Şehir niçin karanlık
Bizde nedendir bilmiyorum şehirler, sokaklar ve yollar karanlık. Şehir merkezinden uzaklaştıkça aydınlık azalıyor. Başka yerlerden biraz tasarruf edilerek aydınlanmaya önem verilse daha güzel olur. Yollardaki lambalar ve sokak lambalarının birbirlerine mesafeleri uzak ve lambalar fazla ışık vermiyor. Başta Danimarka olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde 21 saat gündüz olan ülkelerde arabaların gündüzleri ışıklarını yakmaları mecburi.
Özellikle her çeşit güvenliğimiz açısından, şehirlerin ışıl ışıl aydınlık olması çok önemli. Şehrin aydınlık olması suç işlemeyi caydırır ve suçluyu yakalamada delil olarak kullanılan kamera kayıtları daha net olur.
Sokak lambaları patladığı zaman veya arıza olduğu zaman gecenin ikisinde üçünde de olsa hemen gelip tamir ediyorlar, bu konuda vatandaş olarak ilgili birimlere müteşekkiriz. Başarılı belediyelerden ricamız, acaba başka bir yerden tasarruf edilip şehrimizin daha aydınlık olması sağlanamaz mı?
Bazı otobüs duraklarındaki bekleme kabinlerinde, güneş enerjisinden yararlanılıp üretilen enerji o kabini fazlasıyla aydınlatıyor. Sokak lambaları için de aynı şekilde güneş enerjisinden faydalanılıp lamba takılmayan aydınlatma direklerinin ışık vermesi, çevreyi aydınlatması ne güzel olur.
Loş ışıklar insanın hem yolunu hem ruhunu karartır, ışıklar hem yolumuzu hem ruhumuzu aydınlatıp bizi rahatlatır.
Sadece kavşak ve meydanların değil, şehir içi ve dışı yolların mutlaka aydınlatılması gerekmektedir.
Bir araştırmada, hava karardıktan sonra, yani gündüze oranla trafik yoğunluğu yarı yarıya azalmasına rağmen, yeterince aydınlatılmamış yollarda meydana gelen ve ölümle sonuçlanan kaza sayısında üç kat artış olmaktaymış.
Yolların iyi aydınlatmaları ile sağlanan esas fayda; trafikte kazaların azalması ve haliyle can kaybının azalmasıdır. Ayrıca her türlü suçun işlenmesini azaltmak ve caydırmaktır.
*******
DİLENCİLER
Yazıma yıllar önceki bir anekdotumla başlayayım. Yaz tatiline geldiğimizde o zaman 5-6 yaşındaki çocuklarımla çarşıya çıkmıştım. Dolaşırken, camiden çıkarken dilencileri gördüler. Bunların kim olduğunu ve niçin bu şekilde davrandıklarını sordular. Anlayabilecekleri şekilde biraz da zorlanarak anlattım. Türkiye çok mu fakir, bunlar niçin çalışmazlar, engelliler kolay işlerde çalışamazlar mı? gibi sorular sordular. Ne dediysem tatmin olmadılar. Çocuklarıma geçmişte tatmin edici cevap verememenin utancını yaşarım her dilenci gördüğümde. Onlar büyüdüler ama, hâlâ anlamıyorlar dilencilik konusunu... Bir sürü şeyler söylüyorlar...
Önceki yazılarımdan birinde kısaca anlatmıştım. Çocuklarımla aynı yıl yani 5-6 yaşlarında iken İstanbul gezimizde, Ayasofya Camii’ni gezerken caminin niçin müze olduğunu sormuşlardı da anlayacakları şekilde ona da doyurucu cevap verememiştim... Çok şükür, Ayasofya tekrar cami haline döndü de çocuklar da Ayasofya’nın geçirdiği serüveni anlamış oldular...
Evet gerçekten çok üzücü bir durum bu dilencilik gerçeği. Şehrin ve ülkenin imajına uymuyor, zedeliyor. Neden bu böyle? Danimarka’da çok nadir de olsa bazı AVM’lerin önünde müzik çalan birilerini görürüz, amaçları para toplamak ama, para istemezler, yalnız gülümserler, arif olan anlar artık... Belki 50 kişiden biri para verir. Danimarka’da dilencilik yasak. Birkaç yıldır eski doğu bloku ülkelerden gelenler tek tük Kopenhag merkezde görülmeye başlandı ama şikayet edersen hemen polis gelir ceza verir ve ülkelerine geri gönderir.
Devlet veya belediye bu dilenciliği niçin önlemiyor? Dilencilik gerçekten fakirlikten mi, yoksa duygu sömürüsünden mi? Duygumuzu, sadaka verme inancımızı sömürüyorlar.
Şehrin önemli cadde ve kavşaklarında, büyük camilerin kapılarında, AVM önlerinde bebekleri kucaklarında aile boyu dilenen kadınlar ve çocuklar. Hepsi duygu sömürüsü. Bu çocuklar yarın büyüyünce nasıl olacaklar acaba... Bunlara niçin göz yumuluyor... Trafiğin yoğun olduğu saatlerde gece gündüz demeden, canlarını tehlikeye atarak ve trafiği aksatarak dileniyorlar...
Bir kısmı daha uyanık güya para istemiyor... Abi, amca, teyze... hastam var, annem babam, çocuğum hastanede veya memleketime gideceğim... Üç gündür yemek yemiyorum... Yavrularının başı, gözü için; Allah seni sevdiklerine bağışlasın...gibi laflar ederek inancımızı, vicdanımızı sömürüyorlar.
Konya’da İstanbul caddesinde caminin birinde görmüştüm, “dilenciye sakın para vermeyin” diye kapıya yazmışlar. Devlet niçin önlemez/önleyemez aklım almıyor.
Daha da kötüsü kucağında bir çocuk ve merhamet sömürüsü. Peki ama bunları önlemek çok mu zor. Konyada toplasan herhalde 100-200 kişiyi geçmez. Bu insanlara sanırım devletten, belediyeden, valilikten yardım yapılıyor. Yardım yapıldığı halde bu işe devam ediyorlarsa paraları niçin kesilmiyor, maaşları kesilsin ve cezalandırılsınlar. Bu durum hepimizin vicdanını yaralıyor. Bunları gören duyarlı vatandaşın “bunlar niçin önlenmiyor” düşüncesiyle hem sadaka inancının sömürülme istismarı, hem de devletine karşı güveni zedeleniyor.
Bu konuyu en iyi bilen, Üsküdar Üniversitesi Rektörü ve Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Nasıl parazitler başkasının kanını emerek yaşıyorsa dilenciler de hiç çalışmadan, toplumun duygularını istismar ederek yaşayan kişilerdir. Toplum da bunu desteklemiş ve beslemiştir" der.
Prof. Dr. Tarhan, özellikle çocuk dilencilere para verilmemesi gerektiğine dikkati çekerek, "Çocuğa yardım edilse bile 'Bu harçlığı sana veriyorum ama çalışarak alnının teriyle para kazanman senin için daha iyi' demek lazım. Erişkinlere ise davranışının teşvik edilmediğinin ve onaylanmadığının hissettirilmesi gerekiyor" uyarısını yapıyor.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Kültürel olarak dilenmeyi küçük yaşlarda öğreten bazı alt kültürler, çocukluk çağındayken hayatta 'asalak' olmayı bir yöntem olarak seçmiş kişilerdir" diyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.