20.YY’IN BAŞINDA ANADOLU’DA YAŞANAN SOYKIRIM OLAYLARI
23 Temmuz 1908 yılında II. Abdülhamid’in Avrupa destekli, İttihat ve Terakki örgütü tarafından devrilmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu önce Balkanlar ardından, Ortadoğu’da kısa sürede ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri bir yıkım yaşanmıştır.
Libya’nın işgali, Balkanlar faciası ve I. Dünya savaşının başlamasıyla birlikte Anadolu’da nüfusları az olan Yahudiler arka planda ABD’ye, Rumlar İngiltere’ye, Ermeniler Rusya’ya, Müslüman Kürtler de son çare olarak Osmanlıya dayanmışlardı. Savaşın sonuna doğru, Osmanlı İmparatorluğunun Devlet otoritesinin kaybolmasıyla da Anadolu’da korkunç katliamlar yaşanmıştır.
Bu süreç Almanya’nın oyunbozan bir yayılmacı siyasetiyle, kısa sürede I. Dünya Savaşına dönüşmüştür. 1900 yılından itibaren koyunlar can derdinde kasaplar ise et derdindeydi. Maalesef bu süreçte en çok acı çeken halklar, hem stratejik konumu (Kızıldeniz, İstanbul, Akdeniz… gibi) hem de ekonomik değeri paha biçilemeyen (petrol) bir merkezde olan Osmanlı sonrası Ortadoğu halkları (Kürtler, Türkler, Ermeniler, Acemler ve Araplar) olmuştur.
1914 yılında başlayan ve dört yıl süren I. Dünya savaşında milyonlarca insan öldü. Ölüm, sürgün ve yollarda kaybolan on binlerce insanla, Anadolu bu kanlı savaşın en korkunç sahnesi oldu.
Soykırım Tanımı ve Unsurları
Uluslararası Hukuka göre, Soykırım, “ırk katliamı” anlamına gelen genocide (jenosid) kavramının Türkçe karşılığıdır. Bir kavram olarak ilk defa Polonyalı Yahudi asıllı Raphaël Lemkin tarafından, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda uyguladıkları politikaları tanımlamak için kullanılmıştır.
Birleşmiş Milletler, 1948 yılında “Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Anlaşması’nda” soykırımı resmen uluslararası bir insanlık suçu olarak tanımıştır. Bu anlaşma ile aşağıdaki beş kategoriye giren “millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen imha maksadıyla” işlenen eylemler, soykırım unsuru sayılmıştır.
- Gruba mensup olanların öldürülmesi;
- Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
- Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
- Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
- Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek
Bu maddelere bakılacak olursa Anadolu’da 1914-1920 yılları arasında yaşanan gerek otorite boşluğu gerekse dış güçlerin kışkırtmasıyla milyonlarca en hafif tanımıyla soykırıma uğramıştır.
I-) 20.yy’da Anadolu Nüfusu
Osmanlı Devleti’nde XVI. Ve XVII yy’larda, Müslüman nüfus % 60, gayr-i Müslüm nüfus ise % 40 civarında olup, 35 milyon civarında insan yaşamaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nda modern diyebileceğimiz sayım ve kayıt sistemi 20. yüzyılın başında gerçekleşmiştir. 1905 tarihinde yapılan bu kayıt sistemi günümüze kadar gelen nüfus kayıt sisteminin de esasını oluşturmuştur. 1905 sayımı, imparatorluğun Rumeli, Anadolu ve Suriye topraklarında yapılmıştı. Bu bölgeler, 18’i vilayet, 18’i de doğrudan merkeze bağlı sancaklardan olmak üzere 36 ana birime ayrılmış haldedir.
Örneğin, 1830 sayımına göre, Osmanlı Anadolu ve Rumeli'sinde 4.000.000 civarında erkek nüfus mevcuttur. Bu 4.000.000 erkek nüfusun 2.100.000'i Müslüman, 400.000'i Hristiyan olmak üzere 2.500.000'i Anadolu da; 800.000'i Hristiyan, 500.000'i Müslüman bir kısmı da Yahudi ve Kıpti olmak üzere 1.500.000'ini Rumeli'de yer almıştır.
