Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

14 Mayıs 1950 Öncesinde CHP’nin Vaatleri ve Millet İttifakı

14 Mayıs 1950 Öncesinde CHP’nin Vaatleri ve Millet İttifakı

Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’dan 14 Mayıs 1950 tarihine kadar bir muhalefet partisi, bu tarihten 27 Mayıs 1960 tarihine kadar da iktidar partisi olarak Türk siyasal hayatında faaliyet göstermiştir. DP muhalefet döneminde genel ve yerel seçimlere katılırken aynı zamanda iki büyük kongre yaparak rüştünü ispatlamıştır. CHP’yi seçim kanunu, bürokrasi, iç içe geçmiş parti-devlet ilişkileri konuları başta olmak üzere, militan laiklik ve tek parti alışkanlıklarından göreceli de olsa vazgeçmek zorunda bırakmıştır. Bölümün ikinci kısmını ise DP’nin iktidar partisi olarak icraatları incelenmiştir.

Çok Partili Siyasi Hayat: CHP, Demokrat Parti ve 1946 Genel Seçimleri

Normal olarak 1947 yılında yapılması planlanan genel seçimler, DP’nin büyümeden kundağında boğulması için bir yıl erkene alınarak, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılmıştır. Erken genel seçim kararı alınmasından sonra, DP'nin merkez karar organları başlangıçta, CHP’nin genel seçimleri erkene almasından dolayı seçimleri boykot etme taraftarı görünmüşse de, partinin taşra örgütlerinin seçime girilmesi yönünde baskı kurması, mecliste temsil edilmeme korkusu ve hükümetin seçimlerin tarafsız yapılacağı yönünde güvence vermesiyle seçimlere katılma kararı alınmıştır.

Seçim kararının alınmasından hemen sonra da, 5 Haziran 1946’da kabul edilen 4918 sayılı yasaya göre, iki dereceli seçim sistemi, dünya siyasî tarihinde ender görülen “açık oy gizli sayım” ve “sayımdan hemen sonra seçmen pusulalarının yakılması” şeklinde karar alınmıştır. CHP ayrıca, yeni yasalar uyarınca DP’nin seçimlere katılmayı reddetmesi halinde de partinin kapatılması tehdidinde bulunmuştur.

Böylece CHP’nin nasıl çok partili siyasal hayat istediği belli oluyordu. Böyle bir sistem, aslında 2500 yıl önceki Aristo zamanındaki beş bin nüfusun üç binini dışlayan iptidai demokrasi sisteminden de gerideydi

Böylece seçim süresini bir yıl erkene alan İnönü ve CHP’nin, erken bir zafer kazanmak istediği belli oluyordu. Çünkü seçimlere iki-üç hafta kala dahi DP, Türkiye’nin ancak 41 ilinde ve 200 ilçesinde örgütlenebilmiştir. Örneğin, 27 yıllık Devlet CHP bütün ülke sathında, hatta köylere kadar teşkilatlanmışken, DP’nin Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çoruh, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt ve Van’da örgütlenemediği gerekçesiyle bu illerde seçimlere dahi katılamamıştır.

24 Temmuz’da açıklanan seçim sonuçlarına göre, seçimlere katılma oranının % 85 olduğu ve 465 milletvekilinden CHP 395’ini kazanırken; DP 271 adaydan 64 milletvekili çıkarabilmiştir. 6 da bağımsız milletvekili meclise girmeyi başarmıştı. İstanbul’daki 27 milletvekilinden 18’ini alan DP, daha çok büyük şehirlerde kazanmış, CHP ise kırsal kesimde daha fazla oy almış görülüyordu. Böylece, “Seçimleri DP kazanırken, mazbataları CHP almıştı”. Celal Bayar, seçim sonucunda; seçimlere fesat karıştırıldığını, millî iradeyi yansıtmayan bir sonucun ortaya çıktığını, hükümetin sahte evrak bastığı, oy pusulalarında tahrifat yaptığı ve halkın baskıya uğradığını belirtmiştir. Seçim sonuçlarının gizli sayımdan sonra hemen yakılması, bu iddiaları doğruladığı gibi ilerde olabilecek yasal sorumluluktan kurtulmayı hatırlatmaktadır ki bugün 1946 yılının seçim sonuçlarına sağlıklı bir şekilde ulaşamıyoruz. Bu Türk Siyasal Hayatı için yüz karasıdır.

