Yüz Yıllık Milli Yeminimiz: Misakı Milli
Bir asır sene önce, Kadim Türk medeniyeti, kendisine başlatılan saldırılara karşı direnç göstermişti. Birinci Cihan Harbi sonuçlanmış, payımıza mağlubiyet yazılmış ve bin yıllık Anadolu diyarı, batılı işgalci güçlerin pis, kirli ve kanlı çizmelerine esir olmuştu. Tüm bunlar olurken, milli mücadele yolunda önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. Yurdun dört bir yanında milis güçler direniş ateşini yakmış bulunmaktaydı. Bu direniş rüzgarı, her ne kadar ilk etapta şiddetli bir şekilde esmişse de, rüzgarın yönü her daim aynı istikamete gitmemekteydi. Bunun için rüzgarın yönünü ve şiddetini ayarlayabilecek bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Neticede yayımlanan genelgeler, toplanan kongreler sonucunda Milli Mücadele ruhu, bir sistem haline dönüşmeye başlamıştı. Bunun ilk somut örneği, Temsil Heyetinin kurulup, Anadolu’nun ve Türk Milletinin kaderini kendi ellerine almasıydı. Bu kader öyle güçlü ve öyle bir isyankârdı ki, bu aziz millete ömür biçmeye çalışan, onu bir kafese koyma cüreti gösteren leş avcılarına adeta bir şamar vazifesi üstlenecekti.
İstiklalin yolu, zorlu badireler atlattı, önce Samsun'da, sonrasında Amasya’da genelgeyle, yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin sinyalleri verilmeye başlanmıştı. Kongreler sonucunda, milli mücadele lehine hava oldukça iyi görünmeye başlamıştı. Neticede Amasya’da bir araya gelen İstanbul Hükümeti ve Temsil Heyeti yetkilileri, Anadolu’da başlayan umut ışıklarının daha da gür şekilde parlamasını sağladı. İstanbul'da milli iradenin yegane adresi olan Osmanlı Mebusan Meclisi üyeleri, Kongreler sonucunda şekillenen, Misak-ı Milli noktasında hem fikir olmuşlardı. Öncelikle 28 Ocak 1920 tarihinde yapılan kapalı oturum sonucunda “Ahd-ı Millî Beyannamesi” kabul edilmişti. Akabinde bu milli yeminin tüm dünya parlamentoları tarafından da duyulması istenerek 17 Şubat 1920 tarihinde tüm dünyaya duyurulur. Milli yemin, milli namus gibi anlamlarla yüklü olan Misak-ı Milli, bir milletin tekrardan dirilmesini, uğruna feda edilecek canların olduğunun en güzel göstergesidir. Bu manifesto içerisinde, savaş ile kaybetmeden elimizden alınan yerlerden (Musul, Kerkük, Batum gibi) tutunda devletin belini büken kapitülasyonlara kadar her şeye başkaldırış bulunmaktaydı. Osmanlının son meclisi bu kararları kabul etmiş olsa da, sömürgeci işgalci kuvvetler bu karardan kısa süre sonra Meclisi dağıtmış ve birçok vekili sürgüne göndermişti. Sonrasında ise İstiklal Savaşının omurgasını Misak-ı Milli kararları oluşturmuştu.
Zorlu şartlar ve dönemin koşullarını da düşündüğümüzde ne yazık ki milli yemin ruhundan ödün verdiğimiz ve kaybettiğimiz vatan toprakları bulunmakta. Bir gün muhakkak geri kalan parçalarımızı geri alacağımız günlerin geleceği yakındır deyip yazımızı sonlandıralım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.