1877-78 Osmanlı Rus savaşında Bulgaristan’ı işgal eden ve Erzurum’a kadar gelip Doğu Anadolu’yu işgal eden Ruslar, Batı’da kendilerine Balkanların öncüsü olacak bir Bulgaristan (Yunanistan’ı İngiltere’ye kaptırmıştı) ve Doğu’da Ermenistan kurmak istediler. Bu amaçla Rus ordusu ve Bulgar çeteleri yaklaşık olarak 300 bin Müslüman Türkü öldürdü, bir milyona kadar insanı da yerinden etti. Bu sürece karşı 1880 yılından itibaren II. Abdülhamid, Devletin Müslüman coğrafyasında Hamidiye Alaylarını kurmaya başladı. 1914 yılı istatistik verilerine göre, imparatorluğun sayıma tabi tutulan bölgelerindeki nüfusun toplam miktarı 18.520.016’dır. Bunun 15.044.846’sı Müslümanlardan, 1.161.169’u da Gregoryen Ermenilerden oluşmaktaydı.
II.) Anadolu’da Yaşanan Soykırımlar
Birinci Dünya savaşı sırasında ve sonrasında Osmanlı Devlet otoritesinin çökmesi sonucu, yüzlerce yıldır içiçe yaşayan halklar arasında sömürgeci güçlerin kışkırtmalarıyla, korkunç katliamlar yaşanmıştır.
Batı Anadolu’da Yaşanan Müslüman Soykırımlar: İzmir ve Bursa
Yunanlıların 1821 tarihinde Mora’da başlattıkları isyan, uzun ve kanlı bir isyan olarak Dünya siyasi tarihinde yerini almıştı. Bu isyan 500 yıla yakın bir süre birbirinden çok farklı etnik unsuru, kendine has iç dinamikleriyle bir arada barış içerisinde yönetmeyi başarmış Osmanlı için “kendi içerisinden çıkan ilk kanlı isyan” hareketiydi.
İsyancılar, Türkleri katlederken “Hiç Türk kalmayacak ne Mora ne de Dünyada.” diye bağırıyorlar, ele geçirdikleri Türk ve Arnavutları minarelerden aşağı atıyorlardı. İngiliz tarihçi W. Allison Philips’e göre Türklerin katliamı savaş zamanlarından rastlanan bir durum olarak kabul edilemezdi. Çetelerce alınıyor ve öldürülüyorlardı. Tek istisna az sayıda kadın ve çocuğun köle olarak tutulmasıydı.
Tarihçi Justin McCarthy’ye göre sadece Mora Yarımadasında yer alan Tripoliçe Katliamında üç günde öldürülen Türk sayısı 35.000’den fazladır. Tarihçi McCarthy ise Yunan Bağımsızlık Savaşı’nı anlattığı “Ölüm ve Sürgün” isimli eserinde, katliamın boyutlarını şöyle anlatmıştır: “Üç gün boyunca Türkler, cinsiyet ve yaş gözetilmeksizin bir vahşiler güruhunun şehvet ve zulmüne terkedildiler. Kadınlar ve çocuklar öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Öldürülenler çete reisinin geliş yoluna bir halı gibi serilmişti. Kıyım öylesine büyüktü ki, çetenin başındaki Kolokationes “Atımın ayakları yerlerdeki cesetlerden dolayı neredeyse hiç yere değmedi.” Diyordu. Bu katliam süreci 1922 yılına kadar Anadolu’ya kadar uzanır ve “Türklerin Küçük Asya’dan atılması” hedefiyle uygulanır.
1918 yılında Osmanlının yenilmesiyle birlikte kısa sürede Yunan ordusu Anadolu’yu işgal eder. İşgal halkta soykırım ve kıtlık derecesine gelir. I. Dünya Savaşı ve onun da öncesindeki savaşların etkisi ile sefalet içine düşmüş bulunan halk, Yunanlı ve yerli Rum azınlıkların, işgal dönemi boyunca uyguladıkları politika ile tamamen bir kıtlık içine sürüklendiler.