Seçim sonuçları üzerinde en çok tartışılan konulardan biri de “açık oy gizli tasnif” yöntemi olup, Sarol’a göre “tarihin hafızasına kezzapla yazılan” bir seçim olan 21 Temmuz 1946 seçimlerinin nasıl bir havada cereyan ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biri İstanbul’daki seçim sonuçlarıdır. CHP’nin alışılmış seçim hilelerine karşı meraklı bir yönetici olmayan dönemin İstanbul valisi Dr. Lütfi Kırdar, seçim sonuçlarını Ahmet Emin Yalman’a şöyle açıklamıştır:

İstanbul’da seçimi DP büyük farkla kazandı. Nitekim daha sayım tamamlanmadan, farkın kapanması ihtimali olmadığı için, durumu basına duyurdum. Ancak olaylar bundan sonra gelişti ve beni çok güç bir noktaya getirdi. Halk Partisi Merkezi, Recep Peker Grubu gibi ağır toplarının İstanbul listesinde olduğunu, bunların seçimi kaybetmelerinin partiyi çok vahim bir çizgiye getireceğini ve ne yapıp yapıp beş altı milletvekilinin kurtarılması gerektiğini bana bildirdi. Partinin tutumu kesin! İstanbul Parti Müfettişi de seçim sonuçları üzerinde direniyor! Yapacağım iki şey var: Biri, partinin teklifini reddetmek, diğeri partinin teklifini yumuşatarak hem halk partisinin hem DP’nin 16 milletvekilliğinin yok edilmesini önlemek. Çünkü dirensem, halk partisi benim yerime hemen bir vali tayin yapacak ve seçimleri istediği biçime sokacaktı. Yerimde kalmak suretiyle seçime müdahalenin büyümesine engel oldum ve DP’nin 6 milletvekilliği kaybıyla bilânço kapandı.

Seçimden sonra DP taraftarları birçok yerde gösteri düzenleyerek durumu protesto ederken; CHP ise, seçim sonuçlarını eleştiren gazetelere savaş açmış, İstanbul merkezli gazeteler bizzat İsmet Paşa’nın emriyle susturulmuştur.

Seçimler İstanbul ve Ankara gibi yerlerde CHP’nin inisiyatifinde yapılırken, ancak taşrada adeta Anadolu’nun inadı tutmuş halkı Ankara veya İstanbul gibi haksızlığı alkışlarla protesto etmiyordu. Mersin’in adı gibi Arslanköy köyünde muhtarlık seçimlerinde (Ankara Çubuk ve Isparta Senirkent’te de), CHP’li eski muhtara karşı köy halkı, muhtarın seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle ayaklanır ve seçim sandığına el koyarlar. Halk, jandarmanın gelmesine rağmen sandıkları vermeyince jandarma ile köylüler arasında arbede yaşanır. Sonuçta bütün köy, 92’si sanık ve 100’u şahit olmak üzere, davalık olur.

14 Mayıs 1950 Öncesinde CHP’nin İcraat ve Vaatleri

DP’nin kurulmasından sonra, CHP tek partinin ve parti devlet bütünlüğünün verdiği rahatlığı hızla terk etmeye başlamıştır. 10 Mayıs 1946 tarihinde toplanan II. CHP Kurultayında, CHP kurucuları yeni durum karşısında politikalarını gözden geçirmek zorunda kalırlar. Öncelikle CHP II. Kurultayında “değişmez genel başkanlık kaldırılmış, yerine dört yıllık süreler için partili milletvekilleri içinden ve Büyük Kurultay tarafından seçilmesi kararına bağlı değişebilir genel başkanlık sistemi getirilmiş, tek dereceli seçim usulü benimsenmiş, sınıf esasına dayalı dernekler ve örgütler kurulabileceği kabul edilmiştir”.

Bu dönemde halkın sevgisini kazanmak için dinî, siyasî girişimlerde bulunmuştur. Nisan 1947’de, Millî Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, din tedrisatı için bir kanun tasarısı hazırlamaya başlamıştır. Mayıs 1947’de CHP, dinî tedrisatı yapan özel okulların açılması yönünde kanun hazırlamaya başlamıştır. Temmuz ayında da CHP Divanı’nda kabul edilen dinî tedrisat kanunu ile dinî eğitim yapacak dershanelere izin verilir.

