Suriye’siz barış olmaz
Henry Kissinger "Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz" demiş. Halen Suriye’de iç savaş devam ediyor…
“Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” ifadesi, Orta Doğu'daki stratejik dengelerin, bölgenin iki önemli ülkesi olan Mısır ve Suriye'nin önemini anlatıyor.
Bu ifade, özellikle 20. yüzyıldaki Arap-İsrail Savaşları ve bölgesel meselelerde Mısır'ın askeri kapasitesi ve Suriye'nin coğrafi konumu gibi unsurlara gönderme yapsa da günümüzde de geçerliliğini koruyor. Mısır genellikle Arap dünyasının liderliğiyle, Suriye ise stratejik önemiyle her zaman kendinden söz ettirmiştir.
911 kilometrelik kara sınırımız bulunan, 2011 yılından itibaren Suriye İç Savaşıyla kopan ilişkilerimiz nasıl bir seyir alacak, zaman gösterecek.
Suriye Milli Ordusu (SMO) birliklerinin ilerleyişi ile Suriye haritası bir anda değişti.
Ülke olarak her zaman güçlü tarihimiz ve kültürel bağlarımızın bulunduğu Ortadoğu’da barış, istikrar ve refahın tesisini hedefleyen stratejiler ve politikalar geliştirmek zorundayız.
Geçmişte bir taraftan Bağdat Paktı’na öncülük ederek Ortadoğu’da bir ittifak kurmaya çalışan Türkiye, diğer tarafta Mısır’ın öncülüğünde alternatif bir ittifak oluşturma gayretine giren ve halen Rusya yanlısı politikalar izleyen Suriye.
Suriye'nin stratejik önemini bilmek ve buradaki kontrolümüzü kaybetmemek adına sahada ve masada olmak zorundayız.
Barış, bölgesel İstikrar sağlanmadan ve Suriye de güven ortamı oluşmadan kendi güvenliğimizden emin olamayacağız.
Bu hafta kaleme aldığımız yazımızda Zeytin Dağı adlı romandan bazı alıntılara yer vereceğiz.
Zeytin Dağı romanındaki tarihsel anlatılarla ve Orta Doğu’nun günümüzdeki stratejik önemi halen örtüşmektedir.
“Osmanlı’nın son dönemlerini anlatan Zeytindağı isimli kitabı gençlerimiz mutlaka okusunlar…” Recep Tayyip Erdoğan (Cumhurbaşkanı)
Gençlere Başbakanlık yaptığı dönemlerde önerdiği Falih Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı adlı romanı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Orta Doğu'daki çöküşünü, yönetim sorunlarını ve Batı’nın etkisi altındaki bölgesel dinamikleri ele alıyor.
Roman, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'nın Suriye ve Filistin topraklarındaki mücadelesini ve bu topraklardaki halkların Osmanlı’ya karşı tutumlarını anlatmaktadır.
Zeytindağı; Romanın ismi, yazarın savaş esnasında tayin olduğu; Cemal Paşa'nın Zeytindağı'ndaki (Kudüs) karargahından gelmektedir.
Günümüze ışık tutması adına Doğu Cephesi'nin bir manifestosu olarak nitelendirilebilecek bu romanın bazı alıntılarına birlikte bakalım:
…1914’te İstanbul havası, Enver’le kaplı, onunla aydınlık, onunla kapanıktı. Mukaddes Cihad, askerlik zorunu, birde taassup baskısı ile artıyordu. Bıyığını kesen bir zabitin merkez kumandanlığında dövüldüğünü işitiyorduk.
Vah Necip Bey vah, dedi, senide zehirlemişler. Sen ki maneviyata inanırsın, bilmiş ol ki, ben Allah tarafından büyük Türk hakanlığını kurmaya vekilim. Git evinde rahat uyu!
Necip bey eve döndüğü vakit şöyle diyordu:
-Eğer bu adam Harbiye Nazırı, Başkumandan vekili ve Yaver-i hazret-i şehriyari olmasa, yeri doğrudan doğruya tımarhanedir.
Suriye, Filistin ve Hicaz’da:
Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.
Osmanlı imparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
Halep büyük bir şehir, Şam büyük bir şehir, Beyrut büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi yabancı idi. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere:
-Bizim diyorduk. Şam evimiz kadar bizim. Lübnan bahçemiz kadar bizim…
Bu tasarruf ve hüküm hissinin bize damarımızdaki kandan geldiğine şüphe yoktu.
Mısır’ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs’te, Şam’da Lübnan’da, Beyrut’ta ve Halep’te oturduğu zaman, bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi.