Fatih Rıfkı Atay’ın anlattığı olay durumun vahametine örnek oluşturmaktadır: “-Ahali parasız, yiyeceksiz ve hayvansızdır. İlk geldiğim gün sokaklarda bir adamın dilsiz gibi bana işaret ettiğini gördüm. Meğer açlık ve susuzluktan sesi çıkmıyordu. Bu adam emekli bir miralaydı….”. Bursa, İzmir, Aydın ve Kütahya’da Yunanlıların sebep oldukları menkul ve gayrı menkul zararı yaklaşık olarak, bir milyar (eski rakamla 1 katrilyon) lira civarındaydı.
Yunanlıların yaptıkları vahşet ve zulümleri örnekleyecek olursak; “Söke havalisinde bulunan 10.000 göçmenin 500’den fazlası açlık ve mahrumiyetten öldü. Kalanlar da camilerde, karakollarda ve viranelerde barınmaya çalışarak ölüm ıstırabı içinde kıvrandılar. Yiyecek bulamayan bu zavallılar yabani ot yediler. Bu elim manzara içinde Türk Subaylar, Kızılhaç’ın yardım işinde kendiliklerinden vazife aldılar. Bazı Avrupa milletlerinin yardım işlerinde gönüllü çalıştılar. Buna rağmen açlık ve sefalet içinde kıvranan halkın ıstırabı günden güne artmaktaydı“. Baştan sona yakılan İzmir, Aydın, Afyon diğer il ve ilçeler hesaba katıldığında, Batı Anadolu’da yaşanan Yunan işgali sonucu, maddi ve manevi açıdan soykırımın tüm unsurları uygulanmıştır.
Doğu Anadolu’da Yaşanan Müslüman Soykırımlar
II. Abdülhamid Osmanlı Devleti’nin aleyhine olan ve bağımsız bir Ermenistan devleti kurulmasına yol açacak olan reformları uygulamamıştır. Berlin Kongresi’nde belirtilen reformların yapılmaması Ermeni komitelerini harekete geçirdi. Esasen muhtar bir Ermeni devleti kurmak isteyen Ermeni komiteleri konuya Avrupa devletlerinin dikkatini çekmek ve Osmanlı Devleti’ne baskı yapmalarını sağlamak amacıyla 1894 yılından itibaren Zeytun, Sason, Bitlis, Muş, Van ve Erzurum gibi yerlerde ses getirecek eylemler yapmaya başladılar.
1894 tarihinde Ermeni komiteleri Ermenilerin yerleşik oldukları yerlerde genel bir isyan çıkarma hazırlıklarına hız verdiler. Bu gayretlerin sonunda Hamparsun Boyacıyan (Murat)’ın yönetimindeki Hınçak Komitesi, Sason Talori’de kanlı bir eylem meydana getirdi. Hınçak üyelerinin Behran ve Zadyan aşiretlerine saldırıp sürülerini yağmalayarak başlattığı hareket, kısa zamanda bir Kürt katliamına dönüştü. İsyanları durdurmak amacıyla yetişen düzenli askeri birlikler, 23 Ağustos 1894 tarihinde isyanı çok zor bastırdılar.
Zeytun’da 10 Ekim’de iki jandarmayı öldüren Ermeniler, 16 Ekim’de toplu bir şekilde isyan başlattı. Kasabanın telgraf tellerini keserek haberleşmeyi engelleyen yaklaşık 4000 Ermeni, hükümet konağı ve askeri kışlayı kuşattı. Burada kaymakamla birlikte 50 subay ve 600 askeri esir edip şehit ettiler. Bölgede yer alan Konsolosluk, Kilise ve Kolej bodrumları Ermeniler için birer kışla, silah deposu ve harekât merkezi görevi görmekteydi.
