“2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum”

Selçuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Gökce, siyasi gündeme dair merak edilenleri BBN Haber okuyucuları için cevapladı. Önemli konu başlıklarını ele alan Gökce, “2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum” ifadelerini kullandı
“2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum”

 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir dizi görüşme gerçekleştirdi ve MHP lideri Devlet Bahçeli, Meral Akşener’e iki kez ‘evine dön’ çağrısı yaptı. Bu girişimleri bir erken seçimin işareti mi olarak okumalıyız?

-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda yapmış olduğu siyasi nitelikli görüşmeyi ve Meral Akşener’e yapılan çağrıyı kamuoyunda bir erken genel seçimin işareti olarak yorumlayanlar var. Sayıları da az değil. Ben bu adımları,  en erken 2022 ya da öngörüldüğü şekilde 2023 seçimleri için bir ön hazırlık olarak değerlendiriyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok iyi bir siyasetçi ve liderdir. Toplumun nabzını iyi okur, toplumdaki hareketliliği sürekli takip eder ve toplumun nabzını iyi tutar. Siyasi atmosferi çok iyi okur ve toplumun duyarlılığına tepkisiz kalmaz. Bunun için de sürekli araştırmalar yaptırır ve inceler. Anketlerde Cumhur İttifakına destekte bir zayıflama eğilimi olduğunu görüyor. Bu nedenle de hem AK Partiyi hem de Cumhur İttifakının kan kaybetmesinin önüne geçmek istiyor. Başta Saadet Partisi olmak üzere yeni kurulan Gelecek ve Deva Partileri, Ak Parti ile aynı ideolojik tabana hitap ediyorlar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde parti içi memnuniyetsizlik artıyor ve kopmalar oluyor. Bu kopmalar şu anda alarm ve endişe verici değilse de, şimdiden önlem alınmazsa olası bir seçimde yıkıcı, iktidarı kaybettirici etkisi olabilir. Çünkü Cumhur İttifakı ve karşıt bloğu oluşturanlar şu anda eşit oy oranına sahip. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ideolojik olarak aynı kulvarda bulunan küçük partileri karşı bloktan koparmak ve yakın markajda tutmak ve böylece bu partilerin Millet İttifakına katılmasını engellemek ve mümkünse de İyi Partiyi kendi saflarına çekerek bölmek istiyor. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşme ve temaslarını hem de MHP lideri Bahçeli’nin çağrısını bu açıdan değerlendiriyorum.

 

Size göre bir erken genel seçim ufukta gözükmüyor. Doğru mu anlıyorum?

 

- Bu yıl içinde, yani 2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum. Belki 2022 Haziran ya da Ekim ayı olabilir. Ekonomi toparlanır toparlanmaz bir erken seçim Cumhur İttifakını tekrar iktidara taşır gibi. Ekonomideki toparlanma uzun sürer ve seçim de 2023’e kalırsa Cumhur İttifakı zorlanabilir. Ama şimdiden net bir şey söylemek pek mümkün değil. Bugün açısından geleceğe yönelik projeksiyon yapıyoruz. Seçin zaferi birçok faktöre bağlı. Bunların başında da seçmeni yönetim kapasitesi yönünden ikna etmek geliyor. Bununla birlikte ekonomi de önemli. Cumhur İttifakı dışındaki partiler seçmeni ikna etmekte zorlanıyor. Ayıca seçmenin gündemi şu anda pandemi ve ekonomi, yani geçim derdi. Böyle bir ortamda seçim olması zaten pek akla uygun değil. Velev ki seçim oldu, o zaman seçmen yeni bir iktidarla durumunun daha da kötüleşeceği endişesiyle Cumhur İttifakına yönelir. Bunun örnekleri fazlaca vardır.

 

2021 yılının reform yılı ilan edilmesi yalnızca ekonominin tekrar rayına oturtulması ile mi ilgili? Toplumda oluşan sıkışmışlığı giderme amacı da yok mu?

