Fahrettin Damga

Fahrettin Damga

Mevcut dünya düzeni ve değişim ihtiyacı

Mevcut dünya düzeni ve değişim ihtiyacı

BM 76. Genel Kurulu görüşmelerine 100'den fazla devlet ve hükümet başkanı katıldı. Pandemiden sonra ilk kez yüz yüze geldiler.

 

BM Genel Sekreteri Guterres yaptığı açılış konuşmasında Kovid-19 salgınından iklim krizine, Suriye, Afganistan, Myanmar, Libya, Etiyopya, Yemen ve diğer ülkelerdeki krizlerden insan hakları ihlallerine, bilime yönelik saldırılardan aşı dağıtımındaki eşitsizliklerden yükselen ABD-Çin rekabetine kadar birçok konuya değindi.

 

Konuşmasında yaptığı tespitler, kurulu düzenin çürümüşlüğünü tespit ederken, değişmesi gerektiğine de vurgu niteliğindeydi. Çarpıcı tespitler ve uyarılar içeriyordu.

 

Guterres konuşmasında Dünya’daki mevcut tabloyu yorumlayıp "Tehlike çanlarını çalmak için buradayım. Dünyanın uyanması gerekiyor. Uçurumun kenarındayız ve yanlış yönde ilerliyoruz.”uyarısı yaptı.

 

Aslında Guterres’in konuşması dünyadaki kurulu düzenin adalet getirmediğinin, sisteme hakim devletlerin amaçlarını gerçekleştirmekten başka bir işe yaramadığının tescili gibiydi. İnsanların, eşitsizlikler karşısında hükümetlere ve BM dahil kurumlara güvenini yitirdiğine dikkati çekti Guterres. Kaybolan güvenin yeniden tesis edilmesi gerektiğini vurgulayıp “Birleşmiş Milletler’in yeni çağa ayak uydurmasını sağlamamız gerek." uyarısında bulundu.

 

Bunun da yolu eşitlik ve adaletin sağlanması elbette.

 

Guterres, uzun zamandır değişim ihtiyacını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da örtüştü bir anlamda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya Beşten Büyüktür’’ mottosu anlaşılan, adalet ve eşitlik arayan herkesin rehberi haline gelmiş durumda.

 

2. Dünya Savaşı sonrası kurulan sistem yaşadığımız Dünya’ya mutluluk getirmedi. Getirecek gibi de durmuyor. Sadece acı ve gözyaşı var heybesinde. Zira bugünkü dünyanın gerçeklerinden uzak. O sebeple de itirazlar giderek yükseliyor.

 

Eşit temsilin olduğu, 5 devletin değil katılımcı tüm devletlerin ortak iradeleriyle alınacak kararlara ihtiyaç var. Bunun önündeki en büyük engel de sistemi elinde tutan ve alınacak kararlara karşı veto hakkı olan 5 devlet. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği 5 devlet. Yani ABD, Rusya, İngiltere, Çin ve Fransa. Onların istemediği bir kararın çıkması mümkün değil. Böyle adalet ve eşitlik mi olur?

 

Onlar da kolay kolay bu imtiyazlarından vazgeçecek gibi görünmüyor. Bir gün buna mecbur kalacakları kesin ama bugün o gün bugün değil.

 

Guterres’in “Jeopolitik bölünmeler uluslararası iş birliğini baltalıyor ve Güvenlik Konseyinin gerekli kararları alma kapasitesini kısıtlıyor." cümlesindeki tespit, şu anki yapının çekilmiş en net fotoğrafı.

 

Malum sadece Türkiye değil, tüm dünya pandemi ile mücadele halinde. Bu mücadelede her ne kadar tartışmalar olsa da elbette şanslı olanlar gelişmiş ülkelerin vatandaşları. Türkiye’de olduğu gibi neredeyse toplumsal bağışıklık kazanabilecek seviyede aşılandı halklar. Hatta çöplerden son kullanma tarihi geçmiş ama kullanılmamış aşı tüpleri çıkıyor. Oysa gelişmemiş ülkelerin halkı daha ilk doz aşılarının gelmesini bekliyor.