Bitlis’te 25 Ekim cuma günü Müslümanların cuma namazında oldukları sırada Protestan Ermeni okulundan çan çalınmak suretiyle verilen işaretten sonra dükkânlar kapatılıp yollara barikat kuruldu ve cami abluka altına alındı. Kürdler camiden dışarı çıktıklarında pusu kuran Ermenilerin ateşi ile karşılaştı. Asker ve sivil görevlilerin müdahalesi ile olay kısa sürede bastırıldı.
Bu dönemde Ermenilerin en kanlı eylemlerinden birisi Van’da gerçekleşti. 1896 yılının 14 Haziranı 15 Hazirana bağlayan gece, şehre bir buçuk saat mesafede devriye gezen askerlere bir Ermeni çetesi tarafından ateş açıldı. Yaşanan çatışmada 2 asker ağır şekilde yaralandı. Aynı gece bağlık kesimdeki Ermeni evlerinden açılan ateş, şehir içindeki Ermeni evlerine de sirayet etti. Bazı eşkıyaların Müslüman evlerine saldırması üzerine olaylar büyüdü. Bölgeye sevk edilen taburlar ve devriye müfrezeleri ile alınan tedbirler sonunda şehir içindeki olaylar kontrol altına alındı. Ancak şehir dışındaki Ermeniler isyana devam ettiler. Diğer katliamlardan bazıları Akdamar ve Alaca katliamları…
Doğu Anadolu’da başta Kürtler ve Türkler olmak üzere yüzlerce yıldır Ermeni, Süryani ve diğer halklar, 20. yy’ın başlarına kadar kardeşçe yaşamaktaydılar. Bölgenin demografik yapısı ortalama şu şekildedir: 1912 yılına ait Ermeni Nüfusu: Erzurum: 99.018, Bitlis: 108.358, Dersim: 13.050, Mamüretülaziz: 91.290, Diyarbakır: 45.291, Sivas: 111.856, Toplam: 467.863.
Bu arşiv kayıtları tarafsız ve doğru bir sayımın sonunda vali raporları ile ortay çıkmıştı ve herhangi bir endişeyi de taşımıyordu. Osmanlı Devleti’nde en yoğun Ermeni yerleşimi Doğu Anadolu Bölgesinde idi ve bu rakamlardan da anlaşıldığı gibi Ermeniler bu bölgede ortalama olarak nüfusun yüzde 20’sini teşkil ediyorlardı.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olduğunda açtığı ilk cephelerden birisi Doğu Cephesi idi. Bu cephede Rus birlikleri içerisinde 150.000 Ermeni gönüllüsü vardı ve bunların çoğu Avrupa sınırından transfer edilmişti. Çetelerin görevleri, Rus düzenli birliklerine destek olmak ve bu bölgede onlara öncülük etmekti. Gönüllü birliklerinin başında 1890 yılından itibaren Anadolu’da birçok isyan olayına karışmış Ermeni çete reisleri vardı. Çeteler bölgenin temizlenmesi için Rusların desteğiyle vahşette sınır tanımıyorlardı. Doğu Beyazid’te yaptığı katliamları bir Ermeni çetesi olan Vahram şöyle anlatıyor: “Basargeçer’de yaşlarına bakmadan Türkleri öldürdüm. Bunları durumlarına bakmadan yok etmek gerekir”.
1916 yılında Kafkaslardan Balkanlara kadar sivil halka korku salan Antranik ve çetesi Van ve Bitlis çevresinde yakmadık köy bırakmadılar, on binlerce Kürdü katlettiler. Antranik’in emrinde çalışan Arşak adlı Ermeni çete reisi de birliğiyle Erzurum ve Erzincan’da yapılanları Bayburd ve İspir kazalarında yaptı. Bu çete gruplarına Avrupa ve Amerika’daki Ermenilerden devamlı yardım geliyordu. Antranik ve çetesi Erzurum’dan kaçarken, yanan, harap olmuş bir şehir, 9.500 kadın, çocuk, ihtiyar ölü bırakarak kaçmışlardı. Şehirde bir tek ağaç bile bırakılmamıştı.
