ORTA YOLU TUTMAK
Her işte orta yolu tutmak, aşırıya kaçmamak, uçlarda gezmemek...
Mü’minlerin en belirgin vasfı olması gerekirken günümüzde bu vasıftan fersah fersah uzak olduğumuz bir gerçek…
Dinî kaynaklara baktığımızda Allah bizi adil, dengeli, ifrat ve tefritten uzak, haddi aşmayan, orta yolu tutan bir ümmet olarak niteliyor [1]. “Vasat ümmet” adı verilen bu vasfın kendini sevgide, merhamette, nefrette, sevinçte, üzüntüde, harcamada, ibadette velhasıl hayatın her anında nasıl göstermesi gerektiğini de farklı ayetlerde izah ediyor.
Mesela hayatımızın ahiret odaklı olmasını istiyor Allah. Tamamen dünya için çalışıp asıl hayat olan ahiret hayatının ihmal edilmesi istenmiyor. Bununla birlikte ibadette de aşırılığa kaçılmaması tavsiye ediliyor [2]. Çünkü ibadette aşırılık kişiyi ruhbanlığa götürdüğü gibi dünyada da sefalete sürüklüyor. Allah Rasulü, “Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı az da olsa devamlı yapılanıdır.” [3] buyuruyor. Bu durum başka bir hadiste “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” [4] şeklinde tarif ediliyor.
Allah, mal ve evlat sevgisini dünya hayatının süsü olarak nitelediği gibi [5] aynı zamanda bunları fitne olarak görüyor; bu sevgide de aşırılığa gidilmemesi gerektiğini, asıl mükafatın Allah katında olduğunu hatırlatıyor [6].
Mal sevgisinde aşırılık cimriliğe, harcamada aşırılık savurganlığa götürüyor insanı. Allah ikisini de istemiyor, ikisi arasında bir orta yol tutmamızı tavsiye ediyor [7].
Sevinç ve üzüntüde aşırıya kaçılmaması, sevinç ve üzüntünün şükür, sabır ve tevekkülle dengelenmesi isteniyor [8]. Musibetle ilk karşılaşılan anda sabır gösterilmesi gerektiğini tavsiye ediyor Peygamberimiz [9]. “Ölenin arkasından yüzünü gözünü tırmalayan, yakasını paçasını yırtan, Câhiliye insanı gibi bağıra-çağıra ağıt yakıp kendisine beddua eden, bizden, bizim yolumuzu izleyenlerden değildir.” [10] buyuruyor.
Sevginin, merhamet ve nefretin dengelenmemesi adam kayırmacılığa, zulme ve adaletsizliğe sürüklüyor insanı. Nefretimizin gözümüzü kör edip bizi adaletten şaşırtmaması için açık açık uyarıyor bizi Allah [11].
Dengeli yaşama ve aşırılıklardan uzak durma konusunda o kadar titiz ki Rabbimiz, yürüyüşümüzün bile tabiî olmasını, sesimizin çok yüksek çıkmamasını istiyor [12]. Çünkü insanın kendini sevmesi aşırılığa giderse kişiyi gurur, kibir ve bencilliğe sürükleyerek yürüyüşünün ve ses tonunun değişmesine sebep oluyor.
Yemenin ve hareketsizliğin fazlası obeziteye ve türlü hastalıklara götürüyor insanı. Hâlbuki Allah Resulü “İnsana, kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter… Mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yiyeceğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır!” [13] buyurmakta.
Her şeyde olduğu gibi dinlenmenin de fazlası zarar. Allah, bir iş bitince hemen diğerine başlamamızı, boş durmamamızı istiyor [14].
Orta yol konusunda Kur’an ve sünnetten örnekleri çoğaltmak mümkün. Orta yol bir olgunluk göstergesi aslında. Kişinin ahlak ve karakterinin kalitesini gösteren önemli bir parametre. Zira terbiye edilmemiş ham nefisler duygu, düşünce ve davranışlarda uçlarda yaşarlar.
Toplum olarak uçlarda yaşamayı seviyoruz. Kitap ve sünneti terk ederek İslam ahlakını ve dolayısıyla orta yolu da terk ettik maalesef. Üstelik orta yolu tutanlar da Şener Şen’in Namuslu filmindeki gibi makbul sayılmıyor. Yaşanan aşırılıklar toplum nezdinde çoğu kez normal kabul ediliyor. İşin en acı yanı da bu olsa gerek.
Harcamada o derece ileri gittik ki israf kelimesi bizimle anılır oldu. Birleşmiş Milletler 2021 Gıda İsrafı Endeksi Raporu’na göre Türkiye dünya genelinde kişi başına düşen en fazla gıdanın israf edildiği ülkeler arasında 3. sırada yer alıyor. Serpme adı verilen kahvaltılar, açık büfe denen menüler hayatımızın bir parçası olduğundan beri Allah’ın rahmetini de kaybettik. Yağmayan yağmurlar için dua ediyoruz fakat duamıza icabet edilmiyor. Çünkü kanaatin en büyük zenginlik olduğunu unuttuktan sonra para kazanma hırsında da aşırıya kaçtık. Azla yetinmeyip helal haram demeden çok olsun istedik, haram lokma yedik. Haram lokma yiyenin de duası kabul olmuyor [15].
