27 Mayıs Darbesi, Menderes Ailesi’nin Dinmeyen Acısı ve CHP
27 Mayıs 1960 askeri ve siyasi cunta darbesi üzerinden 60 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra net olarak şu sonuca varabiliyoruz: Öğrenci olayları, medya, CHP ve İnönü’nün politikası, ABD’nin DP iktidarına IMF kanalıyla dahi para vermemesi, Türkiye’yi bir asır geri götüren bu darbe içerdeki mankurtlara, Gladyo tarafından yaptırılmıştır.
Dünya adalet tarihinin yüz karası hâkim ve mahkemelerinden olan Yassıada yargılamalarından, onları oraya tıkayan güçlerin istediği gibi daha önceden hazırlanmış kararlar çıktı. Ankara’da Milli Birlik Komitesi (MBK) kendi aralarında hırlaşsa da Yassıada’daki düşük mahkemenin, savunmaları dahi dinlemeye gerek yoktu ve kimse savunmasını dahi doğru dürüst yapamadan cezalandırıldılar. En iyi savunmayı Celal Bayar yapmıştı: “Bu mahkemeyi tanımıyorum” demişti.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın cezası 65 yaşını geçtiği için üç yıl sonra tahliye olacağı Kayseri’de müebbet hapse çevrilirken, diğer 11 isim hakkında ömür boyu hapis cezası verilse de onlar da çeşitli sebeplerle üç-beş yıl içinde cezaevinden çıktılar. Ancak asıl facia Dışişleri Bakanı ve Kıbrıs fatihi Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın 16 Eylül günü, Adnan Menderes’in ise 17 Eylül 1961 günü idam edilmesiyle sonuçlanmış olmasıydı.
Adnan Menderes’in üç oğlu vardı: Yüksel, Mutlu ve Aydın. İkisinin vefatı doğduğum tarihe yakın ve tamamen şüpheli olsa da çok şükür ki, Doktora çalışmalarım ve sonraki süreçte Aydın Menderes’le uzun uzun görüşme imkânı bulduk. İddialara göre Yüksel tüp gazla intihar ederken, Mutlu’ya da araba çarpmıştı. Rahmetli Aydın Bey, abisi Yüksel Bey’in vefatı ve ailenin başına gelenleri şöyle anlattı:
Yerde uzanmış vaziyette vefat etmiş bulunur. İyi bir görüşmeden sonra gayet mutlu ayrıldık. Yarın ki konuşması için hazırlanacağını söyledi ve hayat dolu bir insandı ve rahmetli babam gibi Türkiye için ciddi projeleri vardı. Sebep olarak da tüp gazla intihar gösterilse de başucunda açık Kur’an-ı Kerim ve hiçbir sebebi yokken kareli bir kâğıda yazdığı intihar nottu.
Oysa milletvekili Şaban Karataş’a göre intihar mektubundaki yazı ve Yüksel’ın yazıları aynı değildi. Olayın şokunu yaşayan annesi Berrin Hanım’ın ‘Bırakın öyle kalsın. Üzerine daha fazla gidip de yaramızı deşmeyin’ dese de üçüncü facia da altı yıl sonra yine bir Mart sabahı kapıya dayanacaktı. Bu kez de Mutlu Menderes vefat edecekti.
Bugüne kadar hiçbir şahidi olmayan olaya, bir Cuma namazı için gittiğim Diyarbakır Ulu Camii çıkışında gittiğim, Şevko’nun kahvesinde, olayın tek şahidiyle görüştüm. Olay mahallinde otelde çalışan Diyarbakırlı Hamza Amca, olayı şöyle anlattı:
Ulus-Rüzgârlı sokaktan Çankırı caddesine doğru, iki kişinin koluna girdiği bir adamı, ayaklarını sürükleyerek caddeye getirdiklerini gördüm. Onu caddenin ortasına attılar. Aniden hızlanan bir araba gelip yolda yatan adama çarptı. İsteseydi yavaşlayıp durabilirdi veya yolunu değiştirebilirdi. Ancak kasten çarptı. Zaten yola da enine uzattılar. İki gün sonraki gazetelerde, bu kişinin Adnan Menderes’in oğlu Mutlu Menderes olduğu yazıyordu.
