Günah keçisi “Küresel Isınma”
Ülkemizde yaşanan her olağan dışı hava olayından sonra çokça tekrarlanan ifadelerin başında “küresel ısınma” gelmektedir. Küresel ısınma bu tip olayların neden olduğu felaketlerin müsebbibi adeta “günah keçisi” durumuna sokulmaktadır.
Yaşadığımız felaketlerin sorumluluğunu sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vs. faktörlere bağlı olabileceğini düşünmeden kolaycılığa kaçarak, bütün günahları küresel ısınma ya da küresel iklim değişikliğine bağlamak haksızlık olmuyor mu?
Nitekim geçen hafta içinde İstanbul ve Bursa’da etkili olan, diğer pek çok şehrimizde yaşanan sel, taşkın, fırtına, hortum gibi hava hadiseleri ve bu hadiselerin neden olduğu zararların faili olarak da yine küresel ısınma işaret edilmektedir.
Hırsız giren evin sahibine neden kapını kilitlemedin? Neden pencereyi açık bıraktın? gibi suçlamalardan sonra söylediği “kardeşim hırsızın hiç mi günahı yok?” dediği gibi ben de size soruyorum:
Bütün bunlara davetiye çıkaran insanların, yasayı bir kez delmekle bir şey olmaz diyenlerin, doğal kaynakları sorumsuzca tüketenlerin, doğal yaşama müdahalesi olanların hiç mi suçu yok?
Dere yatağına kurudu nasılsa deyip ev yapanların, oraya imar izni verenlerin, şehirlerde sığınak olması gereken bodrum katlara oturma izni verenlerin, yüksek yüksek binaları dikerek ısı adası oluşturanların, plansız kentleşme ve sanayileşme nedeniyle yeşil alanları, verimli tarım topraklarını yok edenlerin, etrafı beton yığınına çevirenlerin hiç mi günahı yok?
Evet doğrudur. Meteorolojik gözlemlere göre dünyanın ortalama hava sıcaklığın atmosfere salınan başta karbondioksit olmak üzere sera gazları nedeniyle son elli yılda 1 dereceye yakın (0.8) arttığı bilimsel bir gerçektir. Sera gazlarındaki artış ile ortalama sıcaklıktaki artış arasındaki ilişki küresel iklim sisteminde değişikliğe neden olmaktadır.
Ancak insanoğlunun bu sisteme yaptığı diğer müdahaleler yüzünden iklim değişikliğinin çevresel etkileri toplumda beklenenden daha ağır hasarlara yol açmaktadır. İşin garip tarafı doğaya bu müdahaleleri yapanlarla felaketlere maruz kalanların aynı kişiler olmaması. Zaten olmuş olsalardı, bu müdahalelerini yapmayı sürdürmezlerdi.
İnsanoğlu bir taraftan atmosfere sera gazları ve diğer kirleticileri salarken diğer taraftan yer yüzeyinde önemli değişiklikler meydana getirmektedir. Çevre kirliliği, ormanlık alanların hızla yok edilmesi, sulak alanların kurutulması, fosil yakıt kullanımındaki artış, yarı kurak alanların çölleştirilmesi, plansız kentleşme, tarım alanlarının imara açılması, betonlaşma vb. faaliyetler maalesef küresel iklim değişikliğinin çevresel etkilerine davetiye çıkarmaktadır.
Şehirlerde yükselen sıra sıra gökdelenler maalesef şehir ısı adalarına yani şehirlerde çevrelerine göre daha sıcak alanların oluşmasına neden olmaktadır. Bu alanlar rüzgar akışını engellediği gibi, kar olarak düşen yağışların yağmura dönmesine, dikine gelişmeli bulut oluşumunu (cumulonimbüs) kolaylaştırmakta, bu bulutunda fırtına, gök gürültüsü, şimşek, kısa süreli ancak kuvvetli sağanak ve dolu yağışlarına sebep olduğu da meteorolojik bir gerçektir.
İnsan eliyle doğaya yapılan müdahaleler neticesinde ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle normal seyrinde olması gereken hava olaylarının süresinde, şiddetinde ve etkilerinde farklılık gözlemlenmektedir. Yaşanan afetlerde bazen hortum, bazen çığ, bazen fırtına, bazen sel ortalığı yıkıp yok etmekte, hatta can kayıplarına dahi neden olmaktadır. Bu afetlerde kaybettiğimiz canların hesabını küresel iklim değişikliğinden mi soracağız yoksa bunlara davetiye çıkaranlardan mı?
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ile Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından 1988 yılında kurulmuş olan Hükümetler arası İklim Değişikliği Panelinde (IPCC) ortaya konan küresel ısınma senaryolarının yanı sıra pek çok bilim insanının yürüttüğü projelerle iklim değişikliğinin çevresel etkileri açık açık ortaya konmaktadır. Her ülke kendi senaryoları üzerinde çalışmakta ve belirli aralıklarla senaryolarını güncellemektedirler.
Yıllardır benimde işaret ettiğim gibi, hiçbir ülkenin geleceği dünyanın çevresel geleceğinden ayrı düşünülemez. Geleceğin anahtarı ise iklim değişikliğine uyumda saklıdır.
Ülkemizde bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve koordine edilen “Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı (2011-2023)” bu konuda her kurum ve kuruluş için rehber niteliğindedir. Burada başta yerel yönetimler olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşa görevler verilmiştir. Bu konudaki çalışmaları koordine etme görevi il müdürlüklerindeki (İDEP) odak noktalarındadır. Emekli olduğum 2015 yılına kadar bu görevi yürüten biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki o zaman bu konu diğer kurumlar tarafından bir angarya gibi görünüyordu, ama artık ciddiye alınması gerekmektedir.
Bunun için önce “küresel ısınmayı/iklim değişikliğini” birilerini suçlamak ya da üstünden sorumluluğu atmak için bir “günah keçisi” olarak kullanmaktan vazgeçilmelidir. Ülkemizin her ilinde ve hatta her ilçesinde kısacası, küresel ısınma kaynaklı gördüğümüz pek çok sorunumuzun çözümü için işin uzmanlarını dinleyip gelecek planları yapmalı ve yaptığımız planları eyleme dönüştürmeliyiz.
Nitekim, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Uğur İbrahim ALTAY’ın “iklim değişikliği ve küresel ısınmanın 21. yüzyıl dünyasının en büyük tehditlerinden birisi olduğunu belirterek, dünya hükümetlerinin ve yerel yönetimlerin geleceğimizi tehdit eden bu soruna karşı etkin şekilde mücadele etmesi gerektiği” yönündeki açıklaması ve başlatılan “Konya İklim Değişikliği Eylem Planı” çalışmaları çok kıymetli bir adımdır. İnşallah başarıya ulaşır. Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.