Din hususunda yapılan faaliyetin halkta CHP lehine olumlu tesir sağlaması için, 3 Temmuz 1947 tarihli Son Telgraf Gazetesi, baş sayfada, “Türkiye’de İslâm Dini Tedrisatı” haberine göre, CHP’nin yeni siyasî süreç karşısında pozisyon almaya başladığı görülmekteyse de ülkedeki siyasî ortam hâlâ demokratik Batı ülkeleri ölçüsüne göre, çok uzak bir noktada bulunmaktadır ki; CHP’nin siyasal kimliğini yeniden belirleyen III. Kurultay olmuştur.

III. Kurultay, 17 Kasım 1947’de Ankara’da yapılmıştır. Kurultay’da CHP’nin programı ve ideolojisi devrimci olmaktan çıkarılarak daha mutedil bir hale getirilmiştir. Sosyal meselelerde Kurultay ortanın sağında bir konum almış, Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin çalışma düzenleri değiştirilmiştir. Parti tüzüğünde değişiklik yapılmış, Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı ayrılmış, illerde valilerin CHP Başkanı olmalarına son verilmiştir. Ayrıca Parti programının laikliği tanımlayan maddesi değiştirilmiş, 1935’te kabul edilen programda, laiklik; “dinî düşünceleri dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmak” olarak tanımlanıyorken, bu kurultayda “siyaset” kelimesi çıkartılarak kavram, “din ve devlet/dünya işlerinin birbirinden ayrı olması” koşuluna indirgenmiştir. Bu Kurultay’da yapılan değişiklik ve alınan kararların önemli bir kısmı laiklik ve din alanında olmuştur. Aralık 1947’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi önemli miktarda artırılmış ve Diyanet İşleri Başkanlığının murakabesi ile bir dergi çıkarılmasına karar verilmiştir. 11 Şubat 1948’de CHP Grubu’nda, imam hatip mektepleri teklifi için bir komisyon kurulmuştur. Şubat 1948’de Fatin Gökmen, imam hatip okullarının tekrar açılması için bir kanun teklifi vermiş ve CHP Grubu’nda görüşülmeye başlanmıştır.

1949 yılında da birçok ilde (İstanbul, Afyon, İzmir, Ankara, Isparta, Kastamonu, Seyhan, Trabzon ve Urfa) imam hatip kursları açılmış, Millî Eğitim Bakanlığı, bu kursların ortaokul muadili, iki yıllık meslek okulları haline getirilmesine karar vermiştir. 16 Şubat 1949’da ise ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında din dersi okutulmaya başlanmıştır. İlahiyat Fakültesinin açılması için 30 Şubat 1949’da kanun hazırlanmıştır.

Tarih ve din büyüklerinin türbelerinin ziyarete açılması, ibadet ve ayinlerin serbestçe yapılması, haftada bir saatlik de olsa, seçmeli din derslerinin ders programlarına konması, CHP’nin din eğitimine önem verdiğini belirten bir maddenin parti programına konması, yeniden İmam-Hatip Okulları ile bir İlahiyat Fakültesi açılması için ilke kararı alınmıştır. Bu dönemde unutulmaya yüz tutmuş şaibeli ve idamlarıyla meşhur İstiklal Mahkemeleri de yürürlükten kaldırılmıştır (4 Mayıs 1949).

21 Nisan 1950’de Yavuz Sultan Selim’in türbesi halka açılır. Mehmet Ali Aybar’a göre, “Allah’ın adını asla sebepsiz yere anmayan kararlı bir laisist olan İnönü ve CHP, bugüne kadar devrimciliği ve laikliğiyle övünen bu parti (CHP) selameti, hayatının en kritik döneminde dini kucaklamakta bulmuştu”.

Bu arada DP’nin yıllardır çok istediği ve başardığı Türk Siyasal Hayatına en büyük katkısı olan seçim kanununda değişikliğe gidilmiştir. 7 Şubat 1950’de Meclis’te görüşülmeye başlanan seçim kanunu, “gizli oy, açık tasnif, seçimlere her türlü yargı güvencesi ve muhalefet partilerine de radyoda propaganda yapma imkânı verilerek”, 5545 No.lu Milletvekili Seçimi Kanunu 16 Şubat 1950 tarihinde kabul edilmiştir. Böylece DP’nin istediği tüm şartlar kabul edilmiş oluyordu.

