Seydişehir’in kurucusu
Makâlât’ta şehrin kuruluşu sırasında Seyyid Hârun’un pek çok keramet gösterdiği ve bazı ilâhî işaretlerle kendisine şehrin planının verildiği aktarılır, şehrin kuruluşu ayrıntılı biçimde anlatılır. Seyyid Hârun şehrin ilk nüvesi olarak kale, mescid, medrese, zâviye, hamam ve bazı evler inşa eder. Eserde bu tarz örneklerin verilmesi Seyyid Hârun’un şehir kurucu derviş vasfına yapılan vurgu şeklinde değerlendirilebilir. Seydişehir’in fizikî yapısının Seyyid Hârun Külliyesi’nin etrafında gelişmiş olması ve Anadolu Selçukluları döneminde bu bölgede bir şehrin mevcut olmaması şehrin onun tarafından kurulduğunun bir göstergesidir. Seyyid Hârun’un şehrin kuruluşundan sonra inzivaya çekildiği, namazlarını cemaatle tekkesinde eda ettiği, hiç kimseyle konuşmayıp tefekkür içerisinde ömrünün kalan kısmını burada geçirdiği belirtilmektedir. Türbe kitâbesinden anlaşıldığına göre Seyyid Hârun 23 Rebîülevvel 720 (3 Mayıs 1320) tarihinde vefat etmiştir. Türbesi muhtemelen aynı yıl içerisinde vasiyeti üzerine tekkesinin bulunduğu yere inşa edilmiştir.
Anadolu’nun en eski seyyid ailelerinden birinin atası olan Seyyid Hârun’un bir tarikat mensubu olup olmadığı konusunda bilgi bulunmamaktadır. Makālât’ın “Sülûk-i Hârûn alâ tarîk-i Muhammed Mustafâ” başlıklı ikinci bölümünde onun Hz. Peygamber’in yolunu takip ettiğine dair bilgilerin yer alması Seyyid Hârun’un Üveysîliğine yapılan vurgu şeklinde değerlendirilmelidir. Seyyid Hârun’un gerek yaşadığı dönemde gerekse daha sonraki dönemlerde fikirleri, hayat tarzı ve sahip olduğu misyonla toplum nezdinde önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. O, sadece şehir kurucu bir derviş tipi değil diğer pek çok noktada belirleyici bir önder, ilâhî sırlara vâkıf, doğru yola iletici, duasıyla şifa veren, yoksulları gözeten bir velîdir. Maya ismi verilen köyü kurduğunda buranın halkına sütten nasıl yoğurt ve peynir yapıldığını öğrettiğine dair verilen bilgi oldukça ilginçtir, Seyyid Hârun’un bir diğer özelliği bölgedeki gayri müslimlere karşı savaşan bir gazi-derviş olmasıdır. Gerek Seydişehir’e ilk geldiğinde gerek şehri kurduktan sonra kâfirlerle savaşmış, halifelerine de onlarla savaşmayı emretmiştir.
Makâlât’ta verilen bilgilerden Seyyid Hârun’un dönemin siyasî çevreleriyle yakın ilişki kurduğu anlaşılmaktadır. Eşrefoğlu Mübârizüddin Mehmed Bey, başlangıçta Seyyid Hârun’dan çekinip düşmanca bir tavır takınmasına rağmen sonradan onun iktidar hırsı içinde olmayıp dervişlikten başka gayesi bulunmadığını görünce en büyük destekçisi olmuş, Seydişehir’de kurulan külliye için Seydişehir ve Beyşehir’de vakıflar tahsis etmiştir. Seyyid Hârun’un Turgutoğulları ile de yakın ilişki içerisinde olduğu görülmektedir. Bu ailenin pek çok ferdinin Seyyid Hârun Türbesi’nde gömülü olması bu yakınlığın siyasî olmaktan ziyade mânevî olabileceğini düşündürmektedir. Karamanoğlu II. İbrâhim Bey’in Ulukilise köyündeki arazileri, İbrâhim Bey’in âzatlı kölesi Bahadır Ağa’nın Seydişehir Yenice köyündeki bir çiftliği Seyyid Hârun Tekkesi’ne vakfetmesi onun bu beylik nezdinde de itibar sahibi olduğunu göstermektedir. Seyyid Hârun’un çevredeki diğer sûfîlerle de münasebet kurduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri Seydişehir’e bağlı Mahmud Hisar köyünde tekkesi bulunan Didiği Sultan’dır. Didiği Sultan menâkıbına göre kendisi Anadolu’ya geldiğinde Seyyid Hârun ile karşılaşmış, ölümünden sonra onun cenaze namazını kılmıştır, Makālât’ta ise Seyyid Hârun ile Didiği Sultan arasında yakın bir dostluk olduğu, Didiği Sultan’ın ölümünü duyunca çok üzülen Seyyid Hârun’un, gıyabında onun cenaze namazını kıldığı belirtilmektedir.