Tarihçi Ahmet Refik, Alman savaş muhabiri Paul Weitz, Avusturyalı gazeteci Dr. Stefan Steiner, Yüzbaşı Fahri Bey ve Almanya’nın eski Erzurum Konsolosu Edgar Anders’ten oluşuyordu. Bu heyet, 17 Nisan-20 Mayıs 1918 tarihleri arasında doğu vilayetlerini dolaştı. Heyette bulunan Ahmet Refik Bey bu seyahatle ilgili anılarında Doğu Anadolu’nun işgal sonrası durumunu İstanbul’a gönderdiği raporlarla şöyle belirtmiştir: “Erzurum’dan Karargâh-ı Umumi İkinci Şube Müdürü Seyfi Beyefendiye, Erzurum Ermeni mezaliminden harap bir haldedir. Ermeniler, Erzurum’dan çekilmezden evvel, 300 kadar İslâmı bir konağa doldurmuşlar, üzerine benzin dökülerek yakmışlardır. Konağın enkazı arasında olan yığınlarla insan cesetleri, parçalanmış insan beyinlerine tesadüf olunuyordu.”
Paul Weitz, Stefan Steiner ve Edgar Anders’in bu seyahat ile ilgili notları hakkında Ermenilerin, içlerini bu suretle yüzlerce İslâm doldurarak yaktıkları konaklar müteaddittir. Mezalimi idare edenler Antranik Çetecisi ile Fransız Miralayı Morel’dir. Erzurum dahilinde toplanan cenazelerin miktarı dört bindir. Bu meyanda birçok kadın ve çocuk da dâhildir. Ermenilerin yalnız Ilıcalar’da katlettikleri erkek, kadın ve çocuğun miktarı iki bine yakındır. Ermeniler ahaliyi evlere doldurup yaktıkları gibi yol yaptırmak bahanesiyle şehir haricinde de katletmişlerdir. Erzurum’dan bu suretle gaip olan 111 kişidir. Bu telefat beyanında köyler dahil değildir. 1914-1919 yılları arasında Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından Van, Bitlis, Muş, Trabzon, Erzurum, Sarıkamış ve Kars çevresinde toplam 363.141 kişinin öldürüldüğü Batılı konsolosluklar tarafından tespit edilmişti.
Osmanlının son Doğu Orduları Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Erzincan, Erzurum, Sarıkamış, Kars ve ötesini düşmandan kurtardı. Paşa’ya göre durum şöyleydi: “Şehirlerde üçte bir ahali kalmamıştı. Erzincan yakılmıştı. Özellikle Erzurum'da 50 bin, Van'da 45 bin, Kars'ta 17 bin, Iğdır'da 15 bin, Erzincan'da 13 bin, Diyarbakır'da 12 bin, Muş'ta 10 bin olmak üzere birçok yerde sivil ahali Ermeni çeteleri tarafından katledilmiş. Halk Ruslara yalvarıyordu. Ne olur bizi siz öldürün Ermenilere teslim etmeyin.”
Erzurum Rus İkinci Topçu Alayı Komutanı Yarbay Twerdo Khlebov, hatıratında ve çektiği telgraflarda, "bölgede Ermeni çetelerinin Müslüman ahaliye yönelik katliamları" bir belge niteliğindedir. '27 Şubat gecesi Ermeniler bana geldiler, Karskapı bölgesinde 3 bin Müslüman Türkü öldürdüklerini iftiharla beyan ettikleri zaman, masum, savunmasız insanların öldürülmesinin bir vahşet olduğunu' söylediğimde, bana 'Siz Rus’sunuz, Ermeni milletinin ideallerinden anlayamazsınız' diye cevap verdiklerini eserinde üzülerek ifade etmiştir. Khlebov, aynen 'Bizi Erzurum'daki görevimizden alınız. Ermeni eşkıyasının masum Türkleri öldürmesine seyirci kalmamız mümkün değil' diye telgraf gönderiyor." Kısaca 1890 yılından itibaren başlayan süreçte, Doğu Anadolu’da Rusların ve Batılıların desteğiyle soykırım yaşanmıştır.
a-) Ermeniler ve Soykırım
Ermeniler, Fatih Döneminden itibaren Osmanlı Devleti için güvenilmez Yunanlılara karşı özellikle mimaride yetenekli millet-i sadıka olarak görülmüşlerdir.