 

- Az önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın toplumun nabzını iyi tuttuğunu, hareketliliği ve değişimi iyi okuduğunu söylemiştim. Türkiye 15 Temmuz 2016’da çok ciddi bir darbe tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Başta bazı siyasetçiler olmak üzere birçok kişi böyle bir şey yaşanmamış gibi davranıyor. Bu yaşandı ve Türkiye uçurumun kenarından döndü. Haliyle bu durum, özgürlük-güvenlik denkleminde ibreyi güvenlik eksenine kaydırdı. Şimdi ise bu tehdit tamamen olmasa da kısmen kontrol altına alınmış durumda. Bu nedenle güvenlik politikalarının oluşturduğu atmosferden kurtulma zamanı gelmiş gibi görülüyor. Reform adımının ilk gerekçesi bence bu. Diğer neden de hiç kuşkusuz ekonomik. Ekonominin rayına oturtulması ve yeni ekonomi yönetiminin başarılı olabilmesi için yabancı sermaye ve yatırımların Türkiye'ye çekilmesi şart. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gerçekleşmez ise, seçimin kaybedilebileceğini çok iyi hesap ediyor. Bu nedenle bunun gerçekleşmesini istiyor. Bu çerçevede batı ile ilişkileri düzenlemek, ABD'nin yeni yönetimiyle iyi ilişkiler kurmak öncelikli hedef olarak görülüyor; bunun için de reformlar olmazsa olmazlar.

 

Millet İttifakını oluşturan partiler erken seçim söylemini gündeme tutmaya devam ediyor? Size göre 2021 yılında bir erken genel seçim beklemek pek akılcı değil. Muhalefet partileri bunu bilmiyor mu?

-Bence onlar da bunu çok iyi biliyorlar. Ama bu söylemlerini taktiksel bir hamle olarak görüyorlar.. Acaba bu şekilde bir erken genel seçime yönelik kamuoyu ve algı oluşturabilir ve bunu da bir meydan okumaya dönüştürebilir ve bu şekilde Cumhur İttifakını sahaya çekebilir miyiz diye düşünüp uğraşıyorlar. Seçimin en erken 2022 veya 2023 yılında zamanında yapıldığı takdirde, İttifakı sürdürülebilir kılma konusunda endişe duyuyorlar. Ayrıca ekonomi rayına oturursa seçimi kendi lehlerine sonuçlandırma konusunda da pek emin değiller herhalde.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Millet İttifakını bölerek zayıflatabilir mi? Böyle bir ihtimal var mı?

-Rahmetli Süleyman Demirel’in “Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır” ya da “Dün dündür, bugün bugündür” diye Türk siyasetini karakterize eden çok önemli bir sözü vardır. Bu söylem çerçevesinden siyasette her şeyin mümkün olabileceğini, hiçbir şeyin olduğu gibi kalmayacağını net olarak söyleyebiliriz. Yani hiçbir şeyi olmaz diye kestirip atmak mümkün değil. Her şey ihtimal dahilinde. Bugünkü İttifakları geçmişte düşünmek mümkün müydü? Her şeyi kendi zamanı ve koşulları içinde değerlendirmek lazım. Tabii şu da bir gerçek; şimdilik İyi Parti ve AK partiden koparak muhalefette yer alan diğer parti Başkanları şu anda muhalefet konumlarını devam ettirmek istiyorlar. Bu görülüyor ama yarın ne olur bilemeyiz.

 

 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olası bir erken seçimde ya da 2023 seçimlerinde rakipleri kim ya da kimler olur? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aday olur mu? Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında kim aday olursa şansı olur? Kılıçdaroğlu’nun adayı hala Abdullah Gül mü? Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında şansı olur mu?

- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olacağını düşünmüyorum. O’nun tek bir amacı var. O da Abdullah Gül’ü yeniden Cumhurbaşkanı yapmak. En azından öyle gözüküyor. Daha önceki söyleyişimizde de ifade ettiğim gibi, Abdullah Gül’ün çok fazla şansı olacağını düşünmüyorum. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Abdullah Gül aday olursa, Cumhurbaşkanı Erdoğan ezici bir üstünlükle seçimi kazanır. Abdullah Gül, topluma dokunmuyor, umut vaat etmiyor, geleceğe yönelik beklenti oluşturamıyor.

