Çığlıklar duyulmuyor, acılar sürekli yenileniyor
Daha küçük Narin’imizin acısı dinmemişken İstanbul’da hafta içerisinde korkunç bir olay daha meydana geldi. Ruh hastası bir kişi iki genç kızımızı vahşice katledip canına kıydı.
Olayı çok fazla yazmaya gerek yok nasılsa sosyal medyada bangır bangır yayınlar yapılıyor. Çok acı… Kelimelerle tarif edilemeyecek hazin bir olay maalesef… Yine geç kaldık, yine çığlıkları duyamadık... Yine kahredip, lanet okumakla bir kaç günü geçireceğiz. Sonra yine aynı acılar farklı biçimde tekrar tekrar yinelenecek. Ne yazık ki günün sonunda ateş düştüğü yeri yakıp geçecek.
Son yıllarda toplumsal şiddet, ne yazık ki giderek yaygınlaşan bir olgu haline geldi. Sokaklarda, sosyal medyada, iş yerlerinde ve evlerde; her alanda karşımıza çıkan bu sorun, sadece bir bireyin değil, bir toplumun sağlığını tehdit eden ciddi bir mesele. Peki, bu durumun kökenlerinde ne yatıyor? Neden şiddet, bu denli normalleşmiş bir hâl alıyor?
Öncelikle, toplumsal şiddetin artışı, yalnızca bireylerin psikolojik durumlarıyla açıklanamaz. Ekonomik krizler, sosyal adaletsizlikler, eğitimdeki eksiklikler ve medya etkisi gibi birçok faktör, bu karmaşık yapının bir parçasını oluşturuyor. Özellikle, genç nesillerin maruz kaldığı olumsuzluklar ve toplumsal baskılar, şiddeti bir iletişim aracı olarak görmelerine neden olabiliyor.
Bence medya özellikle de geleneksel değil de modern çağın medya organları en başta da sosyal medya bu noktada kritik bir rol oynuyor. Şiddeti sansasyonel bir şekilde sunan haberler, sosyal medyada yayılan videolar ve popüler kültürdeki şiddet temaları, bu olgunun normalleşmesine katkıda bulunuyor. Bireyler, şiddeti bir çözüm yolu olarak görmeye başladıklarında, toplumsal dinamikler de olumsuz yönde etkileniyor.
Eğitim, toplumsal şiddeti önlemenin anahtarıdır. Çocuklarımıza empati, saygı ve hoşgörü gibi değerleri öğretmek, onları sağlıklı bireyler olarak yetiştirmek açısından hayati önem taşıyor. Ancak eğitim sistemimiz, maalesef bu konuda yeterli destek sağlamaktan uzak. Eğitim kurumlarında şiddet karşıtı programların artırılması, genç nesillerin bu sorunu daha iyi anlamalarına ve başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmalarına yardımcı olacaktır.
Aynı zamanda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılık da şiddetin tetikleyicilerinden biridir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyet temelli ayrımcılığın en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Toplumun her kesiminde bu konu hakkında farkındalık yaratmak ve sesimizi yükseltmek zorundayız.
Sonuç olarak, toplumsal şiddet, yalnızca bireyleri değil, tüm toplumu etkileyen bir sorundur. Bu sorunun çözümü, hepimizin elinde. Empati ile başlayan bir yolculuk, şiddetsiz bir toplum yaratma hayalimizin anahtarı olabilir. Şiddetin değil, sevginin, anlayışın ve saygının hâkim olduğu bir toplum için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Unutmayalım ki, değişim bireyle başlar, ama toplumsal bir hareketle gerçekleşir.
Yoksa çığlıklar duyulmamaya, acılara yeni acılar eklenmeye devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.