Mutluluk Raporu Üzerine
"Kanatlarınızı yere bağlayan, korkular, kuşkular ve kaygılardı.”
Richard Bach’ın “Martı” adlı kitabı çoğumuzun gençlik yıllarında okuduğu, gençlere okumasını tavsiye edebileceğimiz bir eser olarak halen güncelliğini koruyor.
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu.
Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu...
Yukarıda geçen ifadeler ve daha fazlası insanoğlunun içinde yaşadığı çağda
Özgürlük, sürü psikolojisi, hırslar ve özümüzü kaybedişi, kendimizi küçük şeyler uğruna kısıtlayarak asıl önemli olan şeyleri nasıl kaçırdığını anlatılıyor.
Haliyle bütün bunları kaçıran insan yaşadığı dünyada mutlu olmayı beceremiyor.
Gençlerimiz en güzeline sahip olacağım diye verdiği uğraşla, bireyselliği ön plana çıkararak giriştiği rekabet duygusu ile hız ve haz odaklı bir yaklaşımla, sahip olduklarının da farkında olamıyor. Yetişkinler olarak bizlerinde, elimizdeki ile yetinmeyi ve mutlu olmayı öğreten anne ve babalarımızın, verdiği manevi eğitimi ve kültürü çocuklarımıza aktarma konusunda yeterince başarılı olamadığımız görünüyor maalesef.
Hatta bazı yetişkinlerin biz yaşamadık, çocuklarımız yaşasın diyerek takındıkları tutum ve davranışlar maalesef günümüz de şikâyetçi olduğumuz durumun sebepleri arasında yer alıyor.
Mutlu çocuklar yetiştiremezsek, çabuk sıkılan, her şeyin anlam ifade ettiği bir dünyada, her şey ne kadar da anlamsız diyen bir gençlikle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Bu dünyada kimse yokluk çeksin istemiyoruz, sözlerimiz yanlış anlaşılmasın, var olanın kıymetinin bilinmesidir anlatmak istediğimiz. Ancak , “mahrumiyetten, mahrum yetişen/yetiştirilen bir neslin” mutlu olması öyle kolay bir durumda değildir.
Yazının başında geçen binlerce martının bir lokma yiyecek için verdiği mücadele gibi bir yaşam tarzı sadece gençleri değil bizleri de mutsuz ediyor/etmekte.
Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş milletler, 2021 Dünya Mutluluk raporunu açıkladı. 149ülke üzerinde yapılan araştırmada en mutlu ülke Finlandiya olurken Türkiye ise 104. sıraya gerilemiş. Kanaatimce, yayınlanan raporda yer alan inceleme başlıkları tek başına mutlu olmak için yeterli kanıt olmasa da ilerleyen süreç ve gelişim açısından uzmanların önemle üzerinde durması gereken konular arasında yer almalıdır.
Peki, insanlık/insanımız neden mutlu değil?
Mutluluğun birçok tanımı yapılsa da, tanımdan ziyade yaşanması gereken bir durumdur. Uğruna yaşamımızı verdiğimiz birçok İsteklerimiz ihtiyaç duyduklarımız mıdır? Sorgulamamız gerekir.
Ne yediğimiz, ne içtiğimizden çok, kazandıklarımızı nerede ve kiminle tükettiğimizdir bizleri mutlu edecek olan.
Büyüklerimizin bize öğrettiği ancak modern zamanda kaybettiğimiz ‘Sofra Birliği’’ buna en güzel örnektir. En kral sofralarda tek başına yenilen bir yemek, bir fakir sofrasında toplu halde yenilen bir yemeğin mutluluğunu veremez insana.
Serotonin, Dopamin, Oksitosin ve Endorfin gibi mutluluk hormonlarını bilmekte mutlu olmaya yetmiyor. Bu hormonların dengeli harmonisine sahip olacağımız bir yaşam tarzıdır bizleri mutlu edecek olan…
Kısa bir hikâye: Nasrettin Hocaya gelen bir komşusu, evinin küçük olduğundan, ailesinin yeni büyük bir ev istediğinden şikâyet eder ve ona bu durumun kendisini mutsuz kıldığını, bu durumuna bir çare bulmasını ister.
-Hoca komşusuna mutluluğun formülünün çok açık olduğunu ancak sabırlı davranması gerektiğini, söylediklerini tamamıyla yapmasını tembihler ve söz alır.
Nasrettin Hoca:
-Koyunların var mı der?
-Evet, cevabını alınca koyunlarını da evin içine katmasını, 10-15 gün onlarla evin içinde yaşamasını söyler.
Geçen günlerin ardından eyvahlar olsun bana diyerek yeniden gelen, reçete beklerken daha da mutsuz olan komşusuna hoca bu sefer, ineklerin var mı der?
-Evet, cevabını alınca olan tüm ineklerini de evin içine almasını ve onlarla birlikte yaşamasını tembihler ve yaklaşık 10-15 gün sonra tekrar kendisine gelmesini söyler.
Hikâyeyi fazla uzatmayalım, verilen sürenin sonunda gelen, halinden pekte mutlu görünmeyen komşusuna şimdi seni mutlu edecek sırrı veriyorum:
-Git evin içine aldığın koyunları ve inekleri çıkar, asıl yerlerine koy der.
Aradan geçen bir zaman sonra, Nasrettin hocayla karşılaşan komşusu:
-Hocam Allah senden razı olsun, şikâyet ettiğim küçük evim, senin söylediklerini yapınca çok genişledi, hanemize yeniden mutluluk geldi der.
Herkes nasibince hikâyeden bir ders çıkarır…
Bedenin istekleri olan rahatlık ve haz duygusu her şeyin önündeyse, kalbin ve vicdanın istekleri geri planda kalacak ve nefsi emarenin esiri olan insan hiçbir zaman mutluluğu yakalayamayacaktır. Gökyüzüne bakan, irtibatı koparmayan insanın kalbindeki gereksiz her şey çıkacak, dolması gereken asıl gıdayla huzur bulacak ve böylelikle mutluluğa kavuşacaktır.
Mutsuzluğa sebep olan her çağın istek listesi farklıdır.
Esas olan hangi çağda yaşanırsa yaşansın, iyi duyguları, beden ülkesinde iktidara getirebilmektir bütün mesele…
Afrika kıtasına giden bir antropolog; bir ağacın altına içi meyve dolu bir sepet bırakır ve etrafında toplanan çocuklara bir yarış yapmalarını ve yarışı ilk kazananın meyvelerin sahibi olacağını söyler.
Her türlü zenginliğine rağmen, sömürülen bu kıtanın çocukları o anda, şaşırtıcı bir şey yaparlar. Hepsi el ele tutuşurlar ve birlikte ağaca ulaşırlar. Olayın şokunu yaşayan batılı kafaya sahip antropolog:
-Niçin böyle bir şey yaptıklarını sorunca, çocuklar:
-Eğer böyle yapmasaydık, bir kişi yarışı kazanacak ve sadece o kişi mutlu olacaktı. Ancak biz böyle yaparak yarışı hep birlikte kazandık ve şimdi hepimiz birlikte mutluyuz derler.
Dünyalık Korkular, kuşkular ve kaygılardan uzak yaşayabilecek miyiz?
Âşık Veysel’in dediği gibi:
Benim sana verebileceğim çok şey yok aslında,
Çay var içersen,
Ben var seversen,
Yol var gidersen…
Anlaşılan o ki, mutluluk yola çıkmakta, yolda olmakta, aynı zaman da yol alabilmekte.
Ne mutlu Sırat-ı Müstakim’ de olanlara…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.