 

Peki, Meral Akşener’in şansı olur mu?

- Bence Meral Akşener’in de fazla bir şansı olduğunu sanmıyorum. Aynı şekilde Ali Babacan’ın da şansı yok gibi gözüküyor. Şanslı olanlar Mahsur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’dur. İmamoğlu cilasını biraz kaybetti ve konumunu Mahsur Yavaş’a kaptırdı. Şu anda en şanslı Mahsur Yavaş gözüküyor, ama Mahsur Yavaş’ın aday gösterilebileceğini pek varsaymıyorum.

 

Seçmen eğilimlerine ilişkin anketler arttı. Anketlere göre AK Parti biraz oy kaybediyor. Bu eğilim kalıcı olur mu?

-Haklısınız. Anketlere bakılırsa AK Parti, 2018 seçimlerine kıyasla bir miktar oy kaybediyor gözüküyor. Hemen hemen tüm araştırmalar AK Partinin bu oranda bir oy kaybı yaşadığına işaret ediyor. Ancak yine anketler, bu oy kaybının diğer partilerin oy oranlarına artı olarak yansımadığını da gösteriyor. Seçmen şu anda ortada, buna gri alanda da denilebilir. Seçmen göç etmiyor, bekle gör stratejisini izliyor. Dolayısıyla Ak Parti şu anda, kendisine oy vermeyeceğini ve kararsız olduğunu söyleyen seçmeni tam olarak kaybetmiş değil. Bu seçmenler tamamen kaybedilmediği için geri kazanılması mümkün Başka bir şekilde söylersek, seçmen AK Parti ile bağını tam olarak koparmış değil. Cumhurbaşkanı ve AK parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçmenin AK Parti ile olan duygusal bağını, biraz zayıflamış gözükse de, yine de canlı tutmayı başarıyor. AK partiye şu anda biraz mesafeli duran seçmen dahi, diğer alternatif partilere yönelmiş değil. Böyle bir ortamda bu çok büyük bir başarı. Daha önceki söyleyişimizde hatırlayacağınız gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu seçmenleri geri kazanmasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı hamlelerine bağlı olduğunu söylemiştim. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanını ve Merkez Bankası Başkanını görevden alarak bu yöndeki ilk işaretini verdi. Önümüzdeki dönemde bunun devam edeceğini düşünüyorum. Bu nedenle kabine yapısında da bir değişiklik bekliyorum. Gerçekleşecek bazı değişiklikler mutlaka olumlu yansıyacaktır.

 

Bu açıklamanızdan Millet İttifakının ve yeni kurulan bazı partilerin önümüzdeki seçimde pek şansı olmadığı sonucu çıkıyor. Peki bu partilerin sıkıntısı nedir? Neden bu partiler seçmen nezdinde arzu ettikleri tabanı bulmuyorlar, büyüyemiyorlar?

 

-Millet İttifakının iki ortağı ile başlayalım. Millet İttifakı, çok fazla kendi gündemiyle meşgul. Yani toplumdan kopuk, dolayısıyla toplumun beklentilerine cevap vermekte yetersiz kalıyor. Millet İttifakının ortaklarından İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, geçen aylarda sahaya inmiş, seçmenlerle teması artırmıştı. Bu hemen oy oranına olumlu yansımıştı. Şimdi kısır siyasi tartışmalara geri döndü, oy oranı hemen düşüş eğilimine girdi. İyi Parti, CHP ve diğer partiler, bir şans elde etmek istiyorlarsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklanmalarına odaklanmaktan ziyade mutlaka topluma odaklanmaları gerekir. Seçmenle temasa yönelik CHP İstanbul İl Başkanlığı “Sen Varsan Biz Varız” sloganıyla daha yeni bir kampanya başlattı. Bu kampanya da sadece İstanbul ile sınırlı. CHP Genel Başkanı, online olarak seçmenle teması artırmaya çalışıyor ama bu faaliyetler genel tarafından pek algılanmış değil. Bu açıdan da CHP, halkın gündemini yakalayamamış, seçmenin sesi olamamış gözüküyor. Haliyle de alternatif oluşturamıyor, seçmeni örgütleyemiyor, seçmeni inandırmayı başaramıyor.  Söylemleri net değil ve söylemleri ile eylemleri de uyuşmuyor. Bu durum CHP’nin oy potansiyeline de yansımasını bulmuş. CHP, şu anda 2018 oy oranından daha geride gözüküyor. Anketlere bakıldığında şu anda yüzde 23’ü geçmiyor. Ana muhalefet partisinin büyük ölçüde pandemiye bağlı olarak da sorun algısı gündeminde ekonominin ve hayat pahalılığının en üst sırada yer aldığı bir ortamda oy kaybetmesi gerçekten şaşırtıcı bir durumdur.