Duyduklarımı Aydın Menderes’e anlatınca başıyla yutkunarak tasdik etti ve uzanmış yatağında asil duruşuyla sadece başını kaldırıp, “Demek Murad-ı ilahi” böyleymiş.
Aydın Menderes 1995 yılında Refah Partisi’nden İstanbul milletvekili ve Refah Partisi temsilcisi olarak etkili bir konuşma yaptıktan sonra, kamuoyunda, “Adnan Menderes” geri geldi imajı oluşmuştu. Konuşmadan bir hafta sonra Antalya’ya giderken yolda kaza(!) oldu. Kendi hayatını ve kazasını ise şöyle anlattı:
Yola çıktık. Trafik kazası oldu. O anda insanın aklından çok şey geçiyor. Kendi kendime, 1 Mart küçük abim, 8 Mart büyük abim, 15’te de benim kazam. Allah hayra çıkarsın. Kazanın önünde arkasında şu var, bu var demedim. Abimler için bir sorumluluğum vardı. Ama insan kendisi olunca, ruhunu karanlığa teslim etmemeli. O kaza benim hayatımın çok kritik bir döneminde ortaya çıktı. Aynı zamanda Türkiye’nin o günden sonraki siyasi gelişmelerini etkileyebilecek bir kazaydı. Ama mukadderat, bir yerde artık söz bitiyor.
Gerek Yassıada mahkemeleri gerekse yerli ve yabancı kaynaklara göre DP’nin devrilmesinin başlıca sebepleri şunlardır:
- Ezanın Arapça da okunmasının serbest bırakılması, Radyo’da Kur’an-ı Kerim’in/halk müziğinin serbest bırakılması, Anadolu üzerindeki maddi ve manevi baskının kaldırılması,
- Başta İstanbul’un imarı olmak üzere Anadolu kültürüne geri dönülmesi, Fethin 500. Yıl etkinlikleri ve Osmanlı Hanedanı kadınlarının geri getirilmesi,
- Kıbrıs’ın geri alınma faaliyetleri,
- Filistin, Libya ve Cezayir’e destekler,
- İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve Araplara verilen destek,
- Bağdat Paktı üzerinden İslam Birliği faaliyetleri,
- Ordu’nun esasen halka ve hükümete bağlı kadim düzenine geri dönülmesi,
- Menderes’in kontrolden çıkan DP Grubuna TBMM’de hitaben, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözleri,
- Menderes’in Rusya kartını Batı’yı kullanması,
- Tarım ve hayvancılığa yönlendirilen Türkiye’nin sanayileşme çabaları…
Batı için Rusya’ya karşı sadık bir güvenlik koruyucusu, turizm, tarım ve hayvancılık ürünleri yetiştiren bir Anadolu köylüsü yerine gerekirse; Batı’ya da kafa tutabilen, erdemli ve onurlu, Osmanlı’nın devamı asil ve şanlı bir tarihe sahip bir Türkiye isteyen DP ve lideri, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid gibi Batı destekli bir cunta tarafından idam edilmiştir.
Darbenin, sadece omuzlardaki rütbe itibariyle başı görülen Cemal Gürsel: "Size karşı kusurluyuz paşam. Hareketimizi size önceden haber vermedik. Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur sayın paşam" dedi. Bunun üzerine CHP lideri İsmet İnönü de şöyle cevap veriyordu: "Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük bir iş başardınız. Mutlu ve uğurlu olmasını dilerim. Asıl başarınız için ben sizin emrinizdeyim paşa hazretleri. Sizleri anlıyorum. Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim."
Unutmayın, unutturmayın. Unutursak tekrarlanır
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.