Günlük sosyal medyada geçirilen sürede ülke olarak Avrupa birincisi, dünya 13.süyüz. Türkiye, 24 saatin 2 saat 48 dakikasını sosyal medyada geçiriyor. Listenin başında Filipinler, Brezilya ve Endonezya gibi gelişmemiş ülkeler varken son sırada tahmin edileceği üzere Japonya var. Zaman israfında da zirvelerdeyiz.
Büyükler “Askerde ne en önde ol ne de en arkada. Ortada dur, rahat edersin.” derlerdi. Ama uçlarda yaşamak da büyük sözü dinlememek de bizim en belirgin vasfımız olsa gerek. Ortada durmayı sevmiyoruz.
Sevinmeyi bilmiyoruz. Düğünlerde sevincimizi silahla gösterirken nice masum cana kıydık. Konvoy yaparak trafiği felç etmek, kuralları ihlal etmek, başkalarının hakkına girmek geri kalmış toplumların ritüeli olduğu halde bundan gocunmuyoruz. Altı aylığına geri hizmetleri yapmak üzere askere giden genci cepheye uğurlar gibi davul zurnayla, konvoyla uğurluyoruz. Camide ya da evinde namaz kılanlara oyun havasıyla eşlik ediyor, hastaların beynine iki tokmak da biz vurmaktan çekinmiyoruz. Üstelik “bunu herkes yapıyor, bu bize has bir adet” diyerek normal karşılıyoruz.
Spor müsabakaları da bir garip bizim ülkede. Okumuş yazmış insanlar stada girince içinden başka bir yaratık çıkıyor. Ana, bacı, kutsal değer demeden koro halinde edilen küfürler hangi medeni ülkenin medeni insanlarında var? Farklı renkteki taraftarları görünce kırmızı görmüş boğa gibi saldırmak, takımı yenilince stadı ateşe vermek, yenince de kimseye zarar vermeden adam gibi sevinmeyi bilmemek ilkellik değil de neyle açıklanabilir?
Linç kültürü sarmış her yanımızı. Kendimiz gibi düşünmeyene, giyinmeyene, davranmayana yaşam hakkı tanımıyoruz.
Delikanlılık tabiri unutulmuş ya da yanlış anlaşılır olmuş. Klavye başından istediğiniz kişiye hakaret ve küfürlerle saldırabiliyor, kişilik haklarını rahatça ayaklar altına alabiliyorsunuz. Etrafımız canını sıkan kişiye karısının çocuğunun yanında topluca saldırabilen, kendini de delikanlı sanan magandalarla dolu.
Kalabalıktan güç alarak adaleti kendimiz sağlamaya çalışıyoruz. Taciz iddiasıyla sokak ortasında haksız yere dövülen, haksız yere linç edilerek öldürülen insanlar hangi gelişmiş ve medeni ülkede yaşıyorlar? İtidalli davranmak yerine olayı anlamadan saldıranlar hangi diplomalara sahip? Sahi, okullardaki eğitim işe yarıyor mu? İsteyenin doktor, öğretmen, polis demeden kamu görevlilerine keyfince saldırabildiği bir ülkede kamu güvenliği ve devlet otoritesinden söz edilebilir mi?
Çabuk öfkelenmek, öfkelendiğinde kendine ve çevresine zarar vermek ham nefislerin, şeytanın oyuncağı olan insanların yapacağı iş. Oysa biz zulüm için değil adalet için var olan “vasat” bir ümmettik, bunun için can vermiş bir millettik.
Evet, orta yolu tutmak, mutedil olmak bir olgunluk ve kalite göstergesi. Eğitim sistemimiz çocuklarımıza soru çözmek yerine orta yolu tutan kaliteli insanlar olmayı öğrettiği gün tüm buhranlarımızdan kurtulacağız. Aksi takdirde cahiliye karanlığı içinde yaşayan diplomalı Ebu Cehiller yetiştirmeye devam edeceğiz. Youtube’un emzirdiği, dizilerin beslediği, sosyal medyanın büyüttüğü hedonist, egoist, köksüz, ruhsuz, değersiz nesillerle karşılaşmamak için eğitimde kaynağını köklerimizden alan acil bir reform şart. Yarın çok geç olabilir.
[1] Bakara, 143
[2] Kasas, 77
[3] Müslim, Müsâfirîn, 218
[4] Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201
[5] Kehf, 46
[6] Enfal, 28
[7] İsra, 29; Furkan, 67
[8] Bakara, 156
[9] Buhârî, Cenâiz, 31
[10] Buhârî, Cenâiz, 36
[11] Maide, 8
[12] Lokman, 19
[13] İbn-i Mâce, Et’ime, 50
[14] İnşirah, 7
[15] Müslim, Zekât, 19; Tirmizî, Tefsir,3
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.