Yüz yüze eğitim başladı ama
Yaklaşık 2 yıldır doğal olmayan bir virüsün sebep olduğu salgınla yaşıyoruz. Tüm hayatımızı değiştiren bir salgın bu. Alışkanlıklarımızı değiştirmemize sebep olan.
Süre uzadıkça sabrımız da kısaldı. Kimileri artık ne olacaksa olsun modunda. Kimisi de sıkı sıkıya uyarıları dikkate alıyor, hatta paranoya seviyesinde olanlar bile var. Velhasıl dengemizi bozdu salgın. Hem kişisel hem toplumsal psikolojimiz desteğe muhtaç durumda.
Salgına karşı alınan tedbirler de virüs gibi mutasyona uğradı. Hem de bilim adamı kılığında ekranlarda boy gösterenler insanların kafasını karıştırmaktan öteye gidemedi. Herkesin kafası soru işaretleriyle dolu. Başlarda maske takılıp takılmaması konusunda ikilemde kalan ve takılmasın diyen Bilim Kurulu artık kaç doz aşı olursanız olun kapalı ortamlarda maske takılması gerekir demeye başladı. Öyle bir uçtan diğer uca savruluyorlar.
Ah bir aşı çıksa da olsak derken bırakın tek dozu 3 doz olsak da virüsten kurtulamayabileceğimiz ortaya çıktı. Artık grip gibi hayatımızda hep olacak diyenler bile var. Ne yapsak olmadı.
Virüs o kadar yüksek hızla mutasyona uğruyor ki dün dönüp hastalık konusunda etkilenmeyeceğini düşündüğümüz çocuklarımızı da etkilemeye başladı. ABD’de son dönemde bildirilen pozitif vakaların % 29’unun çocuklar olduğu haberleri geliyor.
Keza ülkemizde de çocukların bulaşıcı hastalıktan nasibini aldığına dair haberler çoğalıyor. Tam da okullarda yüz yüze eğitim yeniden başlayabilmişken.
Alınan tedbirler, öğretmenlere ve çalışanlara getirilen PCR testi zorunluluğu, yaşanabilecek sorunlara büyük oranda çözüm getirmiş gibi görünse de problemler de yok değil.
2 yıldır okul yüzü görmeyen çocuklarımızın adaptasyon ve konsantrasyon problemi yaşayıp yaşamadığını henüz bilmiyoruz. Şimdilik gidip geliyorlar. Çok sorun yok gibi ama aradan bir ay geçtikten sonra okulların rehber öğretmenlerini bir dinlemek lazım sanırım. En çok onlara iş düşecek.
Her ne kadar uzaktan eğitim verildiği varsayımıyla hareket ediyor olsak da verilen eğitimin öğrenciye ne kadar ulaştığı, onda ne kadarı kaldığına dair henüz bir veri yok.
Sanırım hepimiz bu sürecin hasarsız atlatılamadığı konusunda hem fikiriz. Müfredat konusunda uzaktan eğitimi organize edip uygulayanlarla velilerin aynı kanaatte olmadığı, birebir örtüşmediği kesin. Evet müfredat tam anlamıyla uzaktan eğitim verilen sistemde yer aldı, kimi zaman tartışıldığı olsa da. Fakat tüm öğrencilerimizin okullarında yüz yüze aldıkları eğitimle kıyaslandığında ne kadar etkili olduğu konusu muamma.
Yüz yüze iken bile çocuğun dikkatini sağlama konusunda sıkıntı yaşayan bir eğitim sisteminin cep telefonu ya da bilgisayar üzerinden verilen derse karşı dikkati sağlama konusunda ne kadar başarılı olabileceği gerçek bir muamma ve araştırma konusu.
Bu konu “sisteme şu kadar öğrenci bağlandı” cümlesiyle değerlendirilemez. Mesele bağlanmak değil çünkü. Fakat bizde genelde olduğu gibi, “yaptık oldu”.
“Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” mantığıyla ne kurtarırsak kardır dedik gibi sanki. Sınava girecek öğrencileri önceleyerek yakın dönemde sınava girmeyecek olan ara sınıfları neredeyse gözden çıkardık. Eğitim sistemimiz her zaman yaptığı gibi sınav odaklı bir yaklaşım gösterdi. Şimdi dönüp geriye bakma zamanı. O sınava girmeyeceği için ihmal edilen sınıflara eğilme zamanı. Aldıkları hasarı en aza indirmek için neler yapılması gerektiğine kafa yorup harekete geçmek lazım. Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Öğrenciler açısından okula gitmemiş olmak, evde o çok sevdikleri cep telefonu ve bilgisayarla neredeyse 24 saat geçirmek çok çekici gelmiş olabilir. Aldıkları hasarın da farkında olmayabilirler. Milli Eğitim Bakanlığı’na düşen bu çocuklar vakit geçirmeden rehberlik öğretmenler eliyle yakın kontrole alınıp hasar tespit çalışması yapılması lazım. “Kervan yolda düzülür” mantığı bu konuda işlememeli. Yoksa en az 3 yaş grubunu daha sonra toparlamak daha zor olacaktır. Belki de kaybedeceğiz.