14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri için DP’nin Seçim Propagandası

1950 seçimleri Türk siyasî tarihinin en önemli seçim propagandasına sahne olmuştur. İlk defa halkın ayağına giden siyasetçiler halkın “bir oy’u” için bile dişe diş; göze göz mücadele etmişlerdir. DP’nin seçim kampanyası, esas olarak iki temel üzerine inşa edilmişti. Bunlardan birisi CHP’nin din üzerindeki baskısıyla ilgiliydi. DP, din özgürlüğünü güvence altına alacağına söz verdi. İkincisi ise ekonomi üstündeki ezici devlet denetimine ilişkindi. DP, ekonomiye devlet müdahalesini azaltacağını, devlete ait işletmeleri özel kesime aktaracağını, köylünün emeğinin tam karşılığını ödeyeceğini; tutucu ve bürokratik devlet anlayışının tasfiye edileceğini, özel sektörün destekleneceğini, batı demokrasilerinin örnek alınacağını, siyasî rejimin demokratik bir zihniyetle yeniden düzenleneceğini, milletin esas alınacağı ve sadece millete mal olmuş devrimlerin korunarak son sözün millete ait olacağını vurgulamıştır.

Demokrat Parti, Genel Başkan Celal Bayar’ın şu bildirisi ile seçim çalışmalarına başlar.

İktidara geldiği takdirde partimizin millete mal olmuş inkılâplarımızı ve geçirmekte olduğumuz son inkılâbın elde edilmiş neticelerini mahfuz tutmayı ilk ve en mühim vazife sayması pek tabiidir. Bu maksatla Anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerini ve millet iradesine dayanan istikrarlı bir devlet nizamını teminat altında bulunduracak esaslı tadiller yapmak kararındayız. Çünkü bugünkü Anayasamız, millet hâkimiyetini kabul etmesine rağmen, kuvvetler birliği esasına dayandığı ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kâfi teminat altında bulunduracak müeyyidelerden mahrum olduğu için, millet hâkimiyeti yerine, tek parti ve zümre hâkimiyetine mani olamamıştır. Yine memlekette istikrarı teyit ve vatandaş haklarını teminat altında bulundurmak bakımlarından tam istiklâle kavuşturmak azminde olduğu bir adalet cihazı yanında, idarî cihazın da iktidar değişmesinin tesirlerinden masun ve yalnız kanun emrinde ve milletin hizmetinde bulunmasını zaruri görmekteyiz. Şarkta, garpta, şimalde, cenupta; din, mezhep, sınıf farkları gözetmeden bütün vatandaşların hak ve hürriyetlerini ve maddî ve manevî yükseliş imkânlarını müsavi surette temin etmek, memleketi iktisadî ve kültürel bir bütün haline getirmek suretiyle, millî birliği en kuvvetli bir şekilde gerçekleştirmek mukaddes gayemizdir. 14 Mayıs seçimlerinde milletin yüksek iradesiyle iktidara geldiğimiz takdirde, bu gayeye varmak için, programımızın esasları dairesinde nasıl bir yol tutacağımızı umumî çizgileriyle vatandaşlarımıza izah etmiş bulunuyoruz. Söz Milletindir!

DP, CHP’yi öylesine sıkıştırıyordu ki, CHP seçim süresince tekrar seçilmesi halinde varlık sebebi olarak gördüğü “Kemalizm’in altı ilkesi”ni bile anayasadan çıkarmayı vaat etmişti. DP ise halka, “Kurnaz Tilki” İsmet Paşa’nın ülkenin başında kalması halinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini, CHP ve Devletin birbirinden farklı (şeyler) olduğunu söylüyordu.

Köylünün kendi köy yaşamını küçük görmeye başladığı bir dönemde, DP seçim kampanyaları, söz konusu yaşam tarzının küçük görülecek bir şey olmadığını aşılamak için devreye girmiş ve böylece DP, İslâmiyet’i ve kırsal değerleri resmileştirmiştir. Böylece sadece dört yıl içinde CHP’nin Cemaziyelevveli’ni bilmeyenler neredeyse CHP’yi muhafazakâr bir parti olarak görecekti. Oysa halk CHP’nin kimlik ve kişiliğini 27 yıllık iktidarında çok iyi biliyordu ve oyunu, son kurşun gibi saklıyordu. Ezanın Arapça da okunabileceğini söyle Menderes.

