Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

Osmanlıdan Günümüze Türkiye-Arabistan İlişkileri (1517-2022)

Osmanlıdan Günümüze Türkiye-Arabistan İlişkileri (1517-2022)

Yavuz Sultan Selim’in Mısır fethinden sonra (1517) üzerine aldığı, Kutsal Mekânların Hizmetkârı (Hadimü’l haremeyni’ş şerifeyn) görevi, Napolyon’un Mısır’ı işgal ettiği 1799 yılına kadar huzurlu sürmüştür.

Küfür âlemine nizam vermek için i’lay-ı kelimetullah adına Viyana kapılarından Cava adasına, Kırım’dan Afrika çöllerine at süren Osmanoğullarına destek olmak, her Müslümana farzdı ve buna Kavmi Necip olarak Topkapı Sarayı’nda ağırlanan Araplar, Seyyid ve Şerifleriyle Şamlı Arap Akşemseddin ve Diyarbekirli Kürt Molla Gürrani her türlü desteği vermişlerdir. Ancak Kırım Han’ın şahsi ihaneti ve Mustafa Paşa’nın aceleci gafletiyle oluşan Viyana bozgunu (1699) ve Avrupa’nın sömürgecilikle güçlenmesinden sonra Osmanlıdan günümüze kadar Türkiye-Arabistan ilişkilerinde iki aşamada makas değişikliği olduğu görülmektedir.

Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi bir yerde, 1895 yılında %90 okuma oranıyla Diyarbekir’de 13 farklı sosyal yapı varken bu oran, Osmanlı coğrafyasında 20’den fazla olup Arabistan gibi bir yerde bile okuma oranı %50’den aşağı değildi. Karadan denize kayan güç kaynağını kaybeden ve Osmanlı Barışı (Pax-Ottoman) ile üç kıtada dört asır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu saati erken durmuştu.

 Suriye, Irak, Filistin, Umman, Libya, Ürdün, Hicaz, Katar, Bahreyn, BAE, Necd, Yemen ve Mısır’dan oluşan Arabistan, Osmanlı için el ve ayak kadar önemliydi. Arapça ise 6 km’lik Diyarbakır surlarından başlayarak İslam Dünyasındaki her mezar taşı, her kapı ve yazılabilir her yerde, Osmanlıcaya güç veren ana yazı dili ve alfabesi olarak kullanılmaktaydı.

 Arabistan, Kürtler de olduğu gibi Kölemenlerden alınan Mısır’dan sonra istincat(gönüllü) ile Osmanlıya bağlanmıştı. Bu nedenle bir eşkıyalık hareketini, İngiltere destekli 1908 Darbecilerin baskısı ve İngiliz altınlarına kanan bazı bedevileri, bu kadar büyük bir coğrafyaya kıyaslamak en hafif tabiriyle kasıtlı bir yorumdur. Örneğin, 1914-18 yılları arasında, sadece Suriye’de en az 200 000 kişi Suriye nüfusunun %18’i şehit olmuştu. Arabistan coğrafyasında ise en az 600 000 kişi bu savaşa katılmış, Sarıkamış harekâtına katılanların çoğu, terlik ve fistanla Torosları aşarken hayatlarında ilk defa kar ve dağları görmüşlerdi.

  1. Avrupalıların İki Körfezi Zorlaması ve Osmanlının Dizlerinin Kırılması

17.’yy’dan itibaren, denizcilikte Osmanlıdan iyi durumda olan İngiltere ve Portekizliler başta olmak üzere Avrupa ülkeleri, Basra Körfezi ve Kızıldeniz’e girerek Kâbe’yi yıkmakla, Hz. Peygamberin na’şını kaçırmakla tehdit etmiş ardından ve Mekke ve Medine’yi top ateşine tutmuşlardır. Buna karşı Osmanlıdan günümüze kadar istikrarlı, Pakistan’a kadar bir alanı kontrol eden denizci Umman İmparatorluğu Osmanlı ile birlikte sıkı mücadele etmiştir.