Kaldı ki Milli Eğitim Bakanlığı uzaktan eğitimde eksiklik olabileceğini varsayarak telafi eğitimleri açtı ama bu eğitimin sonuçlarına dair rakamlar hariç henüz kamuoyuna yansıyan bir araştırma ve analiz yok ortada.
Pandemi öncesi çocukların bilgisayar ve cep telefonuyla olan ilişkilerinin sınırlandırılması konusunda ebeveynlere tavsiyede bulanan eğitim camiası, salgın sebebiyle mecburiyetten eğitimi o teknolojik aletlerin içine hapsetmek ve çocukları onlara yönlendirmek zorunda kaldı. Bu da çocukların bağımlılıklarını pekiştirdi. Artık eğitimleri dahil tüm hayatları onların içinde. Gerçek hayattan tam anlamıyla kopma noktasındalar.
Geldiğimiz noktada yüz yüze eğitim başladığına göre çocukların cep telefonu ve bilgisayarla olan ilişkileri yeniden mi sınırlanacak, bu iş nasıl olacak, nasıl ikna edeceğiz çocukları?
Henüz bunları konuşamadık. Oysa acilen konuşmamız lazım.
Bu konuda sadece çocukların değil, ebeveynler olarak bizim de ne yapabileceğimize dair uzman desteğine ihtiyacımız var. Pandemi döneminde bu sorumluluğun neredeyse tamamı zaten ebeveynler üzerindeydi. Belki eğitim seviyesi yüksek kesimler bunun altından kalkabildi diye varsayalım ama ya altından kalkamayan ebeveynler ne halde ve tabii çocukları?
Çocuklarımız sıkıntı yaşarken öğretmenlerimiz yaşamadı mı peki?
Orada da durum pek iç açıcı değil. Özellikle zorunlu PCR ve aşı konusunda sıkıntılar var. Bu sebepten bazı okullarda öğretmen eksikliği yaşandığı haberleri geliyor.
Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik Eğitim Araştırma Merkezi (SODİMER) 10-12 Eylül 2021 tarihleri arasında yüz yüze eğitimde ilk haftaya dair 1897 öğretmenle online bir araştırma yaptı. Araştırmaya tüm kesimlerden özel okul, devlet okulu, köy okulu, şehir okulu, ilk öğretim, orta öğretim, yaşlı, genç, kadın, erkek öğretmenler katılmış.
“Aşı oldunuz mu?” diye sorulan öğretmenlerin % 17,2’si ilk doz, % 76,6’sı iki doz aşı olduğunu, % 6,1’i ise aşı olmayı düşünmediğini ifade etmiş. Aşı olmayan öğretmenlerin PCR testi uygulamasına yüksek oranda karşı çıktığı görülüyor.
“Aşı olmayanlardan haftada iki kez PCR testi istenmesini doğru buluyor musunuz?” sorusuna öğretmenlerin % 50.2’si evet, % 27,6’sı hayır cevabını verirken % 22,2’si ise kararsız olduğunu ifade etmiş.
Öğretmenlerin % 38,5’i okullarda maske ve dezenfektan ihtiyacı olduğunu, % 34,7’si maske ve dezenfektan ihtiyacı olmadığını söylerken, % 26,8’i ise okullarda kısmen ihtiyaç olduğunu belirtmiş.
Öğretmenlerin 19,7’si öğrencilerin maske, mesafe ve temizlik tedbirlerine uyduğunu, % 27,4’ü uymadığını söylerken % 52,9’u ise kısmen tedbirlere uyulduğunu ifade etmiş. Bu kurallara uyma eğiliminin okul öncesi kademesinde ortaöğretime göre daha düşük seyrettiği tespit edilmiş.
Öğretmenlerin %57,5’i okul personelinin maske, mesafe ve temizlik kurallarına uyduğunu belirtirken, %6,6’sı uymadığını, %35,8’i ise kurallara kısmen uyulduğunu ifade etmiş.
“Ders sürelerinin 40 dakika olarak belirlenmesini doğru buluyor musunuz?” diye sorulan öğretmenlerin % 11,8’i evet, % 5,3’ü kararsızım cevabını verirken % 83’ü hayır 30 dakika olmalı cevabını vermiştir.
“Okulların tekrar kapanacağını ve uzaktan eğitime geçiş yapacağınızı düşünüyor musunuz?” sorusuna öğretmenlerin % 39,9’u evet, % 29,5’i kararsızım cevabını verirken % 30,7’si hayır cevabını vermiştir. Kadın öğretmenlerde uzaktan eğitime geçiş olasılığı daha belirgin ifade edilmiş.
Çoktan seçmeli ve birden fazla cevabın işaretlenebileceği belirtilen, “Birinci haftanın sonunda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” sorusuna en fazla verilen cevapların % 55,1’i yorgun, % 43,9’u endişeli , % 37.1’i mutlu olmuş.
Görüldüğü üzere ilk haftada her şey öğretmenler açısından da dikensiz gül bahçesi değil. Onların da sıkıntıları ve endişeleri var. Onların da verdikleri aradan sonra psikolojik desteğe ihtiyacı var.
Umarız her geçen gün sıkıntıların azalıp normale döndüğü, okulların bir daha kapanmak zorunda kalınmadığı bir eğitim ve öğretim yılı olur.
Kayıp yıl demek, kayıp nesil demek.
Allah (C.C) esirgesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.