Fahrettin Damga

Fahrettin Damga

Göçmen tartışması üzerine birkaç kelam

Göçmen tartışması üzerine birkaç kelam

Son günlerde bir göçmen tartışması aldı başını gidiyor. Hükümet için mayın tarlası demek bu. Bu sebeple bazıları da bilinçli olarak kaşıyor.

Göçebe gelenekten gelen bir toplumuz. Orta Asya’dan Avrupa’nın içlerine kadar gelmişiz. Hala tam olarak durmuş değiliz. Bir oraya bir buraya savrulup duruyoruz.

Bir kısmımız Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeden çekilmek zorunda kalması sebebiyle Avrupa’dan geriye dönmek zorunda kalmış. Fakat 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan ihtiyaç dolayısıyla bu kez işçi olarak Avrupa’ya gitmeye başlamışız. Üçüncü kuşak bugün orada sadece işçi değil sosyal hayatın ve çalışma hayatının her kesiminde ve bulunduğu topluma büyük oranda entegre olmuş durumda.

Yani demem o ki göçmenlerin halinden en iyi anlayacak milletiz biz. Nerede olursa olsun üzerinde her dönem yaşadığımız coğrafya da mazlumlar için güvenli bir liman olmuş. Bugün Anadolu’nun olduğu gibi.

Özellikle Suriyeli sığınmacılar üzerinden yapılan tartışmalar değişik amaçlara matuf. Fakat en önemli noktası iktidarı uyguladığı politikalar üzerinden toplumla karşı karşıya getirmek. Bu yüzden de tartışmalarda siyasiler ön planda. Olayın sosyal ve ekonomik yönüne dair yapılmış ayrıntılı bir çalışma yok.

Bir kere bizim millet hiç kimseye ırk odaklı bakmaz. Bu bizim genlerimizde yok. Tarih boyunca da hiç olmamış. Mazlumlara her daim kol kanat germiş bir milletiz.

Hep diyoruz ya bizi biz yapan tüm değerlerimizi yıpratmak için ellerinden geleni yapan bir kesim var diye. Bu göçmen meselesi de öyle.

Toplumu hassas noktasından sürekli kaşıyorlar. Kimi ırk, kimi mezhep, kimi iş aş üzerinden. Fakat sürekli kaşıyorlar.

Bugün insanımızın milliyetçilik duygusunu tahrik edip görünürde yabancı ama aslında Suriyeli sığınmacı düşmanlığı yapanlar çoğunlukla geçmişte “Esad gitmezse Erdoğan gider” diye propaganda yapan zihniyete mensup.

Bir kısmı bölücü örgüt sempatisi sebebiyle düşmanlık yaparken geri kalan bir kısmı da FETÖ üyesi olup ülkede kaşınabilecek kırılgan noktaları kaşıyarak kaos çıkarma peşindekiler. Hiç birinin derdi millet ve devlet değil. Herkes kendi menfaatinin peşinde ve bu menfaat için algı ve söylentilerle toplumu manipüle etmeye çalışıyor.

Doğrusu bu kışkırtmalar sebebiyle hepimizi utandıran olaylar da yaşadık bu süreçte. Bu tartışmaları körükleyenler içerisinde geçmişte göçmen ailelere mensup olanların olması da ayrıca ironik. Göçmenliğin acısını yaşamış, topraklarını terk etmek zorunda kalıp yeni coğrafyalarda yurt tutmanın ne demek olduğunu bilen ailelerin daha hassas olmasını beklerken tam tersi bir tavırla karşılaşmak can yakıcı.

Dün Balkanlardan, Kafkasya’dan ve diğer coğrafyalardan gelmek zorunda kalan insanımızla, Saddam’ın yaptığı Halepçe katliamından kaçanları kucaklayanlardan bunu daha öncelikli beklemek hakkımız. Tabir-i caizse bir atasözümüzde ifade edildiği gibi. “Eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlar” çünkü.

Bugün hâlâ yaklaşık 5 milyon insanı Avrupa içerisinde yaşayan bir ülkeyiz. Geçmişte bulundukları ülkede ayakta kalabilmek için çok zor şartlarda çalışmış ve yaşamışlar. Hala ırkçı saldırılar, ayrımcılık, çocuklarının ellerinden devlet zoruyla alınması ve asimilasyon dahil bir sürü sıkıntıyla boğuşuyorlar. O kadar benzer şartlara rağmen hala bu tarz sıkıntıları yaşıyor olmamız da şaşırtıcı.

Konuyu öncelikle siyasi çıkar peşindeki siyasilerin söylemleri üzerinden değil bilim adamları üzerinden derinlemesine araştırma ve çok yönlü bakış açısıyla ortaya koymamız lazım. Sonra meseleye olan toplumsal bakışa dair yaklaşımı da ekleyerek çözüme dair önerileri ortaya koymak lazım. Gerisi ise sahada uygulama olacak.

Mesele artık Suriyelileri ülkelerine gönderelim hamasetiyle çözülecek noktadan çok uzakta. Yaklaşık 10 yıl olmuş. Suriye’de durum hala stabil değil ve başka ülkelere sığınanların gerekçeleri de ortada duruyor. Hadi çıkın gidin demekle olacak iş değil yani.

