Yeni Normalde Dijital Panoptikonlar…
Korku, korkulan şeyden daha çok zarar verir. Ruha zarar vere korku, bedene zarar veren virüsten hızlı yayıldı. Küresel Dijital panoptikon sahiplerinin de isteği bu yönde olsa gerek…
Salgın süreciyle birlikte ülkeler için; Siber Güvenlik, Biyo Güvenlik, Gıda güvenliği, yerli aşı çalışmaları uzun yıllar önem arz edecek ve politikalar geliştirilecek ana konuların başında olmak zorundadır. Aksi durum Siber Kölelik ve korku imparatorluklarına toplumu boyun eğdirecek süreci yaşatabilecektir.
Küresel bir krizin parçası olmadan insanımız sorumlu bir vatandaş olarak, alınan tedbir kararlarına büyük oranda uyarak bu süreci en kısa sürede atlatacağız derken, aşı çalışmalarında hızlı gelinen noktalarla birlikte, her şey iyiye gidiyor denildiği anlarda, gündeme mutasyona uğramış virüs haberleri bomba gibi düşüyor/düşürülüyor.
Salgının tüm dünyada hala çok aktif olarak kendini gösterdiği, göstereceği (!) haberleri korkunun devam edeceği/ettirileceği konularında da farklı bir durum arz etmiyor.
İnsan zihninin belirsizliğe karşı vereceği tepkilerden biri korku olacaktır. Oluşan korkular panikleri doğuracak ve bireylerin doğru karar almalarını, sağlıklı düşünmelerini engelleyecektir. Adolf Hitler’e atfedilen; “Düşünmeyen insanlar yöneticiler için ne büyük şans” sözü salgın sürecinde belirsizliğin devamını isteyen güçlerin tam istedikleri şey değil de nedir?
Belirsizlik daima endişeyi beraberinde getirirken, belirlilik güven duygusunu getirir. Kişinin hayatında ne olacağını, ne yapacağını bilememesi gibi durumlarındaki ortaya çıkan belirsizlik hissiyatı, netlik kazanmayan durumlar insanlarda ruhsal yorgunluklarla birlikte hayattan soğuma, kaygı, depresyon, stres vb. durumlarla karşılaşmasına sebep olacak tedirginliklere, mutsuzluğa kapılarını da sonuna kadar açacaktır.
Yazının başlığı merak konusu olabilir. İlk defa 1785 yılında tasarlandığı söylenen bir hapishanedir, “Panoptikon.” Kelime “pan” ve “opticon” olarak bilinen iki farklı sözcükten türetilmiştir. Pan kelimesi bütün anlamına gelirken, opticon kelimesi ise gözlemlemek anlamına gelmektedir. Bu nedenle yapı yerine getireceği göreve uygun olarak “Bütünü Gözetlemek” anlamına gelen Panoptikon adını alır.
Jeremy Bentham’ın, 1787 yılında Beyaz Rusya’daki Crecheff’teki Rus komutan arkadaşına yazdığı mektuplarda yapının temelinde yatan düşüncesini şu şekilde ifade ettiği söylenir:
Tasarımı yapılan Panoptikon’da en önemli temel ihtiyaç karşılayan yanı, çok sayıda insanın gözetim altında tutulmasının amaçlandığı binalar marifetiyle, çevrelenemeyecek ya da denetlenemeyecek kadar geniş mekâna sahip olmayan, istisnasız bütün kurumlara uygulanabilir olmasıdır.
Kontrolü sağlayacak kişi adına iki önemli nokta bulunmaktadır. Bu iki noktadan biri Bentham’a göre planın özüdür.
Bentham planın özünde, gözetlemenin yer aldığı, bu gözetlemenin de en etkin ve iyi şekilde yapılabilmesi için “görünmeden gözetleme” ilkesi ile oluşturulduğu, gözetleyicinin merkeziliğinde olması gerektiği gibi ifadelere yer vermektedir. “Görünmeden gözetleme” ilkesinin bu planda kullanılmasındaki temel sebep, gözetleyici orada olmasa ve hatta orada olup gözetlemiyor olsa dahi, kişiye gözetlendiği hissinin empoze edilerek, kendini sürekli olarak var olan otoritenin istediği şekilde kontrol etmesidir. Bu şekilde iktidar istediği otoriteyi sürekli kılar. Yapının ana ilkesi, mimari tasarımda da bu şekilde elemanlar kullanılmasıyla desteklenir. Birbirinden bağımsız hale getirilen hücreler, birbirleriyle iletişim kurulamaz şekilde tasarlanırken hücre içerisinde bireylerin yalnızlaştırılarak direniş göstermemeleri amaçlanır. Bu tasarımda pencerelerden içeri bakacak olan mahkûmlar, gözetleyicinin orada olup olmadığını ya da gözetleme yapıp yapmadığını göremez.
Bu nedenle kendilerini sürekli izleniyormuş gibi hissederler. Gözetleyici hücrelere baktığında, net bir şekilde gözetleme imkânı bulmanın yanında mahkumlara karşı görünmez kılınmış bir iktidar rolü kazanır. Bu durumu, Hz. Musa kıssasında anlatılan bir olayla ele alırsak: Dönemin Firavunu, Sarayından çıkarıp halkın huzuruna davet eden Hz. Musa’nın, görünmezlik zırhına bürünen Firavunu, halka görünür kılarak içlerindeki korkuyu yıkma çalışması olsa gerek diye düşünüyorum
Gözetleyicinin görünmeden gözetlemek ilkesi, içinde yaşadığımız dijital çağda, Dijital Panoptikonlar şeklinde hayatımızda var olduğu, Siber güvenlik konusunda bizlere tanıdık gelmelidir.
Napoleon Bonaparte’ın bir sözü vardır: "İnsanları harekete geçirmek için iki manivela vardır. Menfaat ve korku."
Ortaçağda veba ve cüzam salgınına karşı çıkarılmış çeşitli karantina kurallarından söz edilir. Kuralların tamamen kişiyi bir yerlere kapatmak üzerine kurulu olduğu hepimizin ilk aklına gelecek olanıdır. Gücü elinde tutan gözetleyicilerden, izinsiz yemek almaya çıkmanın cezası ölümdür. Bu dönemde karantina adeta sağlıksız olanı tedavi etmekten çok, toplumu bireyselleştirmek ve gözetlemekten ibaret bir durum olarak karşımıza çıkar.
Tekrar günümüze ve yaşanan süreçlere gelirsek Dijital Panoptikon sahipleri bilirler ve beklerler ki:
Dijital çağda teknolojinin geldiği noktada, sürekli izlendiklerini hissedenler daha itaatkâr, disiplinli ve uyumlu olurlar/olmak zorundadırlar.
Sonuç̧ olarak salgın, gıda güvencesinden ve güvenliğinden mahrumuyet ve siber saldırılar gibi insanların çaresiz kaldığı ve korku faktörünün en üst seviyede olduğu bir dönemde, kişiler bilgiye zorunlu olarak var olan dijital ve sanal platformlardan ulaşabilmektedir. Dolaylı olarak bu gözetleme mekanizmasına da bilmeyenler farkında olmadan, bilenler de zorunlu olarak belirli konularda özgürlüklerini kısıtlamasına rıza göstermektedirler.
Sokaklarda, hatta cep telefonlarımızda bulunan kameralara bakışımız; olası tehlikeli durumlar için bizleri koruyan aygıtlar olarak düşünülse de dönüştüğü şey gözetim kuleleri, modern Dijital Panoptikonlardır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülke olarak dijitalleşmeye istesek te istemesek te maruz kaldık. Bu konuda 16 Mart 2020 Tarihinden beri uzunca bir süre zorunlu olarak uzaktan eğitim gören öğrencilerimiz, alınacak her türlü önlemlerle 2. Dönem yüz yüze eğitime başlamalıdırlar. Öğrencilerimiz, velilerimiz başta olmak üzere tüm eğitim paydaşlarımızın, başta siber güvenlik konuları hakkında bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır. Dijital –Duygusal Okuryazarlık becerileri geliştirilerek, Dijitalizasyonun olumsuz etkilerinden kendilerini korumaları yönünde farkındalık oluşturmak ve bilinç kazandırmak adına yapılacak tüm samimi çalışmalar, geleceğimiz açısından büyük önem arz etmektedir.
Geçmiş ne kadar hata dolu ise, bugün ve yarın o kadar çile dolu demektir. Çünkü en ağır değişim toplumda yaşanan değişimdir.
Esas olan suyun içinden gitmek değil, suyun yönünü değiştirmektir…
İnsan olarak en güçlümüzün bile yaşanacak olanı durdurma, yaşanmayacak olanı yaşatma gücü yok.
Bu inanç insanın inancının ve imanının bir gereği aslında.
Unutmayalım ki bizler, Dijital çağın insanı hem özne hem de nesne haline getirdiği dünyada yaşanan olumsuzluklarda özne mi olacağız, nesne mi? Rolümüzü doğru seçmekten ve her daim seferden sorumluyuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.