacağız. Çünkü batılı olmak bizim kimliğimizle ve karakterimizle uyuşmuyor. Çünkü Bilge Kral Aliya'nın da dediği gibi; "Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır! Bugünkü refahını; devam edegelen sömürgeciliğine, döktüğü kana, akıttığı gözyaşına ve çektirdiği acılara borçludur." Bizim tarihimizde hiçbir zaman kan, gözyaşı ve zulüm olmadı.
Şu an, hayatı batılı normlara göre düzenlemenin ceremesini çekiyoruz. Kaynağını köklerimizden alan köklü değişikliklere gidilmediği, millî bir eğitim/ekonomi/tarım/sağlık/güvenlik vs. politikası üretmediğimiz sürece yaşadığımız sıkıntılar artarak devam edecek. Yapmamız gereken batıya değil, geriye dönüp tarihimize bakmak. Çünkü batı medeniyetinin insanlığa sunabileceği hiçbir şey yok...
Uzun yıllar ülkemizde kalan İtalyan doğu bilimci Anna Masala; “Siz Türkler, hazine sandığının üzerine oturup dilenen dilencilere benziyorsunuz. Neyin üzerinde oturduğunuzun farkında olmadan ellerinizi Batı’ya açmış dilencilik yapıyorsunuz. Oysa zahmet edip üzerine oturduğunuz sandığı açsanız, sizin kendi inançlarınızdan, kültürünüzden, geleneklerinizden kaynaklanan öyle muhteşem, öyle zengin bir hazineniz var ki!” derken bizi ne güzel özetlemiş.
Sorunlarımızın çaresi, tüm insanlığın huzur ve selameti Batı’da ya da okyanus ötesinde değil; bizde… Unutmayalım; istikbal köklerde...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.