Toplumsal Çöküşün Sessiz Adımları
Bazen düşünüyorum; biz nerede kaybettik? Sahi, hangi noktada değerlerimiz elimizden kayıp gitti?
Bugün sokağa çıktığınızda yüzlere bakın; herkesin gözlerinde aynı yorgunluk, aynı öfke, aynı sabırsızlık. Sanki görünmez bir yük taşıyoruz. Gülümsemeyi unuttuk, birbirimize merhamet etmeyi unuttuk. Daha kötüsü, sorgulamayı da unuttuk.
Bir toplumun çöküşü, tanklarla tüfeklerle olmaz. Asıl çöküş, düşünceyi kaybetmekle, vicdanı susturmakla başlar. İşte biz tam da bu girdabın içindeyiz.
Medyanın Gölgesinde Yaşamak
Bir zamanlar televizyonla başlayan yozlaşma, magazinle büyüdü. Ardından sosyal medya geldi ve koca bir nesli avucunun içine aldı. Bugün hepimiz o illüzyonun birer figüranıyız. Başkalarının hayatlarına bakarak kendi hayatımızı değersizleştiriyoruz.
Sahi, en son ne zaman oturup bir kitabın sayfalarını çevirdiniz? En son ne zaman “bana dayatılan doğru mu, yoksa başka bir ihtimal var mı?” diye sordunuz?
Teknoloji bize bilgi getirdi, evet. Ama aynı zamanda bizi “hazıra konan” bir nesil haline getirdi. Okumayan, araştırmayan, sadece eline verilene inanan bir kitle… Sistemin tam da istediği şey bu değil mi zaten?
Toplumun Tek Tipleşmesi
Eskiden farklılıklarımızla güçlüydük. Farklı düşünceler, farklı hayatlar vardı. Şimdi ise tek tip bir anlayış pompalanıyor. Kim eleştirse hain, kim farklı düşünse aforoz.
Cemaat liderleri mi? Onlar da çoğu zaman hakikati dillendirmek yerine, toplumun sıkışan gazını almakla meşguller. İşin en acısı da bu: İnsanlar uyansın istemiyorlar. Çünkü uyanan bir toplum, sorgulayan bir kitle, onların işine gelmez.
Açık Hava Cezaevi
Bazen hayatımıza dışarıdan bakınca şunu görüyorum: Biz aslında dev bir açık hava cezaevinde yaşıyoruz. Çalışma saatlerimiz belli, tatillerimiz belli, hatta neyi tüketip neye öfkeleneceğimiz bile belli. Bize sadece seçenekler sunuluyor, özgürlük değil.
Ve işin en ağır tarafı şu: Ferasetli, vicdanlı insanlar hep geri planda tutuluyor. Çünkü onlar sistemin çarkını bozacak kadar dürüstler. Merhametli oldukları için “tehlikeli” sayılıyorlar. O yüzden de en fazla alt kademelerde kalıyorlar, yükselmeleri engelleniyor.
Yine de Umut Var
Ama bunca karanlığa rağmen umudu diri tutan insanlar var. Konya’daki Milli Kuvvetler Hareketi gibi toplumsal bozulmalara dikkat çeken, insanları uyaran gruplar… Ya da adı sanı bilinmeyen ama karınca misali çabalayan bireyler… Belki bir avuçlar, ama samimiyetleriyle büyük bir fark yaratıyorlar.
Ben inanıyorum: Tarih, gücünü ve makamını satanları değil; doğruyu savunan, adaletin yanında duran ve vicdanını susturmayanları yazar. Bugün tablo karanlık olabilir, ama her çöküşün içinde bir diriliş tohumu saklıdır.
Belki de yapmamız gereken tek şey, bu illüzyondan sıyrılıp gerçeğe bakmak. Kendimize şu soruyu sormak:
“Ben gerçekten özgür müyüm, yoksa sadece bana verileni mi yaşıyorum?”