eyyid Hârun’un yanından ayrılmayan, Seydişehir’i kurduğu sırada kendisine yardım eden dervişlerin “baba” unvanı taşımaları bunların daha ziyade kalenderî bir anlayışa sahip oldukları izlenimini uyandırmaktadır. Seyyid Hârun ölümüne yakın bu halifelerini irşad için değişik bölgelere göndermiştir. Mahmud Seydi’yi Alâiye’ye, Zekeriyyâ Baba’yı Manavgat’a, Ali Baba, Gök Seydi, Kilimpûş ve Siyah Derviş’i Teke-ili’ne, Akça Baba’yı Germiyan’a, Nasibli Baba’yı Aydın’a, Gök Demir’i Adalar’a, Haydar Baba’yı Rumeli’ye yollarken gittikleri yerlerde hak yolundan ayrılmamalarını, cihad etmelerini ve yoksulu gözetmelerini tavsiye etmiştir, Halifelerin gönderildiği merkezler dikkate alındığında Seyyid Hârun’un Akdeniz ve Ege bölgelerinin İslâmlaşma sürecindeki etkisi açık biçimde ortaya çıkar. Makâlât’ta belirtildiğine göre Seyyid Hârun’un Halife Sultan adlı bir kızı babasından sonra müridler arasında yapılan oylamayla tekkenin şeyhi olmuş ve bu görevi yaklaşık kırk yıl sürdürmüştür. Seyyid Hârun’un kardeşi Seyyid Bedreddin onunla birlikte Anadolu’ya gelmiş ve Konya’da Hatunsaray yakınlarında vefat etmiştir. Tekkenin idaresi Halife Sultan’ın ardından Makâlât’ın yazarı Abdülkerîm’in büyük dedesi Şeyh Mûsâ’ya geçmiş, Şeyh Mûsâ’dan sonra bu aile tarafından sürdürülmüştür. Osmanlı Devleti, Seyyid Hârun’un evlâtlarına büyük saygı göstermiş, Eşrefoğulları ve Karamanoğulları döneminden beri mevcut olan vakıfları onayladığı gibi yeni vakıflar tahsis etmiştir. Seyyid Hârun Zâviyesi XVI. yüzyılda Seydişehir ve Bozkır bölgesinin en zengin vakfıydı. Seydişehir’in merkezindeki derici, fırıncı, değirmenci vb. esnafın kontrolü bu ailenin eline verilmişti ve aile fertleri her türlü vergiden muaftı (Erdoğru, Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı, s. 98-99). Seyyid Hârun’un Seydişehir’de kurduğu medrese de ailenin önemli faaliyet merkezlerinden biriydi; Seyyid Hârun neslinden gelenlerin ders verdiği bu medrese bölgenin meşhur bir eğitim kurumuydu, Seyyid Hârun’un ailesinden bir ikinci kolun Seydişehir dışında Konya sahrasındaki konar göçer Atçeken oymakları arasında yaşadığı görülmektedir. Tahrir defterlerinde “cemâat-i evlâd-ı Seyyid Hârûn” şeklinde kayıtlı olan bu grup Seydişehir yakınlarındaki Turgut kazasında ve civarında yaşamaktaydı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.