“2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum”

CHP’nin oy oranını arttıramaması ve hatta 2018’e göre geriye düşmesinde Muharrem İnce ve Musatfa Sarıgül’ün etkisi olabilir mi? Bu aktörler tarafından kurulan ya da kurulacak partiler Millet İttifakının oy oranını nasıl etkiler? Bu partiler CHP’den oy koparırlar mı?

 

-Türk Siyasi Hayatına baktığımızda çok fazla kişinin farklı nedenlerden dolayı partisinden ayrılarak parti kurduğu ve birkaç istisna dışında çoğunluğunun silinip gittiğini görürüz. Bu iki isimin de çok fazla etkisi olacağını düşünmüyorum. Hele hele kutuplaşmanın arttığı bir ortamda Cumhur İttifakına muhalif seçmenin muhtemelen stratejik oy kullanma stratejisini benimseyeceğini varsayabiliriz. Bu da bu yeni kurulan partilerin çok fazla bir etkisi olmayacağı anlamına gelir. Bu nedenle bunların partileşmesinin CHP’yi küçülteceği beklentisi pek gerçekçi olmaz.

 

Tekrar AK parti ya da Cumhur İttifakına dönmek istiyorum. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi, AK Partiden oy koparabilirler mi? Bu partilerin oy oranları anketlere göre yüzde 1 ile 3 arasında değişiyor. Sizce bunların oy oranları neden yükselmiyor?

 

-Bu iki partiye Saadet Partisini de eklememiz gerekir. Anketlere göre bu üç partinin her birinin oy oranı yüzde 1-3 arasında seyrediyor. Her ne kadar Gelecek ve DEVA Partisi yöneticileri gerçekte oylarının çok yüksek olduğunu ama seçmenin korktuğu için bunun anketlere yansımadığını ya da anket şirketleri manipülasyon amacıyla oy oranlarını çarpıttığını söyleseler de, bu pek doğru değil. Bizim şahsen sanayi, çarşı, pazarda yaptığımız sohbetlerdeki kişisel gözlemimiz ya da izlenimimizin anketlerin ortaya koyduğundan çok farklı olmadığıdır. Vatandaş, bu partileri daha henüz benimsemiş değiller. Bunun da temel nedeni, hem DEVA hem de Gelecek partisinin kendilerini henüz siyasi yelpazede konumlandıramamış olmalarıdır. Tamam ideolojiler dünya genelinde etkisini kaybediyor, popülizm revaçta. Ama kimliksel oy kullanma hala daha belli ölçüde geçerliliğini koruyor. Ama öbür taraftan seçmenin özellikle de genç seçmenin değiştiği de bir gerçek. Onlar yeni arayıştalar, yeni söylemler duymak istiyorlar. Oysa her iki yeni parti ve buna Saadet partisini de eklememiz gerekir kendilerini konumlandırmada sorun yaşıyorlar. Bunların yöneldiği alan AK Parti tarafından doldurulmuş bulunuyor. Boşluk yok. Bu nedenle bu parti liderleri sorun yaşıyor ve savruluyorlar. Bu nedenle hem söylem üretmede hem de söylemlerini dolaşıma sokmada sıkıntı yaşıyorlar. Bu sıkıntıların üstesinden gelmeleri de pek kolay değil. Dolayısıyla da bu partilerin oy potansiyelini artırmaları sorunlu gözüküyor.