Bu dönem Osmanlı haritalarına bakıldığı zaman çöl bölgesi kontrol dışı görülür ve hâkimiyet sahil şeridiyle sınırlıdır. Asıl tehlike 18.’yy’dan itibaren, İngilizlerin Hindistan’ı sorunsuz sömürmek için yol güzergâhındaki yerleri de kontrol altına alma stratejisiyle başladı. Bu noktada 3 milyon kilometrekarelik Arap yarımadası, Ceziret-ül Arap, dev bir çöl gibi engel teşkil ediyordu. Bunun için o zamanlar Hilafet ve Hint Müslümanlarının sıkı Osmanlı taraftarlığı sebebiyle, İngilizler, Osmanlı ile 1877 yılına kadar dostça görünmeye çalışmıştır.

Osmanlıdan Günümüze Türkiye-Arabistan İlişkileri (1517-2022)

17. yy’da Osmanlı İmparatorluğu ve Arabistan / Bu dönemde Osmanlıya her zaman bağlı olan Umman dönemin kilit boğazlarını kontrol etmektedir.  

Bir Kızılderili atasözünde“ Bir derede iki kurbağa kavga ediyorsa, bilin ki az önce oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” Derken bir başka yerde de, “Bir İngiliz’le sokakta selamlaşınca dokuz ay sonra hamile kaldığınızı anlarsınız” der. Bu durum Osmanlı için de böyle oldu.

İstanbul’a gelen etki esas ajanları Hamper (1720), Vambery (1880), G. Bell (1900), Kürtlere gönderilen Noel ve Araplara gönderilen Lawrence’ler (1915) buzdağının sadece bilinen medyatik isimleridir. Bir de İngiliz yanlısı 1800’lerden itibaren Ali ve Fuat Paşalar vardı. Ancak biri vardı ki kıyamete kadar yaptığı kötülük unutulamaz: Osmanlıda İngilizler adına ilk darbe yapıp Sultan Abdülaziz’i katleden Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa ve mason şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ve aveneleri.

Osmanlı İmparatorluğuna öldürücü darbe burada vuruldu. Mısır’ın Napolyon tarafından işgaline karşı desteğe gelen İngiltere’ye verilen tavizler. İstanbul’da cebren ve hileyle Tanzimat Fermanı (1838) ilan ettirip, Türkler gâvur oldu deyip taşrayı isyana teşvik etmek, tam bir İngiliz aklıdır.  Bu durum diğer tüm siyasi sorunlarda da görülmektedir. Tıpkı bir adamın gözünü çıkarıp, “Neden görmüyorsun?” deyip adamı dövmek gibi. İşte iki asır önce Vahhabiliğin ve 2003 yılında Şam Sayyednaya hapishanesinde DAİŞ’in doğması da böyle bir planlamanın ürünüdür. Benzeri süreç Hınçak, Taşnak ve PKK’nın kurulmasında da görülebilir.

Vahhabiliğin İngiliz etki ajanı Hamper’in öğrencisi, Eyyubiler döneminin haşim Şam Kadısı Kürt İbni Teymiyye’nin yolunda olduğunu iddia eden selefi, Muhammed bin Abdülvahap, Suudiliğin de Muhammed bin Suud ile doğduğu tarihlerden (1800’lerin ilk çeyreği) iki asır sonra aralıksız devam ettiği, Suudi Arabistan’ın fiili lideri Muhammed bin Selman’in Ekim 2017 yılında çıktığı Avrupa-ABD turundaki açıklamalarında görülmektedir.

