SEN DARBECİ MİSİN?
İki küçük hatıra.
Tarih 21 Eylül 2012.
Yer Silivri Cezaevi içindeki mahkeme salonunun önü.
Kadınlar gözyaşlarına hakim olamıyor.
Hatta ayakta bile duramıyorlar.
Çünkü az önce duruşma salonunda ismi okunan evlatları veya eşleri ile ilgili kararı dinlediler.
Balyoz davasında karar günüydü.
Mahkeme başkanı önce sessizliğin sağlanmasını istedi.
Sonra başladı kararları okumaya;
“1-Çetin Doğan Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren menetmek “suçunu işlediği sabit görüldüğünden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına…”
İbrahim Fırtına, Özden Örnek…
Sırayla devam etti kararları açıklamaya.
Belki de bu isimlerin ağır cezalar almasına hazırlıklıydı kamuoyu.
Haklıydılar demiyorum, kamuoyu hazırlanmıştı diyorum.
Nasıl olmasın?
İddialar korkunçtu.
Fatih ve Beyazıt Camii bombalanacak, darbeye zemin oluşturulacak vs.
Kararlar okunmaya devam ediyordu.
Sıra alt kademeye ve hatta yeni göreve başlayanlara geldi.
Müebbet kararları açıklanmaya devam ettikçe duruşma salonunda bir uğultu koptu önce.
Homurdanma sesleri, bağrışmalara dönünce jandarma, aileleri salonun dışına çıkarttı.
Herkes çok gergindi.
Az önce bin bir umutla yetiştirdikleri evlatlarının askerlikten atıldığını ve hatta ömür boyunca cezaevinde kalacaklarını öğrenmişlerdi.
Nasıl sakin olabilirlerdi?
O arada bazı sanıkların cezalarında indirime gidildiğini açıkladı mahkeme başkanı ama çoğunu kimse duyamadı bile.
Bir kaos vardı.
Mahkeme binası bu davalar için hazırlanan derme çatma bir binaydı.
Önünde 3-5 basamaklık bir merdiven vardı.
O merdivenlere çöküp kaldı anneler ve eşler.
Gözyaşları sel oldu.
Sahneyi izlerken dondum kaldım.
Bir yanda kararları haber merkezine yazdırıyor, bir yanda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Gözüm iki muhabirin sohbetine takıldı.
Aralarında konuşuyorlardı.
Haykırarak ağlayan anneleri izliyorlardı.
Kararın haklı olduğunu kanıtlamak ister gibi söylendi yanındakine;
“EEEE! Tabi evlatlarının neler yapmak istediklerinden haberleri yoktu” dedi.
Kesin hükmü aslında içlerinde vermişlerdi.
Ve ikinci hatıram.
Yer; bir zamanlar DGM, sonradan Ağır Ceza Mahkemesi olan Beşiktaş Adliyesi.
Yine gazetecilerle haber beklerken ayaküstü konuşuyoruz.
“Ya iyi hoş da adam yasal çerçevede bir toplantı yaptığını zaten kabul ediyor. Ama cami bombalama bilgisi bulunan ünlü CD’nin sahte olduğunu söylüyor.”
Aldığım cevap; “Sen darbecilere mi inanıyorsun?”
Yani bir anda Ergenekoncu , Balyozcu şucu, bucu olabilirdiniz o günlerde.
Adamlar eski cuntaların bu toplum üzerinde bıraktıkları yaraları kullanarak siville, askeri düşman etmeye çalışmış ve bunu kısmen de başarmışlardı.
Adalet terazisi o gün öyle tartıyordu ve konuşmak sizi o kefenin yanlış tarafına sokabilirdi.
Darbe günleri ve sonrasında gerçekten dünyanın en tehlikeli ve temizlenmesi en zor örgütü olarak gördüğüm FETÖ için bazen hukukun sınırları zorlandı.
Devlet kendini temizlemeye çalışıyordu.
Bunlara sözüm yok.
Ama bugün yine bazı hatalı görünen delilsiz kararları savunurken, ya emin misiniz diye soranlara aynı düşmanca o meşhur cümleyi tekrarlıyorlar.
Sen darbecilere mi inanıyorsun?
Bu cümleden gerçekten nefret ettim.
Ben kimseye inanmam.
Mahkeme terazisinin adil tartmasını istiyorum sadece.
Bu ülkede ağır aksak da olsa bir adalet anlayışı vardı.
Hatta yaşayanların söylediğine göre darbe günlerinde bile.
FETÖ adaleti onlara bile rahmet okuttu.
Eğer bugün adalet terazisi yine yanlış tartar yeni düşmanlar oluşturursa, evrensel hukuka aykırı kararlar verirse FETÖ’yü yenmiş sayılmayız.
Adalet düşmanlarımız için bile doğru tartmalı.
Yoksa FETÖ kazanmış olur.
Eğer “Adalet Mülkün Temeli” ise bu sarmaldan çıkmamız şart.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.