 

Guterres, aşının rekor sürede bulunduğunu ancak dağıtımdaki eşitsizlikler yüzünden dünyanın ahlaki ve etik anlamda başarısız olduğunu da sözlerine ekledi. Bu eşitsizlikle adaletin tesis edilmesi mümkün mü?

 

Elbette değil.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da Genel Kurul’da yaptığı konuşmada “İnsanlık olarak bize büyük bir aile olduğumuzu tekrar hatırlatan bu salgında, ne yazık ki, küresel dayanışma açısından iyi bir imtihan verilemedi. Bilhassa az gelişmiş ülkeler ve yoksul toplum kesimleri, salgın karşısında adeta kaderlerine terk edildi.” tespitini yaparak bir kere daha mazlumların sesi oldu.

 

 

Erdoğan, aşı konusunda yaşanan adaletsizliklere ve aşı milliyetçiliğine de dikkat çekerek kendi aşımız olan Türkovac’ın yakın dönemde tüm insanlığın hizmetine sunulacağını açıkladı. Dünyanın gerçekten yeni bir bakış açısına ve yaklaşıma ihtiyacı var. Bu yaklaşımı da gösterebilecek tarih, medeniyet geçmişi ve donanıma sahip tek ülke Türkiye. Kaldı ki Türkiye sadece Türkiye’den ibaret değil. Bunu son dönemdeki her gelişmede görüyoruz zaten.

 

BM Genel Sekreteri Guterres, ABD ve Çin arasındaki ilişkide yükselen rekabetin, ekonomi, ticaret, finans, teknoloji ve yapay zeka alanlarında farklı yaklaşımların iki farklı askeri ve jeopolitik strateji ile anlaşmazlığa sürüklendiğini, söz konusu anlaşmazlığın belayı çağırdığını ve sonucun Soğuk Savaş’tan daha kötü olabileceği uyarısında bulundu.

 

Bu uyarı muhataplarında yankı bulmuş olmalı ki ABD Başkanı Biden konuşmasında "Katı bloklara bölünmüş yeni bir Soğuk Savaş veya dünya peşinde değiliz, bir kez daha söylüyorum bunun peşinde değiliz." dedi.

 

Biden, sözlerinin devamında NATO anlaşmasında “Taraflar, Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası'nın 51. Maddesi’nde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi'ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.’’ şeklinde düzenlenmiş 5. maddeye bağlılıklarını bir kez daha altını çizdiklerini ifade etti.

 

Tüm bunlardan uzun zamandır konuşulan ABD-Çin çatışmasının ete kemiğe büründüğü bir sürece girdiğini anlamak mümkün.

 

ABD’nin yeni stratejisinde Uzak Doğu’nun büyük yer kaplayacağı, enerjisinin çoğunu oraya harcamak zorunda kalacağı anlaşılıyor. ABD savunma stratejisinin ağırlık merkezi artık Uzak Doğu. Bunun ilk işaretlerini İngiltere ile birlikte, Fransa’nın yapılmış 90 milyar dolarlık anlaşmasını bozdurarak Avustralya ile yaptıkları yeni nükleer denizaltı anlaşması ve AUKUS Paktı. Bu anlaşmanın hedefinin Çin olduğunu bilmeyen yok. Bu tarz adımları yakın gelecekte daha çok görecek gibiyiz.

 

Bu konuda yaşanacak gelişmelerin de mevcut BM yapısını en çok zorlayacak konu olduğu da aşikar. Mevcut yapısıyla ve problem çözme konusundaki kötü geçmişine bakarak bugünden bu ağırlığın altından kalkamayacağını öngörmek de zor değil.

 

Dünya bir düzen değişikliğinin eşiğinde. Bu eşitsizlik ve adaletsizlikle daha fazla devam etmesi mümkün değil.

 

Bu değişim bir çatışma sonucu mu olacak yoksa gönüllü bir değişim mi hep beraber yaşayıp göreceğiz.

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fahrettin Damga Arşivi