 İslam’ın ilk saf haline dönüp Halifeler, Sahabeler, Ehl-i Beyt, Tarikatlar, Mevlana ve Geylani gibi zatlara saygıyı günah saymak, türbe ve camii kubbelerini yıkmayı vazife görenler, yüz milyarca dolar petrol paralarını bizzat ABD’nin teşvikleriyle bu uğurda harcadığını açıklamıştır.  Sadece Yemen savaşı için son 10 yılda 900 milyar $, Batı silah firmalarına aktarılmıştır

Adnani aşiretinden gelen Suudiler, İslam öncesinde, “acıktıklarında helvadan yaptıkları putlarını yiyen tok olduklarında ise tapanlar” olarak bilinmektedirler. 1792 yılında 89 yaşında ölen Abdülvahap, Hamper’den sonra 1744 yılında Osmanlıya asi ve soyguncu çöl bedevisi Muhammed bin Suudla tanışmış ve Riyad yakınlarındaki Dır’iye’de yaptığı Suudi-Vahhabiye ittifakını taçlandırmak için ona üçüncü eş olarak 12 yaşındaki kızını vermiştir.

1789 yılında Iraklı Necranlılar onları Bağdat- Basra arasındaki bölgelerinden çıkarmış ve mağlup etmişse de; Riyad çevresine hâkim olan ikili, Mehmet Ali Paşa’nın 1813 yılındaki müdahalesiyle Şam, Bağdat ve Hicaz bölgesi işgalden kurtarılmış, bölgenin lideri Abdullah bin Suud, İstanbul’a paketlenmiş ve 1820 yılında idam edilmiştir. Suudi-Vahhabilik ilişkisi ise ancak bir asır sonra İngilizlerin artan gücüne paralel olarak gündeme gelmiştir.

Osmanlıdan Günümüze Türkiye-Arabistan İlişkileri (1517-2022)

 

 Kut’ul Ammara savaşına destek veren ve İngilizlerin Irak Krallığı teklifine karşılık Osmanlıya köleliği kabul eden, Şeyhlerin Şeyhi Sadun Paşa 15 000 atlıyla Anadolu’ya desteğe de gelmiştir. Aynı durum Kürt Şeyh Mahmut Berzenci için de geçerlidir. Musul’u alan ve İngilizlere isyan eden Kürtlere karşı tarihte ilk kez havadan Kimyasal silah kullanılmıştır. (Ankara-Cebeci Asrı Mezarlığı)

B. )21.yy’da Yeniden Oluşan Dünya Düzeninde Türkiye – Suudi İlişkileri

Ülkemizde en çok sevilen Suudi Kralı hiç şüphesiz 1973 Arap-İsrail savaşında Batı'ya petrol ambargosu uygulayan ve bu uğurda şehit edilen Kral Faysal'dır

Son bir yılda üç kar artan ve genellikle tarım ve hayvancılık ürünlerini sattığımız, bundan sonra başta SİHA olmak üzere askeri araçları ABD’nin yerine ikame olacak gibi görülen  ve petrol aldığımız Suudi Arabistan'la ilişkiler, özellikle 2010-2017 arasında gerilemiş, Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi ve Katar'a uygulanan ambargoyla adeta bükülmüştür.

İran'ın artan nüfuzu, Biden'ın iktidarındaki ABD'nin ağırlığını Ortadoğu’dan Güney Çin Denizi'ne kaydırması ve Trump gibi bölgeye açık çek verilmeyeceğini açıklaması ve Türkiye'nin Körfez sermaye ve enerjisine duyduğu ihtiyaç nedeniyle, ilişkiler yeni bir aşamaya geçmiştir. G20 Zirvesi'nde Kral Selman'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesi sonrası Suudi Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan Türkiye ile mükemmel ilişkilere sahip olduklarını ve Türk ürünlerine yönelik herhangi bir ambargonun olmadığını ifade etmesi bu süreçte km taşı olmuştur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son dört yıldaki sorunlardan dolayı ilk kez Kral Selman’ın bizzat daveti üzerine Suudi Arabistan’a davet etmiştir. Bu süreç Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile daha önce tamamlanmış ve kardeş kavgası defterleri kapanmıştı. Mısır ile de benzer süreç başlamıştır.

Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin öneminin başlıca sebepleri

  1. Osmanlı sonrası yaşanan acı tecrübeler,
  2. ABD’nin, İran’ı Irak, Suriye ve Yemen’de serbest bırakması ve Ortadoğu’daki Güvenlik şemsiyesinin çökmesi,
  3. Pakistan, İran ve Türkiye demiryolu hattına Riyad’ın da dâhil olma isteği,
  4. Çin’in kuşak yol projesi,
  5. Petrol ve gazın azalan değeri ve ABD’nin petrol rezervlerini sahaya sürmesi kaya gazı,
  6. Gelişen teknolojiyle başta güneş olmak üzere artan enerji kaynakları,
  7. Su ve tarımda Türkiye’ye duyulan ihtiyaç,
  8. Suriye, Irak ve Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı gerçekler
  9. Başta DAİŞ olmak üzere kaynağı ve hedefi belirsiz terör örgütleri

10.) Dini ve coğrafi yakınlık

Özellikle ve Fırat ve Dicle nehirlerini GAP ile kontrol atına alan Türkiye'de yetişen tarım ürünlerine ve tatlı suya Körfez ülkeleri ciddi ihtiyaç duymaktadır. Bu, güvenlik ve petrol kadar hayatidir.

Sonuç yerine tarihi makas değişikliği

Son zamanlarda Akdeniz’de Mısır ve Libya ile Katar ve BAE ile enerji, sağlık, tarım, lojistik, nakliye, endüstri, altyapı, finans ve turizm alanlarında imzalanan anlaşmalar, başta Suudi Arabistan olmak üzere Türkiye ve Körfez ülkeleri arasında gelecekte kurulması zaruret hali alacağı düşünülen, kurumsal bir yapının ilk adımları olarak görülmektedir. Çünkü bölgesel bir güçten küresel güç olmaya evrilme aşamasında olan Türkiye'nin de sermaye ve enerji kaynaklarına ihtiyacı bulunmaktadır. 

233 yıldır yolunda olduğumuz Avrupa gelmeyen sermaye, Katar ve BAE'den gelen milyar dolarlar özellikle askeri ekonomi alanında hızla büyüyen Türkiye'ye can suyu olmaktadır. Maliye bakanlarının ziyaret öncesi görüşmeleri anlamlıdır. Aksi takdirde Irak, Suriye ve Yemen'i yıkan İran'ın bir adımlık mesafedeki birer lokmalık olan Bahreyn ve Katar'ı yutmaması için bir neden yoktur. Afganistan'da yenilmiş, Ukrayna ve Çin denizine yoğunlaşan bir ABD’ye karşı bölgenin tek kadim dostu Türkiye’dir.

Kaderimiz olan bu coğrafyada, tarih, ölü geçmiş değil yaşanacak geleceğimizdir. İsrail ve İran'ın yayılması, bor–lityum'un artan önemine karşı, petrolün 20 yıl içinde değersizleşmesi, suyun ve tarımın artan stratejik önemiyle yukarı havzada, askeri ekonomisiyle güçlenen Türkiye-Körfez ilişkilerinde yeni bir tarihi makas değişliği görülmektedir.

Bir Kürt atasözünde şöyle denilir. “Neyyare bafa nabe doste lava” (Babanın düşmanı oğulun dostu olmaz.) Unutulmasın ki babamız birdir ve sadece bize karşı tek millet olan Batı Dünyası, Ukrayna’da ne kadar ikiyüzlü olduğunu, bize göstermektedir. “Küfür tek millet olduğu gibi Müslümanlar da kardeştir” basit kriterlerini unuttuğumuz vebali ağır ödedik. Küllü şeyin yerciu ila aslih. (Her şey aslına döner. )

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Arşivi