Rakamlar Rekorda, Çiftçi Zorda: Açıklanmayan Tarımsal Üretim Değeri Ne Saklıyor?
Tarım ve Orman Bakanlığı, hazırladığı “iddialar ve gerçekler” metninde Türkiye’nin tarımsal gayrisafi yurt içi hasılasının 2002’de 24,5 milyar dolardan 2024’te 74 milyar dolara çıktığını ve bu sayede Avrupa’da birinci olduğunu gururla anlatıyor. Televizyon ekranlarında da sık sık “tarımsal hasılada Avrupa birincisiyiz” cümlesini duyuyoruz. Fakat aynı ülkede pazara giden vatandaş, markette etiket okuyan anne baba ve tarlada girdi parasını ödemeye çalışan çiftçi, bu “birinciliği” cebinde, mutfağında ve günlük hayatında pek göremiyor.
Bu çelişkinin kalbinde çok kritik ama sessizce ortadan kaybolmuş bir veri var: Tarımsal Üretim Değeri. Tarım Politikaları Uzmanı Ergin Kahveci’nin de altını çizdiği gibi, Türkiye’de 2021’den bu yana tarımsal üretim değeri resmî olarak yayımlanmıyor; buna karşın tarımsal hasıla (tarımsal GSYH) üzerinden büyük başarı hikâyeleri anlatılıyor.
Kahveci, ilişkiyi çok yalın bir cümleyle özetliyor: “Tarımsal hasıla tarımın ülkeye katkısını, tarımsal üretim değeri ise ülkenin çiftçiye katkısını gösterir.” Yani biri devletin makro düzeyde kasasını, diğeri tarladaki üreticinin gerçek cebini anlatıyor. Bugün tartışmamız gereken de tam olarak bu: Biz gerçekten tarımda zenginleşiyor muyuz, yoksa sadece istatistik tabloları mı büyüyor?
Hasıla başka, üretim değeri başka: “Ülkenin kasası” mı, “çiftçinin cebi” mi?
Tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla, tarımın ekonomiye sağladığı brüt katma değeri gösteriyor. TUİK’in GSYH verilerine göre Türkiye ekonomisinin toplam büyüklüğü 2023’te cari fiyatlarla 26,5 trilyon liraya çıkarken, tarımın payı bu toplam içinde sınırlı bir oranda seyrediyor; yıllara göre tarım, ormancılık ve balıkçılığın GSYH içindeki payında dalgalanmalar görülüyor.
Ancak tarımsal hasıla; destekler, sübvansiyonlar, fiyatlama, kur hareketleri, ithalat-ihracat dengesi, hatta bazı muhasebe teknikleriyle “parlatılabilen” bir gösterge. Bir başka deyişle, tarımsal hasıla bize tarımın ekonomideki yerini kabaca gösterirken, çiftçinin gerçekten ne kadar kazandığını söylemiyor.
İşte bu noktada devreye tarımsal üretim değeri giriyor. Üretim değeri; tarladan çıkan ürünün miktarı ve fiyatı üzerinden hesaplanarak, üretimin toplam parasal karşılığını ortaya koyuyor. Bu, ürün bazında, il il, bölge bölge, “hangi üründen ne kadar para dönüyor, bunun ne kadarı çiftçinin cebine kalıyor?” sorusuna yaklaşmamızı sağlayan hayati bir veri seti.
Uzmanların itirazı şu: Eğer üretim değeri açıklanmıyorsa, 74 milyar dolarlık tarımsal hasıla rakamının hangi üretim ve hangi fiyatlar üzerinden hesaplandığını, dolayısıyla bu başarının sahada gerçekten karşılığı olup olmadığını da bilemeyiz. Kahveci, 74 milyar dolarlık hasıla için kabaca 120 milyar dolar civarında bir tarımsal üretim değerinin olması gerektiğini, ancak Türkiye’de böyle bir üretim düzeyinin fiilen görülmediğini vurguluyor.
Kağıt üzerinde büyüme, tarlada daralma mı?
