Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı tarifi ve hatırlatmalar
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Edirne’de muhtarlarla yaptığı toplantıda Cumhurbaşkanı’nın olması gereken özelliklerini sıralamış.
En başta bir partinin genel başkanı olmamalı demiş.
Amerika’nın Sesi’ne (VOA-Voice Of America) verdiği mülakatta, aday olması durumunda CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa edip etmeyeceğine sorusuna “O dönem değerlendirilir” demiş. Birincisi belli ki ciddi ciddi aday olmayı düşünüyor. İkincisi Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemiyor gibi.
Aday olacak ve bunun için CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesi gerekecekse seçim sonuçlarından emin olmak istiyor belki. Yoksa genel başkanlık koltuğu da gider altından. Asıl mesele bu riski alabilmek.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmeden önce en tartışılan konu partili Cumhurbaşkanı konusuydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sistem değişip icracı bir Cumhurbaşkanı olacağı için bunun bir mahsuru olmadığı fikrindeydi. Sonuç da öyle oldu.
Cumhurbaşkanı artık milletin oylarıyla seçiliyor. Kabinesini oluşturuyor. İcraatlarını ortaya koyuyor. Görev süresi sonunda halkın karşısına bir kez daha çıkma hakkı var. Millet icraatı beğenirse onu bir daha seçer değilse rakibini. Yani hesabını millete verir. İcraatının karşılığı kadar da oy alır.
Yönetimde istikrar var. Artık otel odalarında milletvekili borsası kurup hükümet yıkıp hükümet kuramıyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı olması 83 milyona hizmet etmeyeceği anlamına gelmez. Hangi CHP’li ya da Millet İttifakı’na üye partilere gönül verenler hizmet alamıyor. Tarafsızlık zahirde değil icraatta ortaya çıkar.
CHP’lilerin tüm halkımız gibi hizmet alamadıkları yerler genelde kendi partilerinin yönettiği belediyeler.
Bakın İstanbul 2 yılda ne hale geldi. Sözde İTÜ Çevre Mühendisliği akademisyenlerinin raporuna göre gerek olmadığı gerekçesiyle önceki yönetim tarafından yapımı planlanmış Silahtarağa İleri Biyolojik Arıtma Tesisi yapımını Temel Atmama Töreni düzenleyerek iptal etti. Şimdi Haliç gittikçe Tayyip Erdoğan öncesine dönmeye başladı. Kokular yükseliyor.
Malum, Marmara da alarm vermeye başladı. Günlerdir müsilaj temizleme çalışmaları devam ediyor. Zannetmeyin ki Sayın İmamoğlu, müsilajla ilgileniyor. O işi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bırakmış keyfine bakıyor.
Müsilaj, Çevre Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalar ve alınan tedbirlerle yok denecek kadar azaldı. Bu kez de sivrisinekler çıktı İstanbul’da. Isırdıkları çocuklar yara bere içinde kalıyor. Ekranlarda salgın hastalık ihtimalleri konuşulmaya başlandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İlkbahar’da ilaçlama yapmadığı için bugün bu noktaya gelinmiş durumda. Fakat onlar klasik sütten çıkmış ak kaşık misali. Sivrisineklerle mücadele edilmediği yoğunluğundan belli olmasına rağmen SMS’le İstanbulluları uyarmakla yetiniyor. Yapılan uyarı da şaka gibi. SMS Metni aynen şöyle; “Değerli İstanbullular, belediyemiz, göl, dere gibi büyük alanlarda sivrisinekle mücadele etmektedir. Bidon, havuzlar ve saksı altlığı gibi su birikebilen alanlar sivrisinekler için iyi bir üreme kaynağıdır. Bir bardak suda çevreyi rahatsız edecek kadar sivrisinek üreyebilmektedir. Sivrisineklerle hep birlikte mücadele edelim.”
Meğer onca sineğin üremesinden bidon, havuz ve saksı altlıkları da suçlu olabilirmiş. İster gülün ister ağlayın bilmem ama durum bu.
Doğrusu CHP hizmet vermeme konusunda oldukça adaletli. Kimseyi ayırmıyor. İstanbul’da 16 milyon insana eşit muamele yapıyor. Herhalde alkışlamak lazım bu adaletli yaklaşımı.