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı imparatorluğu, Trakya dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
Cemal Paşa ayakta idi:
-Muhterem efendiler dedi; bugüne kadar Lübnan’ın büyük bir acısı vardı; Lübnan mustarip idi. İşte ben bu ıstırabı dindirmeye geldim. Size haber veriyorum ki Lübnan artık Konya kadar Osmanlıdır. Artık bu güzel toprağımızda yabancı imtiyazlarından hiçbiri kalmamıştır.
Bir Fransız Raporu diyor ki:
“Lübnanlılar ihtilal yapmazlar. Bizden bir vakit silah istediler, verdik. İsyan çıkaracakları yerde, silahları çöl Araplarına sattılar!”
Filistin için tehcir (göç ettirme), Suriye için tethiş (zor kullanma) ve Hicaz için ordu kullandık.
Hazin talih: Eşraflarını öldürmüş olduğu Suriye’de Cemal Paşa’yı seven ve arayan çoktur.
Cemal Paşa; Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
Bu günkü Türk kafası, ileri bir kafadır. Bu kafanın şimdiki düşünüşü ile o zaman ki Arap meselesi için karar vermek yanlış olur. Şunu hesaba katmalıdır ki, İttihat ve Terakki, Osmanlı İmparatorluğunun hiçbir hak ve nüfuzundan vazgeçmeye razı olmamıştır.
Cemal Paşa, rahmetli Mahmut Kamil Paşa hakkında bazı şüpheleri olduğunu Enver Paşaya yazarken:
-Eğer, diyordu; Erzurum Cephesinde vatana iyi hizmet ediyorsa hiç kurcalamayalım.
Enver Paşanın bu şifreye:
-Hiçbir vatan hizmeti, vatana yapılmış olan fenalığı mazur gösteremez, vesika bulursanız hemen bana bildiriniz…
Kinsiz ve kedersiz ölüme gitmek güçtür.
Büyük bozgundan sonra Şam istasyonunda bırakmaya mecbur olduğumuz en son vagonun bile içi mecidiye dolu idi.
Bir gün Kurmay Başkanı bana demişti ki:
-Suriye’de bizim ne kadar temelsiz olduğumuzun en iyi misali nedir, bilir misiniz?
Yüzüne baktım.
-Şu sekiz yaşında çocuğun, korkudan bana selam duruşu!
İfratlar bırakılırsa, bürokrasiye karşı her türlü şiddet benim hoşuma gider. Bürokrasi bilhassa bizde tembelliği, kafasızlığı, kötü niyeti, bilgisizliği meşrulaştırmak demek olmuştur.
Altın! Altın kuma atıldığı zaman sesten başka her şey verir.
Kendilerini büyük zevk sağanağından kurtararak, Avrupa sokaklarının baş döndüren cazibeleri arasında çalışabilen şarklılar belki yalnız Japonlardır.
Fedakârlık ve feragat gibi, vazifeden üstün hareketler istenen işlerde ve zamanlarda iltimas ve imtiyaz kadar zararlı ne olabilir?
Büyük harpte bazı cephelerimizin en hazin hali, siperin manevi şerefinin ve maddi hakkının geridekiler tarafından yenmiş olması idi.
Siper ölüm düğmesine bastığı zaman, çok defa, arkada, ta uzakta birtakım göğüsler üzerinde elmas, altın veya gümüş ışıklar yandığı görülürdü.
İktidar filinin hortumu başarı yemi gevelemediği zaman, tersine kıvrılır ve üstündekini yutar.
-Paşam, söyler misin biz harbe niçin girdik?
Cemal Paşa’dan İşte cevap:
-Aylık vermek için’ ve ilave etti:
-Hazine tam takırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik. Kırtasiye ve maaş imparatorluğunun tarihi işte böyle biter.
Mustafa kemal, Büyük harbe girmek aleyhinde idi:
Kafa ve sanat adamı olduğu için!
Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı:
Vatan adamı olduğu için!
İlim ve vatan adamı olunuz. Hiçbiri yalnız başına, ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.
Türk, harpte kullanılmış, kıymetlendirilmiş, destanlaştırılmış, sulhta ise bırakılmıştır.
“En iyi çelikten yapılan, demiri et gibi kesen bu kılıç, sulh kılıfının içinde paslandırılmış, tekrar fırsat çıktığı zaman kanda yıkanmış ve ateşte parlatılmıştır”
Şöyle bağıranlar:
-Altın değer ormanlarımız işlemiyor.
-Paha biçilmez madenlerimiz toprak altında yatıyor.
-Dünya değer mahsullerimiz tekniksizlikten ölüyor.
Haksızsınız: Biz, ormanlarımızı, madenlerimizi, mahsullerimizi ve sanayimizi değil, biz Türk’ümüzü işletmiyoruz. (Çöl destanından)
Kalbini dökmek için dili olmayan saf ve bütün kahramanlar gibi sessiz Anadolu, kanını dökerek Peygambere aşkını anlatıyor… Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay)
Ders almak temennisiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.