Türk siyasal hayatında ilk kez sıradan bir demokrat ülke standardında, 14 Mayıs 1950’de hâkim teminatı altında gizli oy, açık tasnif usulü ile ilk çok partili genel seçim yapılmıştır. Seçime katılma oranı % 89,3 ile Cumhuriyet devrinin rekor düzeyindeydi. DP, 487 milletvekilliğinin 408’ini kazanırken; 27 yıllık tek parti iktidarının sahibi olan CHP ise ancak 69 milletvekili kazanabilmiştir. MP sadece Kırşehir’den lideri Osman Bölükbaşı’yı çıkarmıştır. Ayrıca 9 tane de bağımsız milletvekili kazanmıştı.

Büyük bir başarıyla tamamlanan seçimlerden birkaç gün sonra, iktidara gelen DP, bundan sonra yapılan iki genel seçimi daha kazanarak, 10 yıl kesintisiz iktidar olarak, Adnan Menderes’in başbakanlığında beş hükümet kurmuştur.

Millet henüz, siyasal olgunluğa erişmediği için tercih ettiği siyasal partilerin kapatıldığı resmî görüşe karşı rüştünü ispatlamıştı ama CHP muhalefete henüz hazır değildi. İktidarı DP’ye devrettirmek istemeyen bazı Generaller ise, İnönü’ye iktidarı devrettirmek istemiyorsa kendilerinin var olduklarını beyan etmişler ve adeta demokrasinin üzerine şal atmaya hazır olduklarını ısrarla vurgulamışlardı.

Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi birbirinden çok farklı kesimler için tarihî bir dönüm noktası ve gerçekten bir “kansız ihtilâl’di” ve “Nedeni ne olursa olsun, bu politik bir İhtilali’dir… Bu, çeyrek yüzyıl milletin kaderine egemen olmuş bir partinin, seçim yoluyla iktidardan indirilmesidir.” Menderes’in en yakınındaki isimlerden Dr. Mükerrem Sarol’a göre, Demokrat Parti’nin iktidara gelişi şöyle olmuştu: Otuz yıldan beri devleti elinde tutan ve iki muhalefet partisinin başını yiyen Cumhuriyet Halk Partisi tepe taklak oldu. Demokrat Parti, bütün yurtta seçimleri kazandı. Bu rahmetli Refik Koraltan’ın o günlerde söylediği gibi tam bir “Beyaz İhtilâl” idi. İhtilâlciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştur…

Menderes, ya hep ya hiç şeklinde olan ve CHP’nin lehine işleyen seçim sistemine rağmen seçimleri mucizevî bir farkla kazanınca, ilk yorumu “Ebu Cehil gibi kazdıkları kuyuya düştüler!” şeklinde olmuştur. İnönü’nün tepkisi ise tıpkı bugünkü CHP gibi “halk aldatılmıştı”. Milletin DP tarafından 1950’ye kadar geçen zaman içinde aldatıldığını, 14 Mayıs’ta ve daha sonraki tüm seçimlerde de milletin aldanma duygusuna kapılarak DP’yi iktidara getirdiği ifadesi, CHP’nin ana politikası olmuştur.

CHP’li gazeteci Cüneyt Arcayürek’e göre “14 Mayıs’ta aldatıldığı söylenen millet, bir yıl sonra yapılan milletvekili ara seçimlerinde, yerel seçimlerde de (1954 ve 57 seçimlerinde) DP iktidarından oylarını esirgemediğini” itiraf edecekti. Menderes ise “Şüphe yok ki; 14 Mayıs, bir devre son veren ve yeni bir devir açan, müstesna ehemmiyette tarihî bir gün olarak daima anılacaktır” sözlerinin devamında: Halk Partisi (CHP) olan bitenin layıkıyla farkında değildir ve hadiseyi alelade bir hükümet değişikliğinden ibaret sanmaktadır. Hâlbuki 14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette büyük bir inkılâbın en büyük merhalesi aşılmıştır. Tarihimizde ilk defa olarak, millet iradesiyle iktidara gelen bir partinin ilk hükümetinin birinci vazifesi şüphe yok ki, kapanmak üzere bulunan devrin kısa bir muhasebesini yaparak memleket işlerinin ne halde devir ve teslim alınmakta olduğunu umumî efkâra açıklamaktadır.