Peki bunlar olurken Ekrem İmamoğlu ne yapıyor? Elbette en iyi yaptığı işi yapıyor. Gezilere çıkıyor. Adıyaman’a gidip mitingler düzenliyor. Ne hikmetse o mitingler de planlı değil hep doğaçlama oluyor.
Belli ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı kesmiyor olmalı ki Cumhurbaşkanlığı adaylığı sinyalleri veriyor. İstanbul yetmedi, gözü Türkiye’de yani.
Allah muhafaza dediğinizi duyar gibiyim.
Hizmetsizlik konusundaki adalette zirve olan İzmir’i saymıyorum. Türkiye’nin incisi, en büyük üçüncü şehri. Büyük bir kasaba olarak kaldı. Yapılan büyük projelerin hiç biri de belediye icraatı değil. Onları da hükümetler yaptı.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Katar, Türkiye’ye yatırım yaptığında peşkeş çekiyorsunuz, ülkeyi Araplara satıyorsunuz diye feryat eden CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fransız Bankası’ndan aldığı borcun imza törenini televizyon canlı yayınında yapıyor. Para Fransız’ın olunca sıkıntı yok herhalde?
Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı da demiş Kemal Kılıçdaroğlu, Muhtarlarla yaptığı toplantıda. Sanırım o konuda idolleri de Ahmet Necdet Sezer olsa gerek. Kendilerini pek bir severlerdi. O da onları çok severdi. Onlara göre çok tarafsızdı. Milletin tamamını kucaklardı. Kırmızı ışıkta durur, eşiyle birlikte halkın içinde marketten alışveriş yapardı. Ne örnek insandı.
Oysa kendi ideolojik takıntısını her icraatında görmek mümkündü. Cumhurbaşkanlığı döneminde düzenlediği resepsiyonlara başörtülü Başbakan ve Bakan eşleri davet edilmez, eşsiz davetiye gönderilirdi. Ne kadar da birleştirici bir tutum değil mi. Çok da tarafsız.
Oysa laiklik gösterisi yapmak, Ramazan ayı’nda Başbakan Tayyip Erdoğan ve bakanlarının bulunduğu ortamda onlara da mesaj vermek için hanımefendi ile koca koca bardaklarla içtikleri içkilerle fotoğraf karelerini süslemeleri de çok birleştiriciydi.
Ya da atamalarda veto ettiği insanlara bakın bakalım ne kadar tarafsız ve birleştiriciydi?
Cumhurbaşkanlığı yetkisi dahilinde devamlı hastalık sebebiyle cezasını affettiği tutukluların kim olduklarına bakarsanız, daha sonra devlet karşıtı hangi eylemlerde yer aldıklarına ve hatta güvenlik güçlerimiz tarafından nerelerde itlaf edildiklerine bakarsanız o görünürdeki tarafsızlık maskesinin altında yatan ideolojiyi görebilirsiniz.
Suni 367 Krizi sebebiyle zamanında Cumhurbaşkanı seçtirmedikleri için görev süresi dolduğu halde Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış olmasından alışkanlık olsa gerek, ben yaptım oldu edasıyla ayrılmamış, göreve devam etmiş üstelik de atamalara devam etmişti. Başkası yapsa kıyameti koparacak CHP ne itiraz etmiş ne de atamalar etik değildir demişti. Oysa Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın ne kadar süreyle seçildiği belliydi ve Cumhurbaşkanlığı’na da TBMM Başkanı vekâlet ediyordu.
Konuyu kimseye tartıştırmadılar bile.
Nihayetinde CHP de ABD gibi. Her şey dilinde. İcraat çok farklı. ABD demokrasi der, ona düşmanlık eder, diktatörleri destekler. İnsan hakları der, ne hak tanır ne hukuk.
Bu tarz konularda doğru karar vermek için bize yol gösteren bir atasözümüz var. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye.
Tam da böyle. Ajans üretimi algılarla hareket edecek millet yok. Her şey ortada. Köprüyü geçene kadar yapmak zorunda kaldıkları şirinlik fayda etmeyecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.