“2021 yılında bir seçim olacağını düşünmüyorum”

Seçmenin gündemini yakalayamadıkları ve AK partinin siyasi ve ideolojik olarak doldurduğu alana yöneldiklerinden dolayı AK Partiye alternatif oluşturamadıklarını mı söylüyorsunuz?

-Evet, aşağı yukarı bunu söylüyorum. Biraz daha açalım. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu, toplumsal konularda toplumu kuşatan konu veya sorunlarda toplumun Ahaaa.. diyeceği bir söylem henüz üretmiş değiller. Yanı toplumun sesi ve vicdanını dile getiren söylemler yok. Seçmen davranışına ilişkin kuramlardan biliyoruz ki, oy almak çok zordur. Rahmetli Bölükbaşı ne demiş, “Sap çok, dene yok!”. Şimdi seçmen gelir, dinler, ikna olmuş gibi gözükür ama oturur bir muhasebe yapar. Bundan 15 yıl kadar önce küçük bir kasabada sohbette “kime neden oy vermeyi düşünüyorsunuz? diye sorduğumda cevap olarak şunu söyledi: “Ben cebimdeki parayla bugün ne alabiliyorsam yarın da alabiliyor muyum ve lider benim hassasiyetlerime sahip mi?” Millet İttifakını oluşturan ve yeni kurulan partiler şu anda “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemler” yatıp kalkıyorlar. İyi de toplumun sorunları bunlar değil. Ayrıca bir sitem değişikliğinin kurumsallaşmasının ne kadar zor olduğunu bilmeleri gerekir. Şu anda filen uygulanan Başkanlık sistemini daha etkin hale nasıl getiririm, mevcut sistemde Meclisi nasıl güçlendiririm, Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin avantaj ve dezavantajlarını gözden geçirerek iyileşmeyi nasıl yaparım gibi sorular yerine yeni bir sistem tartışması peşindeler. Seçmenin bu değişikliğe ilgisi çok az. Ayrıca tüm dünyada parlamenter demokrasi krizde. Toplumlarda neoliberal politikaların etkisiyle de insanlar yönetim sistemiyle çok ilgilenmiyorlar. Onların ilgilendiği istediğimi nasıl elde ederim, nasıl refah ve huzur içinde yaşarım vs. Bunun için liderlerin anketlere bakmaları yeterli olur. Eğer kendileri yaptırmıyorlarsa yapılan anketlere bir göz atsalar bunu çok rahat görürüler. Toplumun çözüm beklediği konular değil, kendilerinin önemli gördüğü konuları topluma aktarmaya çalışıyorlar. İstihdam, hayat pahalılığı, eğitim, hukuk, mülteci, gençlik, toplumsal birlikte yaşama, bağımsızlık, terör vs. gibi konularda net söylemler topluma ulaşmıyor. Belki bizim söylemlerimiz net ama geleneksel medya bize yer vermiyor diye gerekçe gösterebilirler. Haklı olabilirler ama alternatif çözümü bu yola çıktılarsa kendileri üretmek zorunda. Sadece sosyal medya ile bu iş olmaz.

 

Bu sözlerinizden bu partilerin AK Partiye ve/veya Cumhur İttifakına tehdit olmayacağı sonucunu mu çıkarmalıyız? Bu partiler AK partinin oy oranına olumlu veya olumsuz hiç etkisi olmaz mı?

