ÇİFTÇİ TOPRAĞA KÜSERSE
Son yıllarda yüksek girdi maliyetler nedeniyle çiftçilikten vazgeçen vatandaşlarımızın sayısı gittikçe artıyor. Pek çoğu tarlasındaki ürünü söküp bir daha ekmemek üzere toprağını sürüyor, hatta satıyor. Çiftçiler toprağına küserek kırsal alandan şehirlere göç etmeye başladı. Tarım ürünleri ithalatı gün geçtikçe artıyor. Tarımsal faaliyetlerle uğraşanların sayısı gün geçtikçe azalıyor.
Öte yandan ülkemizdeki çiftçi yaş ortalaması da ellinin üzerinde seyrediyor. Çiftçilikle geçimini sağlayanlar çocuklarını ben yaşayamadım hiç olmazsa sen yaşa diye ya şehre gönderiyor, ya da başka işlere yönlendiriyor. Yani çocuklarını çiftçiliğe özendirmek bir yana uzaklaştırılıyorlar. Hoş gençlerde çiftçiliğe pek heves etmiyor. Peki, gıda güvenliğinin sigortası konumundaki çiftçilerimiz üretimden vazgeçmeye devam ederse, gençler tarımla uğraşmaz ise, bu ürünleri kim ekip dikecek sağlıklı gıdaya nasıl ulaşacağız?
Bu yazıyı yazdığım 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü nedeniyle pek çok duyarlı kişi kurum ve kuruluş genel olarak çiftçiler gününü kutluyordu. Ortak bildirilerde “Toprağa emek veren, nasırlı elleriyle toprağı işleyen, bize toprağın bereketini sunan tüm çiftçilerin dünya çiftçiler günü kutlu olsun”. Cümleleri ile destek veriliyordu.
Baktım da bu önemli günde hiçbir yetkili kişi ve kurumdan çiftçinin geleceğini aydınlatan, cesaretlendiren, yüzünü güldürecek bir destek açıklaması gelmedi. Hepimizin gıda güvenliğinin sigortası konumundaki çiftçilerimiz toprağa küserse ve tarım sektörü gittikçe kan kaybederse gıda enflasyonu durdurulamayacağı gibi Allah korusun yarın ekmeklik buğdayı yetiştirecek ne çiftçi ne de tarım alanı bulamayabiliriz.
Son yıllarda (elli yıl) uygulanan ekonomik politikaların bir sonucu artan girdi maliyetleri yanı sıra verimli tarım topraklarının imara açılmasıyla birlikte tarımsal üretim azalmaktadır. Azalan tarım ürünlerine ulaşımında ortaya çıkan hayat pahalılığını önlemek adına mevcut hükümetin en kolay yaptığı şey; tarım ürünleri ithalatını kolaylaştırmak ve ithal buğday, mercimek nohut ve fasulye ile idare etmek çare mi? Bu durumun sürdürülebilirliği mümkün mü?
Yoğun nüfusa sahip ülkeler hızla sanayileşmeye başladıklarında, onları ağır bir biçimde tahıl ithalatına bağımlı kılan üç unsur ortaya çıkmaktadır: Gelirler arttıkça: Tahıl tüketimi artıyor, Tarım arazileri azalıyor, Tahıl üretimi düşüyor.
Günümüzde tahıl ihtiyacının %70’ini ithal eden Japonya’da yukarıdaki üç etki birlikte görülen örnek bir ülke olduğundan olayların bu şekilde gelişmesine Çevrebilimci Lester R Brown “Dünyayı Nasıl Tükettik” adlı eserinde bu durumu “Japon Sendromu” olarak değerlendiriyor. Peki, bizde de Japon Sendromu yaşanır mı? Tartışmaya dahi gerek yok. Her iki ülkenin ekonomik durumuna bakın yeterlidir.
Ülkemizde, tarımsal ürünlere talep artarken, maalesef ekilebilen tarım arazileri her geçen gün azalıyor. Amaç dışı kullanımın en yaygın görüldüğü alanlar olarak sanayi, inşaat, turizm, madencilik ve ulaştırma amaçlı kamu yatırımları olarak dikkat çekiyor Türkiye’de nüfusun artması, buna karşılık toplam tarım alanları miktarının azalması sonucu kişi başına düşen tarım alanı miktarı da azalmaktadır.
Türkiye’de 2000’de 26,4 milyon hektar büyüklüğünde olan ekilebilir tarım alanları 2022 yılına gelindiğinde 23,1 milyon hektara geriledi. Tarım alanlarımızın neredeyse yüzde 13’lük kısmı azaldı. Çiftçi sayısı da geriledi.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) verilerine göre 2002 yılında Türkiye’de yaklaşık 2,6 milyon çiftçi varken, nüfusumuzun artmasın rağmen bu rakam 2023 yılı sonu itibarıyla 2,2 milyona kadar geriledi. Tabii bu rakama sadece tarımsal yardım desteğinden faydalanmak için ailecek kayıt yaptıran değişik meslek sahipleri de dâhildir. Gerçekten çiftçilikle uğraşan sayısı daha azdır.
TÜİK verilerine göre ülkemizde tarımda istihdamda geriliyor. 2002 yılında toplam istihdamın %34,9’u (7,4 milyon) tarımda çalışmakta iken 2021 yılında toplam çalışan sayısının yüzde 14,6’ya (4,5 milyon) gerilediği görülüyor. Tabii bu gerilemenin nedeni çiftçinin üretim girdilerinin artması ve gelirlerinin düşmesi olarak açıklansa da bu tek başına yeterli değildir.
Bütün bunlara rağmen; ülkemiz tarım alanları varlığı ve tarım çalışanlarının kapasitesi doğru yönetilir ve sürdürülebilir plan ve projelerle desteklenirse kendi kendine yetmeye devam edeceği gibi dünya gıda güvenliğinde söz sahibi ülke olma potansiyeline sahiptir. Yeter ki doğru tarım politikaları uygulansın, tarıma ve çiftçiye gerekli önem ve değer verilsin.
Birleşmiş Milletler Raporu (2020) uyarıyor: Dünyada her geçen gün açlık çeken insan sayısı artarken ve kötü beslenme giderek yaygınlaşırken 2030 yılı itibariyle Sıfır Açlık Hedefine ulaşmak mümkün olmayabilir. Onun için ülkeler gıda güvenliği sorununu milli güvenlik meselesi olarak görmeli ve tedbir almalıdır. Yani bir ülke kendine yeterli enerji-su -gıda üretmeli; çiftçisine gerekli önemi ve desteği vermelidir. Buna Türkiye’de dâhildir. Yarın çok geç olmadan. Tarımı, toprağı hor gören geleceğini zor görür. Çiftçi yoksa ekmekte yoktur. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.