 

Mezhep taassubu sebebiyle “Esad’ın düşmanı benim de düşmanımdır” diyenlerin gürültüsüyle de olmaz. Sağlıklı ve kalıcı çözümler bulmak lazım.

Önce nefes alıp, “Bu insanlar bu ülkeye neden gelmek zorunda kaldı, o şartlar değişti mi?” sorusunu cevaplamamız lazım.

Şartlar değişmediğine göre, onca insana “10 yıl oldu bu ülkedesiniz, ne olursa olsun ülkenize dönün Esad’ın insafına kalın mı diyelim?

Devamında bu insanlar bulundukları yerlere ne kadar entegre oldu, çalışma hayatında ne kadar varlar, üretimde ne noktadalar, bu insanlara ne kadar ihtiyacımız var? sorularına da cevap bulmamız lazım.

Fakat hamasetle değil, sakince ve sağduyuyla.

Hepimizin malumu. 28 Şubat döneminde darbe zihniyetiyle İmam Hatip’lerinin önünü kapatmak için yapılanlar bugün sanayinin ara eleman ihtiyacını karşılayamama probleminin başlangıcıdır. Hangi sanayiciyle konuşursanız konuşun ülkede işsizlik olmadığını problemin iş beğenmemezlik olduğunu söylüyor. Herkes çalışacak doğru düzgün işçi bulamamaktan şikayetçi.

Yükseköğretimde yapılan planlama hatası sebebiyle çocuklarımızın neredeyse tamamı üniversite mezunu. Hepsi masa başında 09:00-18:00 saatleri arasında çalışabileceği, cumartesi-pazar tatil ve maaşı dolgun bir iş peşinde. Sanayide çalışacak insan bulmakta zorlanıyor iş adamları.

Kırsal alanda da kime sorsan tarım ve hayvancılıkta Afganistan göçmenleri var. Onlar çalışıyor. Hangi köye gitsen çoban Afgan.

Bizim çocukların yapmadıkları ya da yapmak istemedikleri çoğu işi göçmenler yapıyor. Doğruyu söylemek gerekirse çalışma izni konusundaki eksiklikler bazı iş adamları tarafından istismar ediliyor. Çoğu göçmen çok kötü şartlarda ve çok daha düşük ücretlerle sosyal güvencesiz bir şekilde çalıştırılıyor. Böyle olunca da bizim çocuklarımızı teşvik edecek bir çalışma ortamı ve şartları oluşturabilmek mümkün olmuyor. Çalışmak isteyenler için de rekabet imkanı kalmıyor doğal olarak.

Suriyeliler giderse sanayide çalıştıracak işçi bulamayız, çarklar durur” diyen iş adamlarımız da var. Hem de neredeyse kimle konuşsanız aynı şeyi duyuyorsunuz. Bu seslere de kulak vermek lazım.

Devletin bu noktada daha çabuk aksiyon alması lazım. Fakat orası da mayınlı alan. Göçmenlere verilecek çalışma izni muhalefet tarafından hükümete karşı onca işsiz vatandaşa rağmen onların yerine göçmenler yerleştiriliyor propagandasına sebep olacağı için çekingenlik var sanki. Bu çekingenlik de istismarcılar açısından gayet hesaplı bir durum ortaya çıkarıyor.

Oysa devlet göçmenlere belirli şartlarda çalışma izni verip kayıt dışını azaltabilirse şartlar ve ücretlerde yaşanacak mecburi iyileşme çocuklarımızı da çalışmaya teşvik edecek bir noktaya gelebilir. Aksi halde durum, toplumsal tartışma için de bir fay hattı oluşturmaya devam edecektir.

Ayrıca devletin 10 yıldır destek verip yetiştirdiği çocukları tutup ben yiyemedim sen ye diyerek sırf Suriyeli diye geri göndermek ne kadar mantıklı ve doğru bir de bu açıdan bakmak lazım.

Devlete düşen asıl görev, durumun toplumsal bir kaosa sebep olmaması için şartlar düzeldiğinde ülkesine dönmek isteyenleri ve istemeyenleri birbirinden ayırarak, kalmak isteyenler için toplumsal hayata entegrasyon çalışması yapmak. Bu entegrasyon tek taraflı da olmamalı. Diğer yönü de Suriyelilerle birlikte yaşayan kendi vatandaşlarımız. Onların da Suriyeliler’e dönük bilgilendirmeye ihtiyaçları olduğu açık. Bu konuda yapılacak çalışmalar toplumsal çatışmayı en aza indirecektir.

Son günlerde Bolu Belediye Başkanı CHP’li Tanju Özcan’ın açıklamalarına gelince Başsavcılık tarafından soruşturma açıldı. Gereğini yargı yerine getirecektir. Zaten toplumda hamaset yapanların haricinde kendi partisi de dahil çok fazla destek de bulamadı.

Bulmamalı da. Zira bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına da yapmamamız lazım.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fahrettin Damga Arşivi