93 Harbi’nden sonra Doğu’da zayıflayan Osmanlı Devleti’nde, Rusların desteğiyle Yunan ve Bulgarların bağımsızlığa gitmeleri üzerine aynı yola Ermeniler de girmiş ve azınlıkta oldukları topraklarda yaşayan diğer halkları temizlemekle memur edilmişlerdir. Sarıkamış Hareketinin başarısızlığı üzere tek kurşun atmadan zafer kazanan Ruslardan önce Ermeni Çeteleri Van’ı işgal ederler.
1915’te hayatını kaybeden Ermenilerle ilgili farklı rakamlar telaffuz ediliyor. Bu rakamlar, 200 bin ile 1 milyon arasında değişiyor. Öncelikle şunu düşünmek lazım savaş, intikam ve kargaşa ortamında yaklaşık 1000 km’lik yolda ortalama 500 000 kişiyi pikniğe bile götürseniz en az 100 000 i yolda ölür. Suriye ve Irak örneği bugün bile ortadayken…
Belgeler incelendiğinde, Osmanlı Devleti’nin bünyesindeki bütün gayr-i Müslim topluluklara olduğu gibi Ermeni toplumuna karşı da geniş bir müsamaha ve hoşgörü içinde olduğu görülecektir. Bütün bu toplumlar din, ırk, dil farkı gözetmeksizin Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak görülmüşlerdir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Ermeni meselesinin anlaşılması için birinci elden kaynaktır. Ve bu halka açıktır.
Bugün Türk Ermeni ilişkilerinde en büyük sorun, sık sık Batı âleminde bazen Amerika Birleşik Devletleri’nde bazen de Fransa’da gündeme gelen Ermeni tehciri ve Ermeni soykırımı iddialarıdır. Öyle ki Türkler için bazen Birinci Dünya Savaşı içerisinde 1915’te Ermenileri bulundukları İstanbul, Doğu ve Güney Doğu Anadolu; hatta Orta Anadolu şehirlerinden sürmüşler, mallarına el koymuşlar, sürgün sırasında da bir buçuk milyon Ermeni’yi katletmiştir denilmektedir. Bazen de bu rakam iki kat fazlalaştırılarak üç milyona kadar çıkartılmıştır.
Hâlbuki olaylar hiç de anlatıldığı gibi cereyan etmemiş; aksine Ermenilerin devlet kurma hayalleri doğrultusunda gerçekleştirdikleri faaliyetler neticesinde sevke tabi tutulmaları zorunlu hal almıştır. Bu zorunluluğun nedenleri Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’nın Nisan 1915’de Sadarete sunduğu arzda şöyle dile getirilmiştir:
- Savaş alanlarına yakın yerlerde bulunan Ermenilerin bir bölümü, harp halinde olan Osmanlı ordusunun hareketini güçleştirmektedirler.
- Ermeniler takındıkları tavır neticesinde erzak ve askerî malzemenin sevkıyatını zorlaştırmaktadırlar.
- Düşman ile Ermeniler arasında emel ve işbirliği mevcuttur.
- Hatta Ermeniler düşman saflarına katılmaktadırlar.
- Memleketimizin çeşitli yerlerinde askerî birliklere ve masum Müslüman ahaliye silahla saldırmaktadırlar.
- Bu yetmezmiş gibi Osmanlı şehir ve kasabalarına katliam ve yağmacılık amacıyla tecavüz de bulunmaktadırlar.
- Ermeniler, tüm bunlarla yetinmeyip düşman deniz kuvvetine erzak temin etmekte, ayrıca önem arz eden mevkilerimizi düşmana göstermeye cesaret etmektedirler. Büyük devletlerden bağımsızlık vaadi alan Ermeniler, Anadolu’da büyük bir silahlanma hareketine girişmişlerdi. Bu silahlanma hareketine girişirken parolaları da şöyleydi: “[...] Artık Türkiye Ermenileri adını taşıyan o kanlı tarihe son vermek zamanı gelmiştir.”
