Mustafa AYCAN

Mustafa AYCAN

Eşekten düşeni getirsek düzelir mi?

Eşekten düşeni getirsek düzelir mi?

1940'lı yıllar, engelli dünyasına dair iki birbirine zıt örnekten bahisle başlayalım istedim bugün;  Adolf Hitler’e göre savaş zamanı "iyileşme olasılığı olmayan hastaların ortadan kaldırılması için en iyi zamandı". Birçok Alman kendilerinin "üstün ırk" kavramı için yeterli niteliklere sahip olmayan bireylerin hatırlatılmasını istemiyordu. Fiziksel ya da zihinsel olarak engelli olanlar, toplum için "yararsız" , genetik Ari saflığına yönelik bir tehdit, sonuç olarak da yaşamaya layık olmayanlar olarak görülüyordu. II. Dünya Savaşı’nın başında zihinsel ve fiziksel engelli kişiler ile akıl hastaları, nazilerin "T-4" ya da "ötenazi" olarak adlandırdıkları program kapsamında öldürülmek üzere hedef olarak belirlendi. Bu T-4 projesi kapsamında 200 binden fazla engellinin, muhtelif şekillerde öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Aynı yıllarda ABD’de engelli çocuğa sahip aileler çocuklarının eğitimi için organize olmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda, sivil toplum örgütlerinin etkisiyle engellilerin haklarına ilişkin mevzuatın oluşturulmasına, devlet okullarının çocukları ile ilgili verdiği kararlara katılma, engellilere yönelik tutumların değiştirilmesi gibi engelli çocuk ve ailelerinin eğitim haklarının tesisi sağlanmıştır.

Ülkemizde ise, durum aynı yıllarda, bu kadar vahim değilse bile, ne ABD kadar iyi, ne de bir nazi Almanyası kadar vahimdir.

Osmanlı kültüründen gelen detaylarına girmeyeceğim, engellilere verilen muhteşem hak ve önemin, bahsi geçen yıllarda adından eser kalmamış. Diğer ülkeler bayrağı bir adım ileriye götürürken biz nedense aşağıya çekmişiz. En azından kendi eğitim ve çalışma hayatımı kapsayan dönem için, bizzat yaşadığım dönemde hiç de güzel anılar biriktirmiş değilim. Bizdeki durumu bizzat yaşadığım dönemi, çok kapsamlı örneklerle kitap haline getirebilirim, ancak konuyu iki kısa örnekle özetleyebiliriz; 1970’li yıllarda (dikkat edin 1940’lar değil) Türkiye'nin o dönem tek ortopedik engelliler okuluna kabul edilerek öğrenime başladığım için, kendimi çok şanslı olarak görüyordum. Meğerse, o okulda görev alan öğretmenler, bu işin eğitimini almış olan özel eğitim öğretmenleri değil, sürgüne gönderilen öğretmenlermiş. İlkokul sürecinde bu öğretmenlerle geçen eğitim sürecini, yaşadıklarımı, şahit olduklarımı hayal gücünüze bırakıyorum. İş hayatıma başladığımda, çalıştığım binaya engelli tuvaletinin bir zaruret olduğunu amirlerime anlatmam 10 yılımı aldı.

Nihayetinde engellilerin yaşamları, her dönemde zorluklarla dolu. Ancak, tarihi incelediğinizde zorluk ya da zulümlerin engellerin kendilerinden çok, çevrelerinden kaynakladığını görüyoruz. Zorluklar her dönemde, diğer insanların onlara bakış açılarından ortaya çıkmış. Maalesef ülkemizde de engelliler, sıkıntıları anlaşılamadığı ve bu konuda özellikle eğitim sisteminde, büyük eksikler olduğu için zordalar. Engellilerin 21’nci yüzyılda, orta çağlardaki kadar olmasa da, birçok bakımdan sıkıntı çektiği ortadadır. Her ne kadar, son 10 yılda ülkemizde bu konuda ciddi adımlar atılmış olsa da daha yolun çok başındayız. Çözüm üretecek koltuklara, Nasrettin Hoca'nın meşhur formülüyle başlanabilir sanki; Hoca bir gün eşekten düşmüş, başına insanlar toplanmış. Hocaya demişler ki: -Hocam bir doktor çağıralım mı? Hoca ise: “Yok yok, benim halimden doktor anlamaz, anlasa anlasa eşekten düşen anlar. Siz bana eşekten düşen birisini getirin, eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlar” demiş.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa AYCAN Arşivi