Bu öfke bize yakışıyor mu?
Yeni güzel bir nisan ayına girdik.
Nisan ayı baharın müjdecisi aylardan olsa da hızla değişen iklim düzenine bağlı olarak bölgemiz bir gün kar, bir gün güneş, ertesi gün şiddetli yağmur ile bizleri kandırmaya şaşırtmaya devam ediyor.
Hafta içerisinde “gök delinmişçesine”, “kovadan boşanırcasına” yağan şiddetli yağmuru ofisimin penceresinden sessiz sessiz, izlerken bir anda içime günümüzde çok konuşulan “ŞİDDET” kelimesi düştü.
Gerçektenden millet olarak kimseyi cinsiyet, yaş grubu, eğitim düzeyi, meslek grupları olarak ayırt etmeksizin hepimizin ama hepimizin içinde büyük öfke patlamaları yaşadığımızı görüyoruz.
İçimizdeki öfke o kadar büyük ki, dahası bu durum kendi içimizde öylesine büyüyor ki aynaya baktığımız kendimizi tanıyamadığımıza inanıyorum.
Hatta aynaya baktığımız zaman kendimizden utandığımızı hissettiğimize inanmaya başladık.
Her milletin kendine özgü bir yapısı vardır.
Her toprak parçasının üzerinde yaşayan insanlara genlerinden gelen bazı özellikleri yaşattığını kabul ediyoruz.
Dahası bilim bunu kabul ediyor.
Yani Kafkaslarda yaşayan insanlar ile kutuplarda yaşayan insanların yaşam tarzları, huyları, duruşları elbette birbirleri ile örtüşemez.
Asya’da yaşamlarının ömürlerinin büyük bir kesimi suyun üzerinde geçirerek sürdüren insanlar ile Afrika’nın çorak toplarında suyu içmek için bile bulamayan insanların tarzları huyları ahlakları, gelenek ve görenekleri bir olabilir mi?
Ve Dünya’nın dört bir yanından projektörümüzü kendi topraklarımıza döndürdüğümüz zaman görüyoruz ki Anadolu topraklarında bir günde dört mevsimi aynı anda yaşabiliyoruz.
Ağrı’da kar yağarken Antalya sahillerinde insanlar denize giriyor.
Rize’de yağmur sele dönerken Aydın’da çiçekler açıyor.
Biz cennet vatan Anadolu derken belki de farkında dahi olamadığımız bu zenginlikler içerisinde gönlü en zengin, ufku en geniş, ruhu güzel, fikri hür insanlarız.
Bizim insanımız dağda sırtında odun taşırken evine dönüp yufkanın içine konulacak bir parça lor peynir ile mutluluğu koklayandır.
Anadolu topraklarında zor ve çetin yaşam şartlarından bugüne hızlı geldiğimiz zaman artık insanlarımız belki 60 yıl öncesinin çilesini çekmiyor.
Artık hepimiz filmlerde gördüğümüz zaman hayallerini kurduğumuz, rüyalarımızda gördüğümüz zaman heyecanla uyanıp kendimizi çimdiklediğimiz bir dünyada yaşıyoruz.
Hayallerimiz bir bir önümüzde gerçekleşiyor.
Yaşam tarzımızdan, giyim kuşama.
Örf ve ananelerimizden yemek içmek alışkanlıklarımıza kadar her şeyimiz nerede ise ruhumuz bengilimiz A dan Z ye değişiyor.
Bunda da en büyük etken batılaşma kültürü, zenginleşme kültürü, hızla maddi güçlere odaklanmamız.
Oysa bizim ruhumuzu güzelleştiren manevi güçlerimiz idi.
Paramız pulumuz, lüks marka giysilerimiz, batının yediği yemekler, dizilerdeki arabalar yeşille mavinin buluştuğu gözlerden ırak koylardaki tekneler olmasa da biz yufka ekmek ile mutlu olan büyüğünü sayan, küçüğünü koruyan, hayvanları merhametle seven, çiçeği ağacı yaşamının mutluluğu olarak gören insanlardık.
Şimdi zararsız bir canlıyı öldürmenin günah olduğunu bilerek büyüyen bir neslin evlatları, yakaladıkları kedi yavrularının gözlerini oyuyorsa, yavru köpeklerin patilerini kesebiliyorsa bizim yeniden oturup başımızı iki elimizin arasına alıp “NEREYE GİDİYORUZ?” diye yeniden düşünmemiz gerekir diyorum.
Hepimiz önce içimizdeki öfkeyi bastırmalı, kini nefreti atmalı, kötüyü görmeden önce iyiyi görmeyi başarabilmeliyiz.
Çünkü biz buyuz.
Biz ANADOLU’yuz
Bizim özümüz tarifsiz zeginliklerde sahip güzelliklerle dolu.
Bu toprakların bereketi bizim ruhumuzda işlenmiş durumda.
Sonbaharda yağan yağmurun rahmeti, yazın güneşin sıcaklığı, kışın karın masumiyeti, ilkbaharda açan çiceğin enerjisi bizim içimizde.
Bunu görebildiğimiz an biz yine o romanlardaki, filmlerdeki biz oluruz.
Gelecek hafta daha güzel konularla birlikte olabilmek ümidi ile esen kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.