 

-Bu partilerin AK Partinin oy oranına etkisi olmaz demedim. Sadece bu partiler büyük bir beklenti ile ortaya çıkmışlardı. Ben bunların şu anda bu beklentiden çok uzak olduklarını söyledim. Özellikle Ahmet Davutoğlu çok çaba sarf ediyor, seçmen ile temas için çok çalışıyor. Bu çabası da anket verilerine yansımış gibi gözüküyor. Zira Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan’ın önünde yer alıyor. Bu partilerin oy oranları çok artmasa da, yine de yavaş da olsa büyüme eğilimi gösteriyorlar. Onların taban bulması, büyümesi AK Partinin oy kaybetmesi anlamına gelir. Dolayısıyla az çok, alacakları her oy AK Partiye zarar verir.

 

MHP lideri Devlet Bahçeli, HDP’nin kapatılması çağrısını çok sık gündeme getiriyor. Başta AK parti kanadından olmak üzere parti kapatmanın çözüm olmadığını söyleyenlerin sayısı çok da az değil. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? HDP kapatılmalı mı, yoksa kapatmak çözüm olmaz mı?

-MHP lideri Devlet Bahçeli’nin talebi ve ısrarına ilk karşı çıkan, yanlış hatırlamıyorsam AK parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’tu. Tam olarak bilmiyorum ama, HDP’nin kapatılmasına sayın Cumhurbaşkanımızın da çok sıcak baktığını düşünmüyorum. Zaten bugünkü yasal duruma göre parti kapatılması da çok zor. AK Partinin geçmişte bundan çok ağzı yandığından kanunu değiştirdi. Ayrıca AK Parti, HDP kapatılırsa, muhafazakar Kürt seçmenin kendisine gelmeyeceğini de iyi biliyor. Bu nedenle HDP’nin kapatılmasına çok sıcak baktığını sanmıyorum. Ben de beklemiyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’yi evinde ziyaret etmesi biraz da bununla ilişkili gibi görünüyor. Belki hazineden aldıkları maddi yardım kesilebilir. Bu aşamada bu da zor görünüyor. Ama amacı ve hedefi açık olan PKK terör örgütüyle ilişkisini kesmeyen, arasına mesafe koyamayan bir partinin kapatılması gerekir. Bu konuda geç bile kalınmıştır bence. Ama tekrar söylüyorum, şu anda bunu beklemek biraz hayalcilik olur.

 

DEVA ve Gelecek Partisi, Millet İttifakına eklemlenir mi, yoksa İYİ Parti, Saadet, DEVA ve Gelecek Partisi yeni bir ittifak bloğu mu oluşturur? Seçim Kanununun değiştirilmesi gündeme gelecek gibi? Seçim kanunun değiştirilmesi Cumhur İttifakına bir avantaj sağlar mı?

 

-Eğer İyi Parti, Saadet, Deva ve Gelecek Partileri üçüncü bir blok oluşturur ve kamuoyunda bir alternatif olarak konuşulan İttifak içindeki partilerin kendi kimlikleri ile seçime girdiği takdirde yapılmak istenen seçim kanunu değişikliği ile getirilmek istenen yüzde 5 baraj koşulunu sağlaması gerekliliği Cumhur İttifakına avantaj yerine dezavantaja yol açabilir. Şöyle ki; seçmende, seçim kanunun değiştirilmesinin bu partileri engelleme amacıyla yapıldığı algısı oluşabilir, bu da seçmenin bu partilerin Meclise girmesi için bunlara oy vermesine neden olabilir. Mağduriyet algısının seçmenin oy tercihinde önemli bir yeri olduğunu seçmen davranışına ilişkin teorilerden ve çalışmalardan çok iyi biliyoruz. Bu nedenle seçim öncesi seçim kanunun değiştirilmesinden uzak durmak daha iyi olur gibi.

Yok bu partiler ideolojik açıdan kendilerine yakın olanlarla yeni bir blok oluşturmayıp Millet İttifakı içinde seçime girme kararı alırlarsa, bu durum Cumhur İttifakının işine yarar. Seçim kampanya sürecinde Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli, CHP ve HDP ittifakını gündeme getirerek seçmenin bu partilere yönelmesinin önüne set çeker; bu da bu partilerin seçmen nezdinde zemin ve destek bulmasını zorlaştırır. HDP’nin oyunda olduğu her denklem, Cumhur İttifakının işini ve seçim kazanmasını kolaylaştırır diye düşünüyorum.

