İklim Kanunu Göründüğü Kadar Yeşil mi?
Merhaba değerli dostlar ben biraz ılımlı yaklaştım konuya isterseniz okuyup detayları sizler derinlemesine araştırabilirsiniz konunun en can sıkıcı noktalarını ben ayrıntı ayrıntı bildiğim için nasıl bir felaket bekliyor bizleri sizlerinde görmesi daha iyi olur diyorum evet bakalım yeşil mi değil mi !
İklim krizi, 21. yüzyılın en karmaşık ve çok boyutlu sorunlarından biri olarak ülkelerin kalkınma politikalarını, enerji sistemlerini ve toplumsal yapısını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle uluslararası toplum, başta Paris Anlaşması olmak üzere pek çok küresel çerçevede iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik taahhütler geliştirmiştir. Türkiye de 2021 yılında Paris Anlaşması'nı onaylayarak iklim politikalarını yasal bir çerçeveye oturtma sürecine girmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan İklim Kanunu, net sıfır emisyon hedefi, emisyon ticaret sistemi, karbon fiyatlama gibi araçları öne sürerek kapsamlı bir yasal zemin oluşturmaya çalışmaktadır. Ancak bu yasal düzenlemenin çevre dostu görünmesine rağmen, detaylı ve bilimsel bir inceleme yapıldığında ciddi yapısal, yönetsel ve işlevsel sorunlar barındırdığı görülmektedir.
İlk olarak, İklim Kanunu’nun teknik içeriği ve uygulama kapasitesi arasında belirgin bir dengesizlik bulunmaktadır. Yasa teorik olarak iddialı hedefler sunsa da, bu hedeflere nasıl ulaşılacağına dair stratejik planların eksikliği ciddi bir boşluk yaratmaktadır. Net sıfır emisyon hedefinin 2053 yılına konulmuş olması, bilimsel olarak geç kalınmış bir hedef olarak değerlendirilmektedir. Hâlihazırda Avrupa Birliği 2050 yılını, birçok gelişmiş ülke ise 2040 veya daha erken tarihleri hedeflerken, Türkiye’nin 2053 gibi geç bir tarihi benimsemesi iklim krizinin aciliyetiyle çelişmektedir. Ayrıca, bu hedefe ulaşmak için ara dönemli hedeflerin (örneğin 2030 veya 2040 için belirli emisyon azaltım oranları) belirlenmemiş olması, sürecin izlenebilirliğini ve hesap verebilirliğini zayıflatmaktadır.
Kanunun bir diğer temel zaafı, emisyon yoğun sektörlerde bağlayıcı tedbirler ve kısıtlamalar getirmemesidir. Türkiye ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturan enerji, sanayi, ulaştırma ve tarım sektörleri, yüksek oranda karbon emisyonuna neden olmaktadır. Ancak İklim Kanunu, bu sektörler için zorlayıcı düzenlemeler yerine çoğunlukla teşvik edici ve gönüllülük esasına dayalı mekanizmalar önermektedir. Örneğin, fosil yakıt tüketimini azaltmaya yönelik net bir yasaklama veya aşamalı bırakma takvimi bulunmamaktadır. Aksine, Türkiye’de hâlâ kömür yatırımları teşvik edilmekte, termik santraller için çevresel denetimler gevşek kalmakta ve enerji politikaları yenilenebilir kaynaklar lehine yeterince dönüştürülmemektedir. Yasanın içerdiği karbon fiyatlama ve emisyon ticaret sistemi gibi ekonomik araçlar, teorik olarak etkili görünse de, bu sistemlerin nasıl işleyeceği, hangi sektörleri kapsayacağı ve nasıl denetleneceği net şekilde tanımlanmamıştır. Avrupa Birliği’nin Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) gibi örneklerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin bu alandaki kurumsal kapasitesinin ve şeffaf veri altyapısının oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Karbon ticareti sistemlerinin etkinliği, yüksek kaliteli ve güvenilir emisyon verilerinin mevcudiyetine bağlıdır. Ancak Türkiye’de sera gazı envanter sistemleri büyük ölçüde merkezi ve sınırlı bir yapıya sahiptir. Üstelik bağımsız izleme, raporlama ve doğrulama (MRV) mekanizmalarının gelişmemiş olması, bu sistemlerin manipülasyona açık hale gelmesine yol açabilir. İklim Kanunu’nun bir başka önemli sorunu da sosyal adalet ilkesiyle yeterince örtüşmemesidir. İklim politikalarının sadece çevresel değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik sonuçları da bulunmaktadır. Ancak yasa, düşük gelirli kesimlerin veya kırılgan toplulukların iklim değişikliğinden en çok etkilendiğini göz önünde bulundurmadan eşitlikçi bir geçiş planı sunmamaktadır. Yeşil dönüşüm sürecinde ortaya çıkacak iş kayıpları, enerjiye erişim maliyetleri, tarımsal üretimdeki verim değişiklikleri gibi konularda somut sosyal politika araçlarının eksikliği, toplumsal desteği azaltabilecek bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Geçiş sürecinde özellikle kömür bölgelerinde yaşayan işçilerin istihdam haklarının korunması, tarımda iklim uyumlu üretime geçişte çiftçilere sağlanacak destek mekanizmaları gibi konular İklim Kanunu’nda yeterince yer almamaktadır. Bir diğer önemli eksiklik ise şeffaflık ve katılımcılık ilkesidir. Yasanın hazırlanma sürecinde sivil toplum kuruluşlarının, akademik çevrelerin ve yerel yönetimlerin görüşlerinin yeterince alınmadığına dair eleştiriler bulunmaktadır. Oysa iklim politikalarının etkili olabilmesi için sadece merkezi hükümetin değil, yerel yönetimlerin, özel sektörün, üniversitelerin ve halkın sürece aktif olarak katılması gerekmektedir. Bu açıdan İklim Kanunu’nun merkeziyetçi ve tepeden inme bir anlayışla hazırlanmış olması, uygulamada çeşitli uyum ve sahiplenme sorunlarına neden olabilecektir. Ayrıca kanunda veri paylaşımı, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve karar alma süreçlerinde şeffaflık ilkesi yeterince yer bulmamaktadır. İklim Kanunu çevresel duyarlılıkla hazırlanmış gibi görünse de, bilimsel ve yapısal açıdan değerlendirildiğinde ciddi yetersizlikler ve tutarsızlıklar içermektedir. Yasa; geçici, muğlak ve bağlayıcılığı düşük hedeflerle şekillendirilmiş olup, iklim krizinin ciddiyetine uygun bir müdahale kapasitesi ortaya koyamamaktadır. Bu durum, Türkiye’nin iklim mücadelesinde sadece uluslararası arenada taahhüt vermiş bir ülke olarak kalmasına, ancak uygulamada etkili ve dönüştürücü adımlar atamamasına neden olabilir. Gerçek anlamda yeşil bir İklim Kanunu için, sektörel bazda somut ve bağlayıcı hedefler, güçlü denetim mekanizmaları, şeffaf veri sistemleri, sosyal adaleti gözeten geçiş planları ve katılımcı yönetişim modelleri gereklidir. Aksi halde bu yasa, yalnızca “yeşil görünen” bir politik metin olarak kalacak, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerine karşı yeterli bir kalkan oluşturamayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.