Kültürel Amelelik
Güç, güçlü ekseriyetle çoğul bir anlam taşımaktadır. Oysa çoğullar gerçekte bir tekin hareketinden ya da teklerin bir araya gelmesinden sonra oluşmaktadır. Genel ne kadar yanıltıcı olsa da özel her zaman daha isabetli bir çıkış noktasında yer almaktadır. Ancak ardından birlikteliği sürdüremediklerinde kalabalıkların arasında sıradanlaşıp değerini yitirmektedirler.
Bir tek insanı bütün cihan olarak algılayan medeniyet algımız, her an baskına hazır halde yaşam tarzının kültürel zenginliği ile “şereflenme” ortaya çıkarmış ve halen izah edilemeyen bir şekilde dünyanın akışını değiştirivermiştir. Gelişmelere dair fikir ve bilim üretenlerin zihinlerini meşgul eden konuların başında gelen bahsi geçen hususun şahsî teşebbüsleri dünden yarına uzanıp gitmektedir. Yadırganmaması gereken bu durum millet olabilmenin en önemli şartlarından birisidir.
Geminin dümen suyunda ya da içinde olma şeklinde özetlenen genel anlayışın kazanımları günlük mutlulukları beslerken en küçük bağlantı kopuklukları savrulmalara da zemin hazırlamakta, yeniden huzurlu ve sakin liman bulmaları çok kolay olamamaktadır. Bu örneklemeleri başka çalışmalara bırakarak ilerlersek; Oğuzhan, Kür Şad, Dede Korkut, Satuk Buğra, Arslan Bab, Saru Saltuk, Çelebi Mehmet, Süleyman Çelebi, Aşıkpazaşazade, Köprülü Mehmet Paşa, Genç Osman, Şemseddin Sami, Mehmet Akif Ersoy, Nurettin Topçu, Abdürrahim Karakoç ve daha niceleri engin Türk kültürünün küçük damlalarını oluştururlar. Damlacıkların başka başka niteliklerinin olması renklilik ve zenginliğin belirtileridir.
Yetmiş yıl kadar evvel gerçekleşen bir teşebbüsü yani deryanın küçücük bir damlasını ele alacağız. Gümüşhane’nin Midi Köyünün Çiftçioğlu ailesinin mensubu bir deniz subayı baba, Trabzon’un Kadıoğlu ailesinden yine bir deniz subayının kızı annenin evladı olarak Türklüğün ağır faturalar ödemek zorunda kaldığı XX. Yüzyılın beşinci yılında dünyaya gelmiş, çöküşün basamaklarında düşünce sancılarıyla tahsil hayatını sürdürmüş ve Türkçülük ateşinin etkisine kapılmış çok geçmeden o ateşi harlayan en önemli kalem durumuna erişmişti. Mevzunun bu tarafı hem bilinmekte, hem de sürekli dillendirilmektedir. Hele 1944 yılında devrin başbakanına yazdığı açık mektuplar ülkenin yönetim akış istikametini kökten değiştirmişti. Bilinmekte olanları tekrarlamanın fazla bir anlamı bulunmamaktadır. Ancak “Beyaz İhtilal” sonrasında yazdığı kapalı mektup ve gelişim hakkında kamuoyunu bilgilendirmenin düşünce dünyamıza kazanım sağlayabileceği kanaatindeyiz.
Çağ kapatıp, çağ açan hadisenin 500. yılı arifesinde Türk, İslam ve Cihan tarihinin önde gelen devlet adamının türbesini hak ettiği şekilde temizleyebilme adına şahsi etkisini kullanarak mektupla hassasiyet taşıdığına inandığı kişileri bu işe davet etti. Kendisi gibi olanlar da vardı elbette. Davete icabet edenler dikkate alındığında üzerinde başka da söze gerek kalmamaktadır: İsmail Hami Danişment, Fethi Gemuhluoğlu, Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu, Altan Deliorman. Hakka çoktan yürüyen Türk milletinin bu sevdalılarını tek bir mektupla bir araya getiren Hüseyin Nihal Atsız’ı vefat yıldönümünde ebediyete yürüyen mensuplarımızla birlikte bir kere rahmetle anıyorum.
Kalemlerinin yanında zihinleri ve bedenleriyle gerçekleştirdikleri kültürel ameleliklerinden geçinenler bir yana Türk Milleti ezelden ebede menzilinden sapmadan ilerlemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.