Bu anlamda aradan 42 yıl geçtikten sonra ve tarihimizde ilk kez halkın oyuyla iktidara gelen Demokrat Parti, bu sürecin karşısında, devrimin karşıtı olmayıp karşı devrimdir. Şevket Süreyya AYDEMİR Demokrat Parti’nin 14 Mayıs zaferini Beyaz İhtilal olarak görür ve şöyle der: Türkiye’sinde hem de normal seçimler yolu ile sular dalgalandı. Suların dibinden suların yüzüne yeni insanlar, yeni davalar çıktı. Evet, yeni insanlar ve yeni davalar. 1923’ten beri süre gelen nizam-ı âlem başka bir nizam-ı âleme döndü. Bu bir ihtilâl mi idi? Bu inkılâp mı idi? (…) Bu seçim zaferine derhal geniş manalar verdiler: Beyaz İhtilâl… Bütün inkılâpların en önemlisi 14 Mayıs İnkılâbı’dır! Eh! Gidenler de ihtilâller, inkılâplar yolu ile gelmemişler miydi? (…) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Türkiye’de olan acaba bir Beyaz İhtilâl miydi? Sanıyorum ki evet…

14 Mayıs 2023 Öncesinde Millet İttifakının Vaatleri

  • Erdoğan’ın düşürülmesi
  • İstanbul sözleşmesine dönülmesi,
  • Başkanlık yerine Güçlendirilmiş Parlamenter sistemine dönülecek
  • Kanal İstanbul yapılmayacak
  • Hukuk, adalet yargı ve Kamu Yönetimi Reformu (?)
  • Yolsuzlukla mücadele, şeffaflık ve denetim
  • Bilim, Ar-Ge, yenilikçilik, girişimcilik ve dijital dönüşüm
  • Bakan yardımcılıklarına ve Kayyum uygulamasına son verilmesi
  • TBMM’de bir yolsuzlukları araştırma komisyonu kurulması
  • Siyasi Etik Kanunu’nun çıkarılması
  • Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü’ne taşınacak, saraylar halkın kullanımına açılacak
  • Cumhurbaşkanlığına kayıtlı uçakları satıp orman yangını için uçak alınacak
  • YÖK kaldırılacak, ilk ve ortaöğretim yeniden yapılandırılacak
  • Bilişim ve Yenilikçilik Bakanlığı
  • LGS'yi süreç içinde kaldırılacak,
  • Üniversiteye girişte yılda bir defa yapılan sınav yerine çoklu sınav imkânı sunacağız.
  • Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin sözleşme detayları gözden geçirilecek
  • İstanbul Atatürk Havalimanı’nın yeniden uçuşa açılması
  • Kalıcı yaz saati” uygulamasına da son verilecek,
  • LGBT serbest bırakılacak ve Cinsiyet eşitliğini esas alarak parlamento, yerel yönetimler, siyasi partiler ve kamu kurumlarında kadınların karar ve yönetim süreçlerine katılımını destekleyecek, kadın temsilini artıracak, kadın haklarının korunmasını öncelikli tutan bir politika izlenecek,
  • Kadın hijyen ürünleri üzerindeki vergi yükü azalacak ve 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde kamu ve özel sektörde çalışan kadınların idari izinli sayılacak,
  • Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini sağlanacak (?),
  • Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde ilgili ülkelerle tam diyalog içerisinde çalışılacak,
  • İsrail-Filistin arasındaki sorunlara çözüm bulunması için ilgili taraflarla görüşülecek,
  • Gayrimenkul alımı karşılığı vatandaşlık almalarına izin vermeyeceğiz
  • Ayasofya tekrar müze olacak,

Yani yeni bir şey yok ve biz AK Parti’nin 20 yıldır yapmadığı şunları yapacağız değil de sadece ortadan kaldıracağız. Mesela Kürtçe resmi olacak mı? Gibi bir sorunun cevabı yok.