 

Son olarak ABD ile ilişkilerin olası seyrini sormak istiyorum. ABD tarafından Türkiye'ye Rusya'dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi yüzünden CAATSA (ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) kapsamında yaptırım uygulanırken ve ilişkiler oldukça gerginken Türkiye’nin ikinci kez S-400 alımının devamı için bir ay içinde Rusya ile görüşmelere başlayacağını duyurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin de bildiğiniz gibi, bu açıklama farklı şekillerde yorumlanıyor. Kimilerine göre Türkiye’nin S-400 alımı gerekli ve her ne pahasına olursa olsun hava savunma sistemi kurulması zorunlu. Kimilerine göre ise özellikle yeniden S-400 alımına ilişkin görüşme açıklaması toplumumuzu dış düşman algısı yaratarak bir arada tutmak için taktiksel bir hamle? Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

 

-Ben ilk gruba katılanlardanım. Bölgemizde bu kadar oyuncunun olduğu ve rafa kaldırılmış gibi gözüken ama gerçekte hala devam eden BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) asıl hedefi Türkiye. Türkiye birlik ve bütünlük içinde kaldığı ölçüde ABD’nin Ortadoğu hedeflerinin ve bu çerçevede olası bir PKK/PYD devletinin kurulmasının gerçekleşmesi mümkün değil. Ayrıca Türkiye bölgesel güç olma yolunda hızla ilerliyor. Bölgesel güç’ten sonra sırada kürsel güç olma olgusu geliyor. Bu nedenle ABD ve Batı’nın tüm hesapları Türkiye’yi durdurmaya ve bu çerçevede bölüp zayıflatma ve kendilerine bağlı uydu bir devlet haline dönüştürmeye yönelik. ABD destekli NATO projesi olan 15 Temmuz’un amacı da bundan başka bir şey değildi. ABD’nin bu yöndeki hamleleri yeni Başkan ile birlikte artarak devam edecek. Benim izlenimim bu yönde. Bu nedenle bizim ülke olarak hava savunma sistemine hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. ABD, patriot sistemini vermediğine göre başka bir seçeneğimiz de yok. S-400 alımının devamı için görüşmelere başlanacağı açıklaması taktiksel bir hamle olarak da düşünülebilir. Türkiye, ABd’ye S-400 konusunda bir müzakere masası oluşturmayı teklif etmişti. ABD’yi bu masaya katılımın teşvik etme amacını da taşıyabilir. Şunu unutmamak gerekir; bağımsızlığınız ve çıkarlarınız için mücadeleyi ve gerekirse savaşmayı göze aldığınız mesajınızı vermezseniz muhatap olarak ciddiye alınmaz, kabul edilmezsiniz. Bu açıdan Türkiye, her vesileyle çıkarlarından taviz vermeyeceğini söylen ve eylemleri ile göstermek zorundadır. Ancak bu şekilde caydırıcı olursunuz. Ha ABD ve Batı hedefinden vazgeçmez, ama çıkarları gereği çok fazla risk de alamaz. Bunun bilincinde olarak hareket etmek ve politikalar geliştirip uygulamak gerekir. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı politikalar (Doğu Akdeniz, Suriye, Irak, Libya) doğru politikalardır ve millidir. Bu nedenle iktidarıyla, muhalefetiyle güçlü desteği hak ediyor. Her türlü geri adım, karşı tarafı cesaretlendirir. ABD’nin temel stratejisi şudur: “Peşin al, veresiye öde”. Başka bir deyişle, ABD’nin politikası istediğini hemen almak ama kendi sorumluluğunu asla yerine getirmemek üzerine kuruludur. Bunun en bariz örneği parası ödenen ama teslim edilmeyen F 35 uçaklarıdır. ABD, S-400’ü siz hiç kullanmasanız da size karşı yaptırımların devamı için kullanmaya devam edecektir. Hamleler bu sefer doğrudan iç politikamızı etkilemeye yönelik olacaktır. Bunu da ilan ettiler zaten.