Dahası 29 Ocak 1915 tarihli bir Rus belgesinde Albay Yakovlev, himayelerindeki Ermeniler için “her türlü melaneti işliyorlar” demekteydi. Ermeniler bu komitecilik ve silah konusunda en büyük yardımı Rusya’dan almışlardı. Rusya ile Ermeniler arasında yapılan müzakereler sonucunda Ermeni gönüllü alaylarının kurulması kararlaştırılmış ve Birinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 200 bin Ermeni, gönüllü olarak Rusya’nın yanında Osmanlıya karşı savaşmıştı. Çar Nikola, Ermenilerin Türklere karşı savaşmalarından ötürü memnuniyetini her fırsatta dile getirmekteydi. Ermeni komiteleri yalnızca Müslümanları hedef alınmamış, Trabzon dolaylarındaki Rumlar ve Hakkâri dolaylarındaki Museviler ve Süryaniler de Ermeni çetelerince katledilmişlerdir.
6 Eylül 1914 tarihinde elde edilen istihbarat çalışmaları Ermeni örgütlerinin topyekûn bir isyan hazırlığı içinde olduklarının anlaşılmasına vesile olunca, Osmanlı Hükümeti Ermeni Patrikhanesine, komite ve Ermeni milletvekillerine bu hareketlerinden vazgeçmedikleri takdirde, şiddetli tedbirlere başvuracaklarını ihtar etti ise de bu ihtarlara aldıran pek olmadı. Bunun üzerine Dâhiliye Nezareti, 14 vilayet ile 10 mutasarrıflığa 24 Nisan 1915 tarihinde meşhur genelgesini yayımladı. Genelgede, Ermeni komitelerinin kapatılması, belgelerine el konulması, zararlı faaliyette bulunanların tutuklanması, talimatı verilmişti. 31 Mayıs 1915’de yürürlüğe giren Tehcir Kanunun orijinal ismi şöyledir. “Vakt-i Seferde İcraat-i Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-i Muvakkat”dır. Seferberlik yani savaş süresince hükümetin uygulamalarına karşı gelenler için, askeri makamlarca (savaş hali olduğundan) uygulanacak/ tedbirler hakkında geçici kanundur. Üç maddeden oluşan kanun aşağıdaki şekildedir (Takvim-i Vekayi, 18 Receb 1333):
1. Seferde ordu, kolordu, fırka kumandanları, bunların yardımcıları ve bağımsız bölge komutanları halk tarafından herhangi bir surette hükümetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve saldırıyı bütünüyle yok etmeye yetkili ve zorunludur.
2. Ordu ve bağımsız kolordu ve fırka kumandanları askeri kurallara aykırı veya casusluk ve ihanetlerini hissettikleri köy ve kasabalar halkını ayrı veya topluca diğer yerlere sevk ve yerleştirebilirler.
3. Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. Dikkat edilecek olursa bu yasanın adında ve içeriğinde ne Ermeni ve ne de herhangi bir başka azınlık ismi geçmemektedir. Yasa genel anlamdadır, devlete ve orduya ihanet eden herkes için geçerlidir. Bu kanun çok popüler olarak bilindiği şekilde sadece Ermenilere değil, Hristiyanlardan Rumlara, Süryani ve Keldanilere, Müslümanlardan da Arnavut, Boşnak, Çingene, Çerkez, Gürcü, Kürt, Laz ve hatta Türklere ve ayrıca Yahudilere de uygulanmıştır.
Genel anlamda Ermeniler, başta Musul’un güneyi olmak üzere, Urfa, Halep, Şam, Lübnan, Suruç, Rakka, Harran, Deyr-i Zor (Ceylanpınar) ve Müslime gibi yerlere sevk edilmişlerdir. Bu şehirler, bazılarının iddia ettiği gibi çöl vs. değil. Öte yandan bu illere Trakya ve İzmir’de eklenince yaklaşık 300 bin Ermeni vatandaşın zorunlu göç uygulaması kapsamına girmediği görülecektir. Alman Konsolos Rössler’in raporuna göre, göçe tabi tutulmayan Ermenilerin toplamı 500 bin olarak gösterilmiştir. Batıda olup da göçe maruz kalanlar ise düşmanla işbirliği içerisine girdiklerinden, bir tehdit unsuru oluşturmaya başlayınca ihanet içinde olmayan Ermenilerden ayıklanarak sürgüne tabi tutulmuşlardır. Üstelik batıdaki zorunlu göç, Temmuz 1915’den sonra başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin bünyesindeki bütün gayr-i Müslim topluluklara olduğu gibi Ermeni toplumuna karşı da geniş bir müsamaha ve hoşgörü içinde olduğu görülecektir. Bütün bu toplumlar din, ırk, dil farkı gözetmeksizin Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak görülmüşlerdir. Bölgede görünürde Ermeniler kalmadığına göre ya sürgün, ya ölmüş ya da din değiştirip halkın içinde erimişlerdir. Benim kanaatime göre hepsi değişik oranlarda olmuştur. Bu olaylardan tüm Anadolu en az Ermeniler kadar olumsuz etkilenmişlerdir.
Sonuç
Bundan 2300 yıl önce Makedonya’dan Hindistan’a kadar bir coğrafyayı, 13 yıl gibi kısa bir sürede işgal eden Büyük İskender, Makedonya’da kalan hocası Aristo’ya, “Zapt ettiğim topraklardaki kral ve komutan gibi ileri gelenleri, kontrolüm altında tutabilmek için, bunları sürgüne mi? hapse mi? İdama mı? Göndereyim diye üç soru sorar. Günümüzde ABD başta olmak üzere, emperyalist ülkeler tarafından uygulanan komployu uygulamasını Aristo, öğrencisine aşağıdaki gerekçelerle gönderir;
- Sürgünde toplanıp sana başkaldırırlar.
- Hapishaneler militan yuvası olur ve sana başkaldırırlar.
- Onlardan sonraki nesil intikam hırsıyla büyür ve tahtını sallar.
Buradaki Yunan, Bulgar ve Ermenileri rayından çıkaran Rusya gelmektedir. Ardından İngiltere ve Fransa gibi devletlerin de müdahalesiyle Osmanlı toplumu içerisindeki azınlıklar bağımsızlıklarına Avrupalı devletlerin gayretleri neticesinde kavuşacaklardır. Bu konu siyasi değil tarihi ibretlik bir olaydır ve arşivlere dayanmalıdır. Ankara’daki çağrılara rağmen ne Kudüs teki ne de Ermenistan’daki yetkililer arşivleri açıyorlar. Bu çalışmada maddeler halinde sıralayacak olursak şu sonuçlara ulaşılmıştır:
- 1914'ten 1923 yılına kadar Anadolu insanının en az dörtte kayboldu.
- Bu süreçten sadece başta Rusya olmak üzere Emperyalist ülkeler karlı çıkmıştır. Soykırım iddiaları da bugün aynı amaçla kullanılmaktadır.
- Anadolu insanlığın beşiği olup umarız 1900 öncesi tekrar kardeşlik ve barış olur.
- 2014 Şengal’ı işgal eden DAİŞ gibi örgütler neyse o zamanlar da aynı örgütler kullanılmıştır. Tarih ibret alınsa tekrar edilmez.
- Bu tür soykırımların önlenmesi ve şimdiki sıkıntıların bitmesi için Ortadoğu’da Avrupa Birliği örnek alınarak yeni bir birliğin kurulması gerekir. Bu anlamda başta İran, Türkiye, Pakistan, Kürtler ve Araplar arasında ekonomik, siyasi ve sosyal bir işbirliği paktı kurulmalıdır. Bu Paktta göre mallar, hizmetler, sermaye ve insanlar serbestçe gezebilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.