Cumhur İttifakı

Depremden sonra “Yüzbinlerce binayı bir yılda yapacağım” diyen Cumhur İttifakına hayır olamaz diyen olmadığı gibi halk yaptıklarını teminat olarak görüyor ve inanıyor. Maddeler kısa ve net görülüyor:

  • Yeni Anayasa
  • Türkiye Yüzyılı
  • Nükleer Enerjiyi kullanabilen ve askeri ekonomide bağımsız olan
  • Milli Araba (TOGG)
  • Hem Batı hem de Doğu
  • Ulaşım ve İletişimde Bağımsız Ülke

Türkiye’nin siyasi hayatında, Hak ve Batıl gibi birbirine rakip iki siyasi ana damar bulunmaktadır. Bunun başlıca sebebi siyasi düşünce tarihimizin Batı’yla farklılığıdır. Bu anlamda, Batı’da İngiltere ve Fransa örneğinde de farklıdır. Fransa devrimci, merkeziyetçi ve saf akıl ve bilimci iken İngiltere evrimci, sezgilere de güvenen, âdemi merkezi ve muhafazakârdır. İngiltere’de bir anayasa yoktur ve monarşi halen devam etmektedir. Bu anlamda eğer, 1908 darbesini Prens Sabahattin kazansaydı biz de Fransa’dan çok İngiltere’ye benzeyebilir ve kanaatime göre İngiltere, Fransa’ya göre bize daha bir rol model olurdu. Ahmet Rıza ve II. Abdülhamid üzerinden okuma yapılacak olursa bir taraf, “tek yol Avrupa ve tek rol model Batı’dır derken, diğer taraf da tek yol İslam ve/ya Osmanlıdır” diyor. Bu nedenle, söz konusu vatan ise gerisi teferruattır diyen ve Batı’daki gibi birbirini tamamlayan siyasi bir parti hayatı yoktur bizde. HDP’nin CHP liderliğindeki ittifaka destek vermesi ve HÜDA PAR’ın AK Parti liderliğindeki Cumhur İttifakına destek vermesi böyle okunabilir SP ve GP’nin Millet ittifakında yer almasını sadece duygusallık ve şahsi düşünce olarak okunabilir.

Bunun başlangıç noktası ise bir asırlık tereddüt ve geri dönülemez kurtarma reçetesi olan Tanzimat Fermanı (1839)’dır. Kadim düşmanından gelen kurtarma reçetesi olan Fermanı’nın başka yerde ve tarihte benzeri yoktur. Çin, Japonya ve Rusya da bizimle aynı dönemde aynı yola girdiler ve ikisi devrimlere rağmen varlığını sürdürmekte iken Japonya atom silahıyla mankurtlaştırıldıysa da İmparatoru ve alfabesi devam ediyor. Bizden de oldukça iyi durumdalar. Biz ise hücrelerimize kadar parçalandık ve yaşamak için Şahımızı dahi bu ayın başında Avrupa sokaklarında sefil yaşayacaklarını bile bile 99 yıl önce kovduk. Kadınları Fransa ordusunda bulaşıcılık yaptı, Vahdettin’in naaşı borcundan dolayı kaldırılamadı San Remo’da. Marşını besmele gibi okuduğumuz adam gibi adamı bile sürgüne gönderdik ve geldiğinde bir ajan gibi takip ettik ve yoksulluk içinde öldü. Bu, hiçbir yerde benzeri olmayan bir darbedir.

aaaasss.jpg

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç “savaşı, ölünce değil düşmanınıza benzediğinizde kaybedersiniz” der ve biz maalesef mankurt derecesine düşürülmek için özellikle medya, siyaset, eğitim ve ekonomi merkezli yumuşak güç unsurlarıyla siyasi düşünce olarak Avrupa’ya cebren ve hileyle benzetildik. Bu nedenle en mükemmel ve ilk Batılı siyasi partimiz olan İttihat ve Terakki Partisi, batılı değerlerle iktidara getirildiğinde bu, on yıl içinde, isminin tersine olarak yani dağılma ve gerileme olarak kadim düzenimizin mezarlığı oldu. Umarım 6+1 Masası aynı olmaz ve bizde de Saddam’ın heykeline ilk balyozu indiren Iraklı Ciburi gibi pişman olmayız inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Arşivi