Sorunuzun ikinci kısmına gelince; siyasetin özünde vardır dost-düşman ayırımı. Bu söylem, toplumu bir arada tutma ve bazı sıkıntıları unutturma, üstünü örtme işlevi görür. Bu nedenle demokratik olun olmasın tüm iktidarlar, iç ve dış düşman tasarımına, dost-düşman ya da biz-öteki tanımına çok sık başvururlar. Ama şu anda biz bu söylemi taktiksel olarak değil, gerçekten dış düşmanımız olduğu için kullanıyoruz.

 

Özür dileyerek bu çerçevede bir soru daha sormak istiyorum. ABD ve Batı, Türkiye’yi zayıflatmak ve bölmek amacıyla mı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili olumsuz bir imajı bilinçli ve amaçlı oluşturup gündemde tutuyor?

 

-Evet, bu kesin. Sayın Cumhurbaşkanımızın geçmiş yıllarda danışmanları pek algılamadı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ABD’nin ve Batı’nın kendisine ilişkin oluşturulmaya çalışılan imaj hakkında uyarmadılar. Artık sayın Cumhurbaşkanımız hakkında gerçeğe aykırı bir şekilde “diktatör, fevri, dengesiz, aşırı hırslı, oyun bozan, sorun çıkaran, gürültücü” imajı kurgulandı ve toplumlarının zihnine yerleştirildi. Şimdi de kurgulanan bu imajı, Türkiye aleyhindeki politikaları ve hedefleri için bir bahane ve paravan olarak kullanmaya kalkıyorlar.

 

Bir soru daha yönlendirebilir miyim? Yeni Başkan Jeo Biden döneminde bizi ne bekliyor?

 

-Bu son soru olsun. Artık başka soru sormayın. ABD Başkanı Jeo Biden’in ve ekibinin Türkiye’ye ilişkin kafaları karışık. Bu nedenle Biden’ın dış politika ekibinin Türkiye’ye ilişkin yoğun bir tartışma yürüttüğünü düşünüyorum. Tartışmanın da iki eksende yürütüldüğünü düşünüyorum. İlk eksen, Türkiye’nin kaybedilmemesine yöneliktir. Türkiye aleyhine her hamle, Türkiye’yi ABD ve Batı’dan uzaklaştırarak Rusya ve Çin’e yakınlaştıracaktır. Bu nedenle Biden’in dış politika ekibi, bir yandan Türkiye’nin ne pahasına olursa olsun ekonomik, diplomatik ve güvenlik teşvikleri ile Batı Savunma Bloğunda tutulması, diğer taraftan da akıllı ve farklı stratejilerle muhalefet desteklenerek Türkiye’de iktidar değişikliğinin sağlanması gerektiğini düşünmektedir. Diğer eksen de, Türkiye’ye yönelik tüm araçları kullanmak cezalandırma düşüncesidir. Bu yaklaşım, çok ön planda olmasa da, NeoCon’lar tarafından da özellikle desteklenmektedir. ABD Başkanı Biden ve ekibinin Türkiye’ye yönelik ilk etapta ilk yaklaşım, yani uzlaşmacı bir yaklaşım çerçevesinde çıkarlarına ve taleplerine olumlu bir cevap alma umuduyla yaklaşacağını düşünüyorum. Gelişmelerin ise Türkiye’nin vereceği tepkiye göre şekilleneceğini beklemek gerekir. Ancak Türkiye ile ABD arasında ciddi bir çıkar çatışması ve birçok alanda çok ciddi görüş ayrılıkları mevcut. Bu da ilişkilerin zorlu ve sancılı olacağına işaret ediyor. İlişkilerin kötüleşmesi durumunda ABD ve Batı, Türk toplumu Cumhurbaşkanı ile özdeşleştiği ve bunların oyununa her seferinde çok sert tepki verdiği için toplumu cezalandırma aşamasına geçebilirler. Ama biz toplum olarak bunun üstesinden de geliriz. Tarkan Kaleli

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.