Mustafa AYCAN

Mustafa AYCAN

Bu provoke filmi tutmaz

Bu provoke filmi tutmaz

Sevgili dostlar, bu hafta başımızda dolaşan ve hemen her köşe başında, sohbetlerin birinci konusu fatura, geçim, enflasyon, zam işsizlik vs. furyalarına ek ve bence daha mühim bir musibet, karabulut gibi üzerimize çöreklenmeye çalışılıyor.

Atatürk, ekseni etrafında yoğunlaşmış, heykele saldırarak, farklı mecralarda küfür ve hakaretlerle baş göstermeye başlayan, çoğunda meczup, sarhoş gibi karakterler kullanılarak provokatif eylemlerle toplumun neye, ne kadar tepki göstereceğinin etütleri yapılıyor. Çıkacak sonuca göre hesaplamalar yapıp, hassas damarlarımızla nasıl yürüyüp kardeşi kardeşe kırdırma üzerine kurgulu bir senaryo daha geliştirmenin yol haritasını oluşturacaklar. Biz toplum olarak bu filmin versiyonlarını aslında geçmişte de izledik. Sağcı-solcu dediler, Türk-Kürt dediler, alevi-sünni dediler, dindar-laik dediler... Hep dediler, ama denemekten asla vazgeçmediler.

Bu provokatif prodüksiyonları yapanların tüm versiyonlarda vazgeçmediği tek ilke iç bölünme. Plato aynı, kurgu aynı, figüranlar farklı. Atatürk üzerine de geçmişte deneme filmleri çekildi aslında, ancak bir türlü fragman aşamasını geçip vizyona giremedi. Şu an yapılan sadece bir fizibilite. Uygun zemin oluştu mu? Toplum buna hazır mı? Onu kontrol ediyorlar. Nasılsa halkın büyük çoğunluğu şu an tef gibi gergin ya, bir yoklama çekelim ortam müsait mi bakalım çalışmasından ibaret.

Bu ülkeyi ayrıştırmak ve bölmek üzere gecesini gündüzüne katan bu güruhun anlayamadıkları şu ki, yüzlerce harbin, milyonlarca şehidin kanı ile sulanmış topraklar üzerine kurulmuş emsalsiz vatanın istikbaline, kurgulanmak istenen bu senaryo, sadece Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan ibaret olacaktır. Tıpkı geçmiş denemelerinde olduğu gibi.

Aslında bu senaryonun beyhude bir çaba olduğunu üstad çok daha net olarak anlatmış.

Hayranlıkla takip ettiğim, saygıdeğer üstat, tarihçi yazar, Turgut Özakman'dan bahsediyorum.

Meşhur, “Şu Çılgın Türkler” isimli kitabının bir bölümünde, gerçek bir olaydan alınmış hikâyesinde, kalemiyle hiç bir zaman boy ölçüşemeyeceğimiz bir biçimde, konuyu çok da güzel izah etmiş. Bu bölümü paylaşarak, ben susayım üstat konuşsun derim;

-Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.

--İçeri al.

Nazır Ziya Paşa subaylara bilgi verdi:

-Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.

-Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:

--Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.

Uzun boylu, kumral,  yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak yumuşak bir sesle:

-Oğlum" dedi. Dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?

--Evet efendim, doğru.

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

-Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?

--Hayır efendim gördüm. Nazırın canı sıkıldı:

-Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.

--Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:

-Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.

-Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.

--Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum. Nazır bıkkınlıkla:

-Söyle bakalım, dedi. Balkan Savaşı’nda teğmendim. Çanakkale’de üsteğmen. Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem. Harbiye Nazırı bozuldu:

--Anlamadın galiba.  Harbiye Nazırı olarak emrediyorum. Yüzbaşı sükûnetle:

-Anladım efendim, dedi. Apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:

--Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü.  Oturan subayların, İstanbul’u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan büyüktü. Gözleri dolarak,  yüzbaşıya selam durdular.”

Üstada saygılarımla.

Allah, bu ülke üzerine çorap örmek isteyen her kim varsa, bu günde, yarın da o çorabı başına giydirsin.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa AYCAN Arşivi
SON YAZILAR