Bugün resmi söylem, tarımsal GSYH’nin dolar bazında 2002–2024 arasında yaklaşık üç kat arttığını, yüzde 200’ü aşan bir artış yaşandığını anlatıyor. Fakat bu tabloyu anlamak için aynı dönemde girdilerin, yani mazotun, gübrenin, yemin, ilacın ve işçilik maliyetlerinin nasıl arttığına da bakmak zorundayız.
TUİK’in Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi’ne (Tarım-GFE) göre tarımsal girdi fiyatları sadece Aralık 2023 itibarıyla yıllık yüzde 41,43 artmış durumda. Kasım 2024’te yıllık artış yüzde 32,92 olarak açıklanıyor. Eylül 2025’e geldiğimizde ise tarımsal girdi fiyat endeksinin yıllık artışı yüzde 34,60 seviyesinde.
Yani kâğıt üzerinde tarımsal hasıla dolar bazında “rekor” seviyelere gelirken, çiftçinin tarlaya girdiği her sezon, girdi maliyetleri yüzde 30–40 bandında artmaya devam ediyor. Peki bu durumda “büyüyen” kim? Hasıla rakamı mı, çiftçinin refahı mı?
Üretici cephesinden bakınca tablo daha da netleşiyor. Bir yandan Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri üzerinden düşük faizli yatırım ve işletme kredileri, sübvansiyonlu finansman paketleri açıklanıyor. Diğer yandan üretici, bu kredilerin önemli bir kısmını aslında artan girdi maliyetlerini karşılamak için kullanıyor; yani borçla günü kurtarıp bir sonraki sezona daha yüksek borç stokuyla giriyor.
Borçla dönen bir tarım ekonomisi, kısa vadede hasılayı şişirebilir; fakat bu, uzun vadede sürdürülebilir bir tarımsal refah anlamına gelmez. Hasıla artarken çiftçi iflas ediyor, köy boşalıyor, genç nüfus tarladan kopuyorsa, bu büyümeye “başarı” demek mümkün değil.
Neden üretim değeri saklanıyor?
Buradaki asıl kritik soru şu: Madem tarımsal hasıla bu kadar parlak, tarımsal üretim değeri niçin 2021’den beri açıklanmıyor?
Bu soruya resmi bir, açık ve teknik cevap verilmiş değil. Ancak uzmanların dikkat çektiği birkaç olası neden var:
Birincisi, üretim değeri açıklandığında; ürün bazında, bölge bazında “kim kazanıyor, kim kaybediyor” çok daha net görülecek. Örneğin bazı ürünlerde ithalata bağımlılık artarken, yerli üreticinin payı daralıyor olabilir. Nitekim 2023’te hububat üretimi artmasına rağmen buğday ve diğer tahıllarda ithalatın rekor seviyelere çıktığı daha önce raporlanmıştı.
İkincisi, üretim değeri; çiftçi gelirini ve verimliliğini daha çıplak gösteren bir veri seti. Hasıla rakamları büyürken, üretim değeri durağan ya da düşüşteyse, bu; katma değerin çiftçiden koparıldığını, zincirin başka halkalarına (ithalatçı, sanayici, perakendeci, finans sektörü) aktarıldığını gündeme getirir.
Üçüncüsü, üretim değerinin açıklanmaması, tarım politikalarının sonuçlarının da sağlıklı ölçülmesini engelliyor. Veriye dayalı politika iddiası taşıyan bir hükümet için bu ciddi bir tutarsızlık. Çünkü hangi destek programının gerçekten çalıştığını, hangi ürün deseninin bölgesel olarak sürdürülebilir olduğunu, hangi kredinin kim için işe yaradığını anlamak için şeffaf ve ayrıntılı üretim verisi şart. Üretim değeri açıklanmadıkça, tarımsal hasıla rakamları “ışıklı vitrin”, tarımın gerçek fotoğrafı ise “arka depo”da kalıyor.
Halkın gündemi: Etiket, borç, kuraklık…
Peki bu tartışma neden sıradan vatandaş için önemli?
Çünkü manavda ödediğiniz domates fiyatı, marketteki peynir etiketi, fırındaki ekmek, bunların hepsi bu istatistiklerin sessiz sonuçları. Tarımsal girdi fiyatları her yıl yüzde 30–40 artarken, tarımsal üretim değeri açıklanmıyor; buna karşılık “hasılada rekor” söylemiyle övünülüyorsa, bu, aslında fiyat artışlarının ve maliyetlerin bir kısmının istatistiksel başarıya dönüştürüldüğü anlamına gelebilir.
Çiftçi için gerçek gündem çok daha somut:
Tarlasına gübre alıp alamadığı, tohum parasını nasıl bulacağı, traktörünün mazotunu doldurup dolduramayacağı, hasattan sonra ürünü kaç liraya satabileceği, borç taksidini ödeyip ödeyemeyeceği… Eğer tarımsal üretim değerini ve çiftçi gelirini gösteren veriler saklanırsa, bu soruların hiçbiri toplumsal tartışmanın merkezine gelemez.
Böyle bir ortamda tarımsal hasıla rakamları, toplum için bir güven göstergesi olmaktan çıkıp, tam tersine bir kuşku kaynağına dönüşüyor.
Ne yapılmalı? Şeffaf veri, gerçek tartışma
Eğer gerçekten tarımda neler olup bittiğini konuşmak istiyorsak, atılması gereken birkaç net adım var:
– Tarımsal üretim değeri, 2021 sonrası dönem de kapsanacak şekilde ürün, bölge ve işletme ölçeğinde yeniden ve düzenli biçimde yayımlanmalı. Hesaplama yöntemi kamuoyuna açık bir teknik notla paylaşılmalı.
– Tarım-GFE (girdi fiyat endeksi), Tarım-ÜFE (üretici fiyat endeksi), tarımsal hasıla ve üretim değeri birlikte değerlendirilerek; “hasıla mı büyüyor, maliyet mi şişiyor, çiftçi geliri ne oluyor?” sorusuna net cevap verecek analitik raporlar hazırlanmalı ve bağımsız akademiyle paylaşılmalı.
– Ziraat Bankası ve Tarım Kredi üzerinden kullandırılan kredilerin, hangi ürünlerde, hangi bölgelerde gerçekten üretim artışı ve gelir artışı sağladığı veriyle ortaya konulmalı; sadece kredi hacmiyle övünmek yerine, borçluluk ve iflas verileri de açıklanmalı.
– Meclis, Sayıştay ve bağımsız denetim mekanizmaları, tarımsal verilerin toplanması ve açıklanması konusunda düzenli rapor talep etmeli; “74 milyar dolar” gibi büyük iddialar, teknik açıklamalarla desteklenmeden tekrarlanamamalı.
Bütün bunların ortak paydası çok basit: Veri şeffaflığı olmadan tarımda güven tesis edilemez. Manavdaki fiyat, televizyondaki rakamdan daha gerçektir
Bugün Türkiye’de tarım, sadece istatistik tablolarından ibaret değil; aynı zamanda gıda enflasyonunu yaşayan milyonlarca hanenin, borçla ayakta durmaya çalışan yüz binlerce çiftçinin, kuraklıkla, donla, sel ile mücadele eden üreticilerin hayatı.
Tarımsal hasıla rakamları gerçekten bu hayatları iyileştiriyorsa, bunu görmek zor değil:
Köyde gençler tarlayı terk etmeyecek, bankaya borç defteri kabarmayacak, vatandaş pazarda manavda bu kadar zorlanmayacak. Eğer bütün bunlar yaşanıyorsa, o zaman sormak hakkımız:
“Avrupa birincisiyiz” cümlesi kimin hayatında neyi değiştiriyor?
Asıl ihtiyacımız olan, süslü büyüme söylemleri değil; çiftçinin cebini, vatandaşın sofrasını, ülkenin gıda güvencesini görmemizi sağlayacak tam ve doğru veriler. Tarımsal üretim değeri açıklanmadan, bu resmin tamamını göremeyiz.
Ve unutmayalım: Manavdaki tek bir etiket, bazen ekrandaki 74 milyar dolardan daha doğruyu söyler.