DÜNYA GIDA GÜVENLİĞİ VE GELECEĞİMİZ
Dünyanın dört bir tarafında yer alan ulusların “Dünyadaki açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırmak!” gibi tek bir ortak hedefte buluşmasıyla kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim “Dünya Gıda Günü” olarak kutlanmaktadır.
Her yıl FAO tarafından belirlenen bir tema çerçevesinde yapılan Dünya Gıda Günü etkinliklerinde, gıda üretimi, tüketimi ve gıda güvencesine ilişkin konular gündeme taşınarak küresel anlamda büyük önem arz eden açlık ve açlıkla mücadeleye dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Bu senenin ana teması “Büyütelim Besleyelim Hep Birlikte Sürdürelim”. Bunun için FAO’nun hazırladığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan broşürde: “Bizler Ne Yapmalıyız” başlığı altında bakın ne diyor:
“Açlığın ve dengesiz beslenmenin olmadığı bir dünyayı hayallerden gerçeğe taşımak için hepimize düşen bir rol var. Kriz dönemlerinde sürdürülebilir yaşam tarzına sıkı sıkıya bağlı kalmalıyız. Sağlıklı gıda tercihleri yapmaya devam edebiliriz. İsrafı azaltmak için çaba gösterebiliriz. Devletleri, işletmeleri ve kuruluşları bilgi paylaşımı, sürdürülebilir ve dayanıklı gıda sistemleri ve geçim kaynaklarını teşvik etmeleri yönünde destekleyebiliriz. Hep birlikte büyütebilir, besleyebilir ve hep birlikte sürdürebiliriz.”
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’ nün konuyla ilgili olarak ülkelere çok önemli şu beş çağrıyı yapıyor:
1. Küçük çiftçiye üretim ve pazarlamasında destek olun,
2. Gıda ve yardım programlarını genişletin,
3. Darboğazlara odaklanarak, gıda değer zincirini canlı tutun,
4. Politikalarınız küresel ticareti kesintiye uğratmasın,
5. Makroekonomik gelişmeleri iyi yönetin, gıda enflasyonuna fırsat vermeyin.
Gıda, temel insani bir ihtiyaç ve haktır; dini, dili, rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun beslenmek, sağlıklı gıdaya ulaşmak her insanın en temel hakkıdır. Bu birincil hakkın, sağlık hakkıyla birlikte işler hale gelebilmesi için gıdaya erişmenin yanında var olan gıdanın, insan sağlığına tehdit oluşturmayacak şekilde korunması ve güvence altına alınması gerekmektedir.
Dünya nüfusu 2019 yılında 7,6 milyara ulaştı. 2050 yılına gelindiğinde nüfusun 10 milyara ulaşması bekleniyor. Bu demektir ki gıda talebi ciddi oranda artacak. Dünyada 2 milyar insan, güvenli, besleyici ve yeterli gıdaya erişim sağlayamıyor. Yaklaşık 820 milyon insan, açlık sınırının altında yaşıyor. Gelecekte bu sayıların artmasından endişelenen devletler önce kendi ülkelerinin daha sonra dünyanın gıda güvencesi için pek çok araştırma ve çalışmalar yapıyorlar.
Bakınız Amerikan Tarım Bakanlığı Tarafından 1953 yılında yayınlanan ve bizde TEMA Vakfı yayınları arasında (yayın no:22) 1998 de piyasaya sürülen “Toprağın 7000 Yıllık Öyküsü” kitabının yazarı Walter Clay Lowdermilk, 1938-1939 yıllarında çeşitli ülkelerde medeniyetlerin çöküşü konusunda yaptığı araştırmalarda şu sonuca varıyor:
Çin’deki açlık üzerine yaptığım çalışmalarda, her şeyin yiyecek maddeleri karşılığında alınabildiğini gördüm. Ülkeler, istila ettikleri topraklardaki insanlara boyun eğdirmek için gıda maddeleri dağıtımını kontrolleri altına almışlardır. Eminim mecbur kalsak bizler de yiyecek uğruna özgürlüğümüzden vazgeçeriz. Hiçbir şey yiyeceğin yerini tutamaz. Yani diyor ki: Tarıma önem vermezseniz gelecekte önünüze iki seçenek çıkacak: Açlık mı? Özgürlüğünüz mü? Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayan ülkelere bir bakın, bunu onlar mı istemiş yoksa mahkûm mu edilmişler?
Tam bu noktada kendi ülkemize gelelim. Türkiye coğrafik konumu, verimli tarım toprakları, biyolojik çeşitliliği ve doğal kaynaklarıyla stratejik konumu çok hassas bir ülke. Tüm dünya, böyle verimli topraklara ve doğal güzelliklere sahip olmak ya da hükmetmek ister. O yüzden dünyanın gözü üzerimizde. O yüzden bizim de söz sahibi olmamızı, gelişmemizi istemiyorlar.
Birinci dünya savaşı sonrası yok olmaya mahkûm edilen Türk milleti, kendi küllerinden yeniden doğmuş ve 1923 de büyük önder M. Kemal ATATÜRK liderliğinde kurulan Cumhuriyetle ilelebet payidar kalacaktır. İstikbal ve istiklal mücadelemizin anahtarı “Kutsal Vatan Topraklarına Sahip Çıkmaktır”. Özellikle savunma sanayiinde ve milli meselelerde gösterdiğimiz hassasiyeti bu alanda da göstermeliyiz. Çünkü geleceğin sigortası gıda güvenliği, gıda güvenliğinin sigortası tarım topraklarına sahip çıkmak, verimli tarım topraklarını korumak ve tarım kahramanlarını (çiftçilerimizi) desteklemektir. Unutmamak gerekir ki toprak varsa hava var, su var, besin var. Toprak yoksa hayat yok, gelecek yok.
Ancak artan nüfus, plansız kentleşme, sanayileşme, teknolojideki baş döndürücü gelişmelerle birlikte maalesef tarım topraklarımız amaç dışı kullanıma ve imara açılıyor, ekilebilen alanlar azalıyor, buna bağlı olarak da ürün rekoltesi düşüyor. Girdi maliyetleri artışı devam ediyor ve üretilen ürünlerin satışı tarım çalışanlarını memnun etmiyor. Tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan insanlar zamanla bu işi teker teker bırakıyorlar. Halbuki çiftçiler, üreticiler ve üretim varsa gıda güvence altındadır. Yakın zamana kadar kendi kendine yeten ülkeler arasında yer alırken, maalesef pek çok gıda maddesini ithal eder hale geldik. Peki ya sonra?
Tarım ve Orman Bakanlığının web sitesinde yayımlanan tarım istatistiklerine göre: İthal edilen ürünlerle, ihraç edilen ürünlerin listesini incelediğimizde; kendimize yeten, ihraç ettiğimiz ve dünya genelinde söz sahibi olduğumuz ürünler arasında fındık, üzüm, kayısı, incir, limon, mandalina, nar, portakal, mandalina, elma, şeftali, greyfurt, havuç, kabak, biber, hıyar, bezelye, ıspanak, pırasa, lahana, marul ve patlıcan var. Buna göre sebze meyve ve narenciyede iyiyiz. Ancak baklagiller, bazı tahıllar ile yağlı tohum ve yem bitkileri gibi stratejik ürünlerin üretimi ülke ihtiyacını karşılanamadığı için ithal etmek zorunda kalıyoruz. Yani besleyici doyurucu bazı ürünlerde dışa bağımlıyız.
Tüm dünya şunu çok iyi biliyor: Gelecek süreçte tarımda iyi olan ülkeler ön plana çıkacak. Tarımda ülkelerin kendi kendine yetmesi çok önemli bir silahtır. İleride silahı olanın değil gıda ve tarımda kendisine yeten ülkelerin dünyada söz sahibi olacağı ve diğerlerine hükmedeceği kaçınılmazdır.
Öte yandan içinde bulunduğumuz pandemi süresinde bazı ülkelerin buğday ihracatına kısıtlama getirdiği dikkate alınırsa bu kısıtlama ilerleyen günlerde belki başka ürünlerde de olabilir. Çünkü ülkeler yetiştirdiği ürünlerle öncelikle kendi vatandaşlarını beslemeyi ön plana alacak ve satışı durdurabilecektir. Yani parasını verseniz bile dışarıdan ürün bulamayacak veya alamayacaksınız.
Aslında Hükümetin başlattığı yerli ve milli üretim bu alanda daha da önem kazanıyor. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütünden yüzyıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ülkeyi bağımsızlığa kavuşturduktan sonra, başta ekonomi olmak üzere tüm alanlarda ülkesinin ilerlemesine yönelik çaba sarf ederken özellikle Tarıma öncelik vermiş ve hedefi göstermiştir: “Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca yayılmayı kolaylaştıracaktır. Fakat bu çok önemli işi isabetle amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi etütlere dayalı bir tarım politikası tespit etmek ve onun içinde, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir tarım rejimi kurmak lazımdır.” İfadeleri ile bize yol gösterici olmalıdır. Hep bilirlikte bu sese kulak vermek gerekir. Dünya